Dolar (USD)
32.48
Euro (EUR)
34.92
Gram Altın
2435.11
BIST 100
9716.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Namaz müminin miracıdır

Namaz ahiretteki sorguda ilk hesap verilecek, kişinin namazı doğru ise biiznillah rahat edeceği, namazı yoksa veya doğru değilse azap göreceği en önemli ibadet hususlarındandır. İslam''ın ikinci şartı olan namazı kılmayanlar için Allah (CC) Kur''an-ı Kerim''de sekar veya sakar cehennemini hazırladığını buyurmuştur. Namaz dinin direği, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav) ifadesiyle "gözümün nuru"dur. Efendimiz (sav) bir Had
Namaz müminin miracıdır
21 Nisan 2018 13:51:00
Namaz ahiretteki sorguda ilk hesap verilecek, kişinin namazı doğru ise biiznillah rahat edeceği, namazı yoksa veya doğru değilse azap göreceği en önemli ibadet hususlarındandır. İslam''ın ikinci şartı olan namazı kılmayanlar için Allah (CC) Kur''an-ı Kerim''de sekar veya sakar cehennemini hazırladığını buyurmuştur. Namaz dinin direği, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav) ifadesiyle "gözümün nuru"dur. Efendimiz (sav) bir Had

Namaz ahiretteki sorguda ilk hesap verilecek, kişinin namazı doğru ise biiznillah rahat edeceği, namazı yoksa veya doğru değilse azap göreceği en önemli ibadet hususlarındandır. İslam'ın ikinci şartı olan namazı kılmayanlar için Allah (CC) Kur'an-ı Kerim'de sekar veya sakar cehennemini hazırladığını buyurmuştur. Namaz dinin direği, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav) ifadesiyle "gözümün nuru"dur. Efendimiz (sav) bir Hadis-i Şeriflerinde dünyada kendisine 3 şeyin sevdirildiğini, bunlardan birinin de namaz olduğunu bildirmiştir.

Namaz nasıl kılınır?

Niyet Örnek olarak sabah namazının iki rek'at farzının kılınışı resimlerle anlatılmış, erkek ve kadınların farklı hareketleri belirtilmiştir. İki rek'atli bir namazdaki hareketler ile diğer namazlardaki hareketler arasında fark olmadığından onların resimlerle anlatılmasına gerek duyulmamıştır.Sabah Namazının Farzının Kılınışı:Birinci Rek'at: 1) Ayakların arası dört parmak açıklıkta ve parmak uçları kıbleye doğru gelecek şekilde ayakta kıbleye dönülür.2) Kamet getirilir. (Erkekler için)"Niyet ettim Allah rızası için bugünkü sabah namazının farzını kılmaya" diye niyet edilir.

İftitah Tekbiri "Allahü Ekber" diyerek iftitah tekbiri alınır.Erkekler, tekbir alırken; ellerin içi kıbleye karşı ve parmaklar normal açıklıkta bulunur. Başparmaklar, kulak yumuşağı hizasına gelecek şekilde eller yukarıya kaldırılır.Kadınlar, tekbir alırken; ellerinin içi kıbleye karşı, parmaklar normal açıklıkta ve parmak uçları omuz hizasına gelecek şekilde ellerini yukarıya kaldırır.

Kıyam Tekbirden sonra eller bağlanır. Ayakta iken secde edilecek yere bakılır.Ayakta sırasıyla: a) Sübhaneke, b) Eu00fbzü-besmele, c) Fatiha su00fbresi, d) Kur'an'dan başka bir su00fbre daha okunur.Erkekler, sağ elin avucu, sol elin üzerinde ve sağ elin baş ve küçük parmakları sol elin bileğini kavramış olarak ellerini göbek altında bağlarlar.Kadınlar, sağ el sol elin üzerinde olacak şekilde ellerini göğüs üstüne koyarlar. Erkeklerde olduğu gibi sağ elin parmakları ile sol elin bileğini kavramazlar.

Rüku00fb "Allahü Ekber" diyerek rüku00fba varılır ve burada üç defa "Sübhane Rabbiye'l-azim" denilir. Rüku00fb da iken ayakların üzerine bakılır.Erkekler, rüku00fbda, parmakları açık olarak elleri ile dizlerini tutup sırtını dümdüz yaparlar. Dizlerini ve dirseklerini dik tutarlarKadınlar, rüku00fbda, sırtlarını biraz meyilli tutarak erkeklerden daha az eğilirler. Ellerini (parmaklarını açmayarak) dizleri üzerine koyarlar ve dizlerini biraz bükük bulundururlar.

Rüku00fbdan Kalkış "Semiallahü limen hamideh" diyerek rüku00fbdan kalkılır ve ayakta "Rabbena leke'l-hamd" denilir.Erkeklerin, rüku00fbdan kalkıp doğrulmasıKadınların, rüku00fbdan kalkıp doğrulması.

Secde "Allahü Ekber" diyerek secdeye varılır. Secdeye inerken önce dizler, sonra eller, daha sonra da alın ve burun yere konur. Secdede baş iki elin arasında ve hizasında bulunur. Secdede iken ayaklar kaldırılmaz. Secdede burun kenarlarına bakılır. Burada üç kere "Sübhane Rabbiye'l-ala" denilir.Erkekler, secdede dirseklerini yanlarından uzak, kollarını yerden kalkık bulundururlar. Ayaklar, parmaklar üzerinde dik tutulur ve parmak uçları kıbleye gelecek şekilde yere konur.Kadınlar, secdede kollarını yanlarına bitişik halde bulundururlar. Ayaklar, parmaklar üzerine dik tutulur ve parmak uçları kıbleye gelecek şekilde yere konur.

İki Secde Arası Oturuş "Allahü Ekber" diyerek başını secdeden kaldırıp diz üstü oturulur. Otururken, parmaklar dizlerin hizasına gelecek şekilde eller uylukların üzerine konur ve kucağa bakılır. Burada "Sübhanellah" diyecek kadar kısa bir an oturulur.Erkekler, sol ayağını yere yayarak onun üzerine oturur, sağ ayak par makları kıbleye yönelmiş durumda dik tutulur.Kadınlar, ayaklarını yatık olarak sağ tarafına çıkarır ve öylece otururlar."Allahü Ekber" diyerek ikinci defa secdeye varılır ve üç kere "Sübhane Rabbiye'l-ala" denilir."Allahü Ekber" diyerek secdeden ayağa (ikinci rek'ata) kalkılır ve eller bağlanırSecdeden kalkarken; önce baş, sonra eller, daha sonra eller dizler üzerine konularak, dizler yerden kaldırılır. İftitah tekbirinden itibaren buraya kadar yapılanlara "bir rek'at" denir."Allahü Ekber" diyerek ikinci defa secdeye varılır ve üç kere "Sübhane Rabbiye'l-ala" denilir."Allahü Ekber" diyerek secdeden ayağa (ikinci rek'ata) kalkılır ve eller bağlanır.Secdeden kalkarken; önce baş, sonra eller, daha sonra eller dizler üzerine konularak, dizler yerden kaldırılır. İftitah tekbirinden itibaren buraya kadar yapılanlara "bir rek'at" denir.Ayakta sırasıyla; a) Besmele, b) Fatiha su00fbresi, c) Kur'an'dan başka bir su00fbre daha okunur. Birinci rek'atte olduğu gibi "Allahü Ekber" diyerek rüku00fba varılır ve üç kere "Sübhane Rabbiye'l-azim" denilir."Semiallahü limen hamideh" diyerek ayağa kalkılır ve ayakta "Rabbena leke'l-hamd" denilir."Allahü Ekber" diyerek secdeye varılır. Burada üç kere "Sübhane Rabbiye'l-ala" denilir."Allahü Ekber" diyerek secdeden kalkılıp dizler üzerine oturulur. Burada "Sübhanellah" diyecek kadar kısa bir an oturulur.Sonra "Allahü Ekber" diyerek ikinci defa secdeye varılır ve üç kere "Sübhane Rabbiye'l-ala" denilir.

Son Oturuş

"Allahü Ekber" diyerek secdeden kalkıp oturulur. Otururken, el parmakları dizlerin hizasına gelecek şekilde eller uylukların üzerine konur ve kucağa bakılır. Oturuşta sırasıyla; a) Ettehiyyatü, b) Allahümme salli, c) Allahümme barik, d) Rabbena atina... duaları okunur. Erkekler, sol ayağını yere yayarak onun üzerine oturur, sağ ayak parmakları kıbleye yönelmiş durumda dik tutulur. Kadınlar, ayaklarını yatık olarak sağ tarafa çıkarır ve öylece otururlar.

Son Oturuş (Şafii)

"Allahü Ekber" diyerek secdeden kalkıp oturulur. Otururken, el parmakları dizlerin hizasına gelecek şekilde eller uylukların üzerine konur ve kucağa bakılır. Oturuşta sırasıyla; a) Ettehiyyatü, b) Allahümme salli, c) Allahümme barik, d) Rabbena atina... duaları okunur. Erkekler, sol ayağını yere yayarak onun üzerine oturur, sağ ayak parmakları kıbleye yönelmiş durumda dik tutulur. Kadınlar, ayaklarını yatık olarak sağ tarafa çıkarır ve öylece otururlar.

Selam Önce başını sağa çevirerek "Esselamü aleyküm ve rahmetüllah" denir. Selam verirken omuzlara bakılır.Erkeklerin, sağ tarafa selam verişi.Kadınların, sağ tarafa selam verişi.Sonra başını sola çevirerek, "Esselamü aleyküm ve rahmetüllah" denilir. Böylece iki rekat namaz tamamlanmış olur.Erkeklerin, sol tarafa selam verişi.Kadınların, sol tarafa selam verişi.

Beş Vakit Namazın Vakitleri 1. Sabah Namazının Vakti . Fecr-i sadık da denilen ikinci fecrin doğ- masından güneşin doğmasına, daha doğrusu güneşin doğmasından az ön- ceye kadar olan süre sabah namazının vaktidir. Fecr-i sadık, sabaha karşı doğu ufkunda tan yeri boyunca genişleyerek yayılan bir aydınlıktır. Bu ikinci fecre fıkıh literatüründe "enlemesine beyazlık" anlamında "beyaz-ı müsta'razu00ee" denilir. Bu andan itibaren yatsı namazının vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur. Bu vakit aynı zamanda, sahurun sona erip orucun başlaması (imsak) vaktidir. Fecr-i kazib de denilen birinci fecir ise, sabaha karşı doğuda tan yerinde ufuktan göğe doğru dikey olarak yükselen, piramit şeklinde, akçıl ve donuk bir beyazlıktır. Fıkıh literatüründe buna uzayıp giden beyazlık anlamında "beyaz-ı müstetu00eel" de denilir. Bu geçici beyazlıktan sonra, yine kısa bir süre karanlık basar ve bunun ardından da ufukta yatay olarak boydan boya uzanan, giderek genişleyip yayılan fecr-i sadık aydınlığı başlar. Sabah namazının ortalık aydınlandıktan sonra kılınması (isfar) müstehaptır. Bu aydınlığın ölçüsü, atılan okun düştüğü yerin görülebileceği ölçüde bir aydınlıktır. Bununla birlikte, kılınan namazın fasid olup yeniden kılınmasının gerekebileceği ihtimaline binaen, güneşin doğuşundan önce namazı yeniden kılabilecek bir sürenin bırakılması gerekir. Sadece kurban bayramının ilk günü Müzdelife'de bulunan hacıların o günün sabah nama- zını, ikinci fecir doğar doğmaz, ortalık henüz karanlıkça iken (taglu00ees) kılma- ları daha faziletlidir. Diğer üç mezhebe göre ise, sabah namazını her zaman bu şekilde erken kılmak daha faziletlidir (fecir hakkında bk. Tecru00eed-i Sarih Tercümesi , II, 586-588) .

2. Öğle Namazının Vakti . Öğle namazının vakti, İmam-ı u00c2zam Ebu00fb Hanu00eefe'ye göre, zeval vaktinden yani güneşin tepe noktasını geçip batıya doğru kaymasından itibaren başlar ve güneş tam tepedeyken eşyanın yere düşen gölge uzunluğu (fey-i zeval) hariç, her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaşacağı zamana kadar devam eder. Bu zamana "asr-ı sanu00ee" denir. Ebu00fb Yu00fbsuf, Muhammed ve diğer üç mezhep imamına göre ise, öğle namazı- nın vakti zeval vaktinden, her şeyin gölgesi, fey-i zeval hariç, kendisinin bir misline ulaştığı ana kadardır. Her şeyin gölgesi, fey-i zeval hariç, kendisinin bir misline çıktığı zaman, öğle namazının vakti çıkmış, ikindi namazının vakti girmiş olur. Bu zamana "asr-ı evvel" denir. Bir cismin gölge uzunluğu- nun, kendi uzunluğuna veya kendi uzunluğunun iki katına ulaşıp ulaşma- dığı hesaplanırken, güneşin tam tepe noktada iken cismin yere düşen gölge uzunluğu (fey-i zeval) hariç tutulur, yani toplam uzunluğa dahil edilmez. Söz gelimi, yere dikilen 1 m. uzunluğundaki çıtanın güneş tam tepedeyken yere düşen gölgesinin uzunluğu, ki buna fey-i zeval denir, yarım metre ol- sun. Bu durumda çıtanın yere düşen gölge uzunluğu 1.5 m. olduğu zaman, gölgesinin uzunluğu kendi uzunluğu kadar (bir misli) olmuş olur. Çıtanın gölge uzunluğu 2.5 metreye ulaşırsa, kendi uzunluğunun iki misline ulaş- mış olur. Bu ihtilaftan kurtulmak için, öğle namazını her şeyin gölgesi, fey-i zeval dışında, gölgesi bir misli olana kadar geciktirmemek; ikindi namazını da her şeyin gölgesi, fey-i zeval dışında, iki misli olmadıkça kılmamak evladır. Normal kullanımda gündüz denilince, güneşin doğmasından batmasına kadar olan süre anlaşılır (örfu00ee gündüz) . Fakat şer'u00ee bakış açısından ise gün- düz, fecr-i sadıktan güneşin batmasına kadar olan süredir (şer'u00ee gündüz) . Şer'u00ee gündüz örfu00ee gündüzden daha uzun bir süredir.

Öğle namazının vakti, güneşin tepe noktasını geçip batıya doğru kaymasından itibaren başlar. Güneşin tepe noktasını geçmesine "zeval" denilir. Zeval, örfu00ee gündüzün tam ortasına denk gelir. Mesela örfu00ee gündüz on saat ise, bu sürenin yarısı (beş saat) zeval vaktidir ve güneş görünüşe göre gökteki yarı yolu katetmiş olur. Şimdiye kadar her şeyin gölgesi doğudan batıya doğru düşmekte iken, bun- dan sonra batıdan doğuya doğru düşmeye başlar. İşte güneşin tam bu yarı yola geldiği anda yere düşen gölgesine "zeval anındaki gölge" anlamında "fey-i zeval" denir. Fey-i zevalin yönü ve uzunluğu bölgenin ekvatordan uzaklığına, kuzey veya güney yarıkürede oluşuna göre değişir. Bu anda yere dikilen 1 m. uzunluğundaki bir şeyin gölgesi, mesela yarım metre ol- sun, fey-i zevaldir. Bu andan itibaren o şeyin gölgesi, fey-i zevale ilaveten 2 metreye ulaşınca, yani 2.5 m. olunca, asr-ı sanu00ee olmuş, İmam-ı u00c2zam'a göre öğle vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur. Tam zeval vaktinde namaz kılınmaz. Namaz kılınması caiz olmayan bu vakit, çok kısa süren bir ana mı mahsustur, yoksa bu anın biraz öncesinden mi başlar? Bir görüşe göre bu hususta örfu00ee gündüz esas alınır. Buna göre tam zeval vaktine, gündüzün bu ana kadar geçen süresi ile geri kalan süresinin birbirine eşitliği anlamına gelmek üzere "istiva vakti" denir ki, güneş sanki herkesin başının üzerindeymiş gibi görünür. İşte namaz kılmanın caiz olma- dığı vakit bu andır. Diğer görüşe göre ise, bu hususta şer'u00ee gündüz esas alınır.

İbadetlere ilişkin hükümler, tabiatları icabı değişmeye pek açık olmadık- ları için, öteden beri genel kabul gören ibadet uygulamalarını, "çağa uy- durma ve kolaylaştırma" adıyla değiştirmeye çalışmak, fayda yerine zarar vermekte ve insanların dine bağlılıklarını ve samimiyetlerini zedelemekte ve sarsmaktadır. İbadetler, her ne kadar bizzat amaç olmayıp öz itibariyle yük- sek amaçlara basamak niteliğinde ise de, dine bağlılığın ve bir anlamda din- darlığın dışa yansıyan bir göstergesi mesabesindedir. Bu bakımdan sosyo- ekonomik yönü bulunan zekat bir tarafa bırakılacak olursa namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerde biçim ve şekli ikinci plana iterek, on dört asırdır süzüle süzüle gelen genel kabulün dışına çıkmak birçok bakımdan sakıncalıdır.

II. NAMAZIN MAHİYETİ ve ÖNEMİ

Kur'an'da bizim Peygamberimiz'den önceki peygamberlerin namaz kıl- makla emrolundukları değişik vesilelerle belirtilmektedir (bk. el-Bakara 2/83; Yu00fbnus 10/87; Hu00fbd 11/87; İbrahim 14/37, 40; Meryem 19/30-31, 54-55; Taha 20/14; el-Enbiya 21/72-73; Lokman 31/17) . Bundan anlaşıldığına göre na- maz ibadeti sadece Muhammed ümmetine has olmayıp önceki dinlerde de bulunmaktaydı. Siyer kitaplarındaki mevcut bilgilere göre, ilk vahyin sonrasında Hz. Peygamber'e risalet yüküne dayanmasını, sabretmesini öneren ayetler gel- miş ve bunu izleyen fetret döneminden sonra namaz farz kılınmıştır. Nama- zın daha önceki dinlerde de emredilmiş olduğu hatırlanınca, namazın güç- lüklere direnç göstermede bir fonksiyonu bulunduğu anlaşılmaktadır. Nite- kim bir ayette "Ey inananlar sabır ve namaz (salat) ile yardım isteyin" (el- Bakara 2/153) buyurulmaktadır. Namaz farz kılınınca Cibru00eel, Hz. Peygam- ber'e gelerek onu vadi tarafına götürmüş, orada fışkıran su ile önce Cibru00eel sonra Hz. Peygamber abdest almış ve beraberce iki rek'at namaz kılmışlardır. Hz. Peygamber mutlu bir biçimde eve gelmiş, eşi Hatice'nin elinden tutarak oraya götürmüş ve aynı şekilde Hatice ile birlikte abdest alıp iki rek'at namaz kılmışlardır. Kimi bilginlere göre İsra su00fbresindeki "Namazda yüksek sesle okuma" (el-İsra 17/110) ayeti, bu gizli namaz dönemiyle ilgilidir. İslam'ın başlangıç yıllarında namaz, sabah ve akşamleyin kılınan ikişer rek'attan ibaret iken, yaygın kabul gören görüşe göre, Mi'rac olayından sonra beş vakit namaz farz kılınmıştır. "Kendi nefsinde bir yakarış ve ürperiş için- de ve pek yüksek olmayan bir sözle sabah ve akşam Rabbini an; gafillerden olma" (el-A'raf 7/205) ayeti namazın başlangıçtaki durumuyla ilişkili görül- mektedir. Yine yaygın kabule göre, Cibru00eel'in Hz. Peygamber'e Kabe'de, na- mazın vakitlerini göstermek üzere imamlık etmesi Mi'rac olayının ertesi günü olmuştur. Her din, yaratıcı kudret karşısında boyun eğmek ve kutsal ile bağlantı kurmak temeli üzerine kurulur ve her dinde bunu sağlamak üzere öngörülen merasimler bulunur. İslam dininde yüce yaratıcı Allah'a yaklaşmanın yolu, ona yükselmenin basamağı ve bu bakımdan en parlak ve önemli ibadet, namaz ibadetidir. Bu özelliğinden dolayı namaz diğer bütün ibadetlerin özü ve özeti sayılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber bir hadislerinde "Namaz dinin direğidir" (Tirmizu00ee, "u00ceman", 8; Müsned , V, 231, 237; Aclu00fbnu00ee, Keşfü'l-hafa , I, 31-32) buyurmuş, secdeyi de kulun Allah'a en yakın olduğu hal olarak ni- telendirmiştir (Müslim, "Salat", 215; Nesau00ee, "Mevak u00fd t", 35) . Kelime-i şehadetten sonra İslam'ın en önemli rüknü olan namaz, günde beş ayrı zaman diliminde olmak üzere kadın ve erkek her müslüman için bir görevdir. Esasen namaz ibadetinin hiçbir amaç ve hikmeti olmasa bile, diğer ibadetlerde olduğu gibi, namaz ibadetini sırf inanılan dinin bir gereği, yüce yaratıcının bir emri olduğu için, hiç değilse bunun için yerine getirmelidir. İbadetler, akla aykırı olmamakla birlikte, yapı ve muhtevaları itibariyle akıl yoluyla kavranabilir, açıklanabilir konular dışında yer alırlar. Fakat na- mazın, salt emredilmiş şekillerden ibaret anlamsız bir şey olmayıp amaç ve hikmetlerinin bulunduğuna işaret eden ayet ve hadisler bulunmaktadır. Bir kere, namaz diye tercüme ettiğimiz salat kelimesi, Arapça'da "dua etmek, övmek, tazim etmek" gibi anlamlara gelmektedir. İlgili ayet ve hadislere göre namazın farz kılınmasındaki hikmetlerden biri de, namaz kılan kimse- nin Cenab-ı Allah'ın kudret ve kuvvetini, azabını, rahmetini, hayal ve hafı- zasına nakşederek nefsini tehzip etmesi ve bu suretle kendisini her türlü fenalıklardan, hatalardan, suçlardan alıkoymasıdır. Allah düşüncesi ve kalbi Allah'a bağlama, insanı her türlü fenalıktan alıkoyar. Namaz da Allah'ı sü- rekli hatırlamanın en büyük vesilesidir. Nitekim ayette "Beni hatırla- mak/anmak için namaz kıl" (Taha 20/14) buyurulmaktadır. Namaz emrini, Allah Teala'nın yeryüzüne melek aracılığıyla göndermeyip Mi'rac gecesi Hz. Peygamber'in huzuruna çıktığında ona tebliğ etmesi de (Buharu00ee, "Salat", 1; Müslim, "u00ceman", 263) , bu ibadetin müslümanın dinu00ee ve ruhanu00ee hayatı açısın- dan önem ve anlamını göstermektedir. Bu sebeple de dinu00ee literatürde namaz ibadetinin bu yönünü, namazın kulun Allah'a ulaşması, kavuşması yolunda önemli bir araç olduğunu anlatmak için "Namaz müminin mi'racıdır" denil miş, ümmetin namazla ilgili ortak bilinç ve değerlendirmesi adeta bu cüm- leyle özetlenmiştir. Namaz belli eylemler ve özel rükünler ile yüce Allah'a kulluk etmektir. Namazın dış görünüşü birtakım şekiller ve zikirden ibaret ise de, içerisi ve gerçek mahiyeti, yüce yaratıcıya münacat etmek, O'nunla konuşmak, O'na yakınlaşmak ve O'nu müşahede etmektir. Bu özelliğinden dolayı, yani yüce yaratıcı ile teklifsiz, aracısız buluşma ve konuşma anlamına gelişinden do- layı, namaz ilahu00ee bir lutuf olarak kabul edilmiştir. Namazı terketmek, kılmamak büyük günahtır. Peygamberimiz, kıyamet gününde hesabı sorulacak ilk amelin namaz olacağını bildirmiştir (Tirmizu00ee, "Salat", 188). Namaz kılmak, Müslümanlığın dışa yansıyan temel göstergele- rinden biri sayıldığı için İslam bilginleri farziyetini inkar etmeksizin namazı terkeden kimse için, mevcut bazı rivayetleri de kendi anlayışlarına göre de- ğerlendirerek, bazı müeyyideler öngörmüşlerdir. Gayet tabiidir ki namaz ve diğer ibadetler Allah rızası için ve içten gelerek yapıldığında anlamını ve ama- cını gerçekleştirmiş olur. Bunun dışında birtakım zorlamalarla veya gösteriş için kılınan namazların bir değeri olmadığına göre, namazı terkedenler için fakihlerin kendi zamanlarına göre öngördükleri müeyyideleri kamu düzeni ve genel ahlak ilkesi açısından değerlendirmek gerekir. Esasen bu müeyyidelerin dayandırıldığı hadislerin büyük çoğunluğu, namazın terkedilmesinin müeyyi- desini değil, İslam dininde namaz ibadetinin önemini gösterme amacına yöne- lik bulunmaktadır. Kimsenin kimseyi zorla müslüman etme hak ve yetkisi bulunmadığına göre, bu dine mensup olanlar kendi özgür iradeleriyle bu dini seçmiş olacaklar ve bu dinde oldukça önemli bir yeri bulunan namaz ibadetin- den haberdar olacak ve bunu zevkle yerine getireceklerdir. Namaz insanın maddu00ee ve manevu00ee temizliğinin vasıtası olmaktadır. Çünkü namaz kılmak için gerekiyorsa gusül abdesti almak, normal durumlarda abdest almak suretiyle bir nevi vücut temizliği yapılmış olduğu gibi, ayrıca elbisenin ve namaz kılınacak yerin de temizlenmesi gerektiği için bir üst baş temizliği yapılmış olur. Daha da önemlisi namaz günahlardan arınmanın da bir yoludur. Namaz esas itibariyle insanı günah işlemekten alıkoyar, gü- nahtan uzaklaştırır. Nitekim bir ayette "Sana vahyedilen kitabı oku ve na- maz kıl; çünkü namaz çirkin ve kötü işlerden alıkor. Allah'ı zikretmek en büyük şeydir. Allah yapıp ettiklerinizi bilir" (el-Ankebu00fbt 29/45) buyurulmak- tadır. Ayrıca namaz, işlenmiş hata ve günah kirlerinin giderilmesini de sağlar. Peygamberimiz günde beş vakit namazı, bir insanın kapısının önünden akıp giden bir ırmağa, namaz kılmayı da bu ırmakta her gün beş kere yıkanmaya benzetmiş ve şöyle demiştir: "Ne dersiniz, birinizin kapısının önünden bir ır- mak geçse ve o kimse orada günde beş kere yıkansa bedeninde hiç kir kalır mı?" Sahabu00eeler, "Kalmaz, ey Tanrı elçisi" deyince Peygamberimiz "İşte beş vakit namaz buna benzer. Allah namaz sayesinde günahları siler" demiştir (Buharu00ee, "Mevak u00fd t", 6; Müslim, "Mesacid", 282). Aşağıda namazın biçimsel olarak sahih olmasının şartları üzerinde du- rulacaktır. Fakat asla hatırdan çıkarmamak gerekir ki, sayılacak olan şartlar, namazın sadece dış görünüşünü sağlam yapmaya yeterli olacağı gibi, na- mazın sayılacak olan sünnetleri ve adabı da onun dış görünüşünün süslen- mesini ve güzel görünmesini sağlamaya yeterli olacaktır. Fakat bu şartları yerine getirmek, namazı ikame etmek, ayakta tutmak sayılmaz. Namazın özü, kalbin huşu00fb ve huzur içinde olmasıdır. Kalbin huzur ve huşu00fbu yoksa kılınan namaz, bir heykeltraşın özene bezene ve tüm sanatkarlığını ortaya koyarak yaptığı bir insan heykelinden farklı olmayacaktır. Allah bu noktayı şöyle belirtmektedir: "Beni anmak için namaz kıl" (Taha 20/14). Bu ayetle namaz Allah'ı anmanın bir yolu olarak önerildiği gibi, aynı zamanda nama- zın Allah'ı anmaktan ibaret olduğu da vurgulanmaktadır. Çünkü Allah'ı an- mak için namaza duran kişi, namaz boyunca Rabbin huzurunda durduğun- dan gaflet ederek namaza hakkını vermemiş ise nasıl Allah'ı anmış sayılabi- lir? Devlet başkanıyla görüşmek, ondan bir şeyler talep etmek isteyen kişi, bu imkanı bulup onun huzuruna çıktığında onunla görüşmek yerine, orada bulunan eşya ile ilgilense veya yanında getirdiği kitabı okusa veya bir şar- kının veya şiirin sözlerini mırıldansa, o devlet başkanının muhtemel tepki- sini bir tarafa bırakalım, buna görüşme denir mi, gelen kişi arzusunu iletmiş olur mu? Bu basit örneğin de gösterdiği gibi namaza duran kişi, Allah'ın huzurunda olduğunu bilmeli, bunu hissetmelidir. "Ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın" (en-Nisa 4/43) ifadesi ne dediğinden haberi olmayan sarhoş kimselere yönelik olmakla birlikte namazda tam bir şuur ve huşu00fbun gerektiğini de anlatmaktadır. Yine Kur'an'da, namaz kılarken gaflet ve ciddiyetsizlik içinde olanlar ağır bir üslu00fbpla zemmedilir (el-Mau00fbn 107/4-5). Allah insanların kalıplarına değil kalplerine bakar. Fakihler, zahire göre hüküm verdikleri ve görünür şartların düzgün şe- kilde yerine getirilmesiyle ilgilendikleri için namazın şartlarından bahseder- ken namazda huşu00fb ve huzuru, namazın olmazsa olmaz şartları arasında saymamışlar, sadece bu yönde öneri ve uyarıda bulunmakla yetinmişlerdir. Çünkü ihlas, kalp huzuru ve huşu00fb, kalbin ameli olup gizli, batınu00ee bir durum- dur. Namazın batınu00ee-derunu00ee şart ve gayelerinin gerçekleşmesi mükellefin kendi seviyesiyle, gayret ve hassasiyetiyle ve biraz da ortamla alakalı süb- jektif bir hal olduğundan bu konuda herkes için ortalama bir çizgiden söz etmek ve buna namazın şartları arasında yer vermek doğru olmaz. Na- mazda sözü edilen iç huzuru ve kalbu00ee bağlılığı yakalamak, ruhun maddu00ee alemden Allah'ın huzuruna yükselişini hissetmek herkes için kolay olmadığı gibi arzu etmekle elde edilebilen bir sonuç da değildir. Böyle bir mükellefiyet, insana gücünün üzerinde bir yük yüklemek anlamına gelir. Fakihlerin, za- hiru00ee şartların yerine getirilmesiyle mükellefin uhdesinden namaz borcunun düşeceğini ve bunun dünyevu00ee hükümler bakımından yeterli olacağını söyle- meleri bu sebepledir. Kılınan namazın kabul olunup olunmaması, ahirette fayda verip vermeyeceği fıkhın konusu değildir. Ayrıca fakihler fetva verir- ken, insanların kusur ve eksikliklerini de dikkate almışlar, mükellefiyet şartlarını ideal değil ortalama ölçülerde tutmaya çalışmışlardır. Bu gerekçe ve mülahazalar sebebiyledir ki, namazın ruhu olan kalp huzuru namazın ta- mamında şart koşulmamış, namaza başlarken yapılan niyetteki ihlas ve yöneliş yeterli görülmüştür.

III. NAMAZ ÇEŞİTLERİ

Hanefu00eeler dışındaki çoğunluk, vacip hüküm kategorisini kabul etmedik- leri için namazı genel olarak farz ve nafile şeklinde iki gruba ayırmışlardır. Hanefu00eeler'e göre ise namazlar: a) farz, b) vacip, c) nafile olmak üzere üç çeşittir. Bununla birlikte Hanefu00eeler arasında farklı gruplamalar da bulun- maktadır. Bunlardan birine göre namazlar; a) Allah'ın farz kıldığı (mektu00fbbe) namazlar, b) Hz. Peygamber'in sünnetiyle sabit olan (mesnu00fbn) namazlar, c) nafile namazlar olmak üzere üç çeşittir. Hz. Peygamber'in sünnetiyle sabit olan namazlar da vacip olan ve vacip olmayan kısımlarına ayrılır. A) FARZ NAMAZLAR Farz olan namazlar, aynu00ee farz (farz-ı ayın) ve kifau00ee farz (farz-ı kifaye) olmak üzere ikiye ayrılır. Farz-ı ayın olan namazlar yükümlülük çağındaki her müslümana farz olup, her biri ayrı ayrı bunu yerine getirmekle mükelleftir. Farz-ı ayın olan namazlar, her gün beş vakit namaz ve her hafta cuma günleri kılınan cuma namazından ibarettir. Günlük farz namazlar sabah namazı 2 rek'at, öğle namazı 4 rek'at, ikindi namazı 4 rek'at, akşam namazı 3 rek'at ve yatsı namazı 4 rek'at olmak üzere toplam 17 (on yedi) rek'attır. Cuma namazı, cuma günü öğle namazının vaktinde cemaatle kılınan ve farz olan kısmı 2 rek'at olan bir namazdır. Cuma namazı kılınınca ayrıca öğle namazı kılınmaz.

Farz-ı kifaye olan namaz ise, bir müslüman öldüğünde başta yakınları, komşuları ve tanıyanları olmak üzere müslümanlarca kılınması gereken cenaze namazıdır. Bu namazı birileri kılınca öteki müslümanlar cenaze na- mazı kılmadıkları için sorumlu olmazlar. Sevap ve fazileti ise namazı kılan- lar elde etmiş olurlar.

B) Vu00c2CİP NAMAZLAR Vacip namazlar, vacip oluşu kulun fiiline bağlı olmayan (li-aynihu00ee vacip) ve vacip oluşu kulun fiiline bağlı olan vacip (li-gayrihu00ee vacip) olmak üzere iki kısımdır. Yatsı namazından sonra kılınan üç rek'atlık vitir namazı ile rama- zan ve kurban bayramı namazları birinci grupta yer alır. Tilavet secdesi de, her ne kadar namaz olmayıp bir secdeden ibaret olsa da, bu gruba sokul- maktadır. Ayrıca çoğunluk tarafından sünnet kabul edilmekle birlikte, bazı Hanefu00eeler'in vacip saydıkları küsu00fbf namazı da (güneş tutulduğunda kılınan namaz) bu gruba girer. İkinci grupta ise nezir namazı, sehiv secdesi ve ifsat edilen nafile nama- zın kazası yer alır. Nezir namazı, esasen gerekli ve görev olmamakla bir- likte, kişi bir vesileyle namaz kılmayı adadığı zaman kendi iradesiyle ken- dini yükümlü kılmış olur; artık bu yükümlülüğü yerine getirmesi gerekir.

C) Nu00c2FİLE NAMAZLAR Farz veya vacip olan namazların dışındaki namazlara nafile namazlar de- nir ve farz namazların öncesinde veya sonrasında kılınan sünnet namazlar nafile namaz kapsamında yer alır. Nafile namazları, sünnet namazların dışında ayrı bir kategori olarak ele alan bilginler de bulunmaktadır. Buna göre na- mazlar; a) farz namazlar, b) vacip namazlar, c) sünnet namazlar, d) nafile namazlar olmak üzere dört çeşit olmaktadır. Sünnet namazlar, vakit namazları yanında düzenli olarak kılınan sünnetleri (revatib) ifade etmekte, nafile na- mazlar ise düzenli olmayarak çeşitli vesilelerle Allah'a yakınlaşmak ve sevap kazanmak maksadıyla ayrıca kılınan namazları (regaib) ifade etmektedir. Sünnet, Hz. Peygamber'in yaptığı ve bir bağlayıcılık ve gereklilik olmaksı- zın yapılmasını istediği ve teşvik ettiği şeylerdir. Bu anlamda sünnet, hem Hz. Peygamber'in devamlı olarak yaptığı, nadiren terkettiği şeyleri yani Hanefu00eeler'in ıstılahındaki sünneti hem de devamlı olarak yapmayıp, yapılma- sına teşvikte bulunduğu şeyleri (mendup, müstehap) içine almaktadır. Buna göre mesela sabah namazının farzından önce iki rek'at namaz kılmak sünnet, ikindi ve yatsıdan önce kılınan dört rek'at ise müstehap sayılmaktadır.

Fakat en doğru ve yaygın gruplama farz ve vacip namazların dışındaki namazları, genel olarak nafile başlığı altında ele alıp bunları kendi içinde kısımlara ayıran gruplamadır. Nafile kelimesinin, farz ve vaciplerin dışında fazladan yapılan işler anlamına gelmesi ve yaygın olarak mendup, müste- hap ve tatavvu olarak da adlandırılması bu gruplamanın daha tutarlı oldu- ğunu göstermektedir. Buna göre nafile namaz ifadesi, bir vakti bulunan sünnetleri (müekked sünnet ve müstehap sünnet) ve vakte bağlı olmayan tatavvu namazları içine alır. Birincisi, sünen-i revatib , ikincisi regaib türleri olarak adlandırılır. Revatib, belli bir düzen ve tertip içinde, beş vakit farz namazlarla birlikte ve belli bir devamlılık içinde kılındığı için revatib adını almıştır. Bu açıdan revatib sünnetler, düzenli olarak kılınan sünnetler demektir. Bunlar, Hz. Peygamber'in sünnetine uyularak vakit namazların- dan önce veya sonra yahut kimisinde hem önce hem sonra kılınan namaz- lardır. Peygamberimiz'in devam edip etmemesine göre bunların bazıları sünnet-i müekkede, bazıları sünnet-i gayr-i müekkede olarak nitelendirilir. Hanefu00ee literatürde, sünnet-i müekkede olan namazlar kısaca "sünnet", gayr-i müekked olanlar ise "müstehap" veya "mendup" diye adlandırılmıştır. Rama- zan ayında yatsı namazından sonra kılınan teravih namazı da, sünnet-i müekkede türünden bir namazdır. Revatib sünnetler dışındaki nafile namazlar ise regaib adını alır. Bunlar, Hz. Peygamber'in uygulamalarına dayanılarak belirli zamanlarda veya bazı vesilelerle kılınan ya da kişinin kendi isteğiyle herhangi bir zamanda Allah'a yakınlaşmak ve sevap kazanmak amacıyla kıldığı namazlardır. Bunlar gö- nüllü olarak kendiliğinden kılındığı için "gönüllü (tatavvu) namazlar veya arzuya bağlı namazlar" olarak da adlandırılır. Teheccüd namazı, kuşluk (duha) namazı, istihare namazı, yağmur duası, husu00fbf namazı, küsu00fbf nama- zı, tahiyyetü'l-mescid, tövbe namazı, evvabu00een namazı, tesbih namazı, ihra- ma giriş namazı, yolculuğa çıkış ve yolculuktan dönüş namazı, hacet nama- zı, abdest ve gusülden sonra namaz regaib türünden nafile namazlardır. İslam kültüründe sünnet namazlar, özellikle vakit namazlarının önce- sinde-sonrasında kılınan sünnet namazlar, farz namazlara hazırlayıcı ve onları koruyucu ibadetler olarak değerlendirilmiş, ayrıca Hz. Peygamber'e bağlı olmanın da bir göstergesi kabul edilmiştir. Bunun için de, bu namazla- rın mümkün oldukça kılınması tavsiye edilmiş ve terkedilmesi kötü bir dav- ranış sayılmıştır. Bununla birlikte, sonuçta farz veya vacip olmayıp sünnet olduğu için de çeşitli nedenlerle terkedilmesine müsaade ve müsamaha edilmiştir.

IV. NAMAZIN FARZLARI ve Vu00c2CİPLERİ

Ergenlik (bulu00fbğ) yaşına ve belli bir aklu00ee olgunluk düzeyine gelmiş her müslümanın namaz kılması farz-ı ayındır. Buna göre namazın kişiye farz olmasının şartları, müslüman olmak, bulu00fbğ çağına ulaşmak ve akıllı olmak üzere üç tanedir. Bu şartlara namazın vücu00fbb şartları yani kişinin namaz kılmakla yükümlü olmasının şartları denir. Sahih ve eksiksiz bir şekilde kılınabilmesi için namazın birtakım farzları ve vacipleri (sıhhat şartları), sünnetleri ve adabı bulunmaktadır. Farzlara riayetsizlik, namazın bozulmasına yol açar.

Vacip, kesin olmayan bir delille sabit olduğu için, vacibi inkar eden kişi, kafir olmaz. Ancak bir açıklama getirmeksizin ve te'vil etmeksizin vacibi terkeden kimse fasık kabul edilir. Namazın vaciplerinden herhangi birinin terkedilmesi namazı bozmaz. Namazın vaciplerinden biri sehven terkedil- mişse sehiv secdesi yapmak gerekir. Eğer kasten terkedilmişse, namazın iade edilmesi yani yeniden kılınması gerekir. Sünnet, Hz. Peygamber'in devamlı olarak yaptığı (muvazebe) ve bir mazeret olmaksızın terketmediği şeydir. Namazda sübhaneke okumak, eu00fbzü çekmek bu manada sünnettir. Sünnetin yapılmasına sevap olmakla birlikte terkedilmesine ceza (ikab) yoktur, sadece kınama ve sitem (itab) vardır.

Namazın sünnetleri, namazın vaciplerini tamamlar, onlardaki kusurları telafiye ve fazla sevaba vesile olur. Sünnetlere riayet etmek ve devam etmek Peygamber'i sevmenin bir nişanesi sayılır. Bununla birlikte sünnetin terkedilmesi, ne farzın terkedilmesi gibi namazın bozulmasını ve yeniden kılınmasını, ne vacibin kasten terkedilmesi gibi tahru00eemen mekruhluğu ne de vacibin sehven terkedilmesi gibi sehiv secdesi yapmayı gerektirir. Fakat sünnetlerin kasten terkedilmesi "isaet" (yanlış ve kötü davranış) olur. İsaet, Hanefu00eeler'in tanımlamasına göre tenzu00eehen mekruhun üstünde, tahru00eemen mekruhun altında yer alır. Edep (çoğulu adab), Hz. Peygamber'in devamlı olmaksızın zaman zaman yaptığı şeylerdir. Rüku00fb ve secdede üçten fazla tesbih yapmak gibi. Mendup anlamına da gelir. Bunları terketmek, her ne kadar isaet sayılmaz ve kınamayı gerektirmez ise de bunlara riayet edilmesi daha faziletlidir (efdal). Esasen namazın adabı, yüce yaratıcının huzurunda durulduğunun farkında olunarak, zahiren mütevazi bir halde bulunmaktır.

NAMAZIN FARZLARI Namazın on iki farzı vardır. Namazın farzları, namazın dışındaki farzlar ve namazın içindeki farzlar olarak iki gruba ayrılır. Namazın dışındaki farzlar, namazdan önce ve namaza hazırlık mahiyetinde olduğu için "namazın şartları" (şuru00fbtü's-salat) olarak adlandırılır. Namazın içindeki farzlar ise, namazın varlığı ve tasavvuru kendisine bağlı olduğu, yani bu farzlar namazın mahiyetini oluşturduğu için "namazın rükünleri" (erkanü's-salat) adını alır. Bunlar namazı oluşturan unsurlardır. Namazın farzlarından herhangi birinin eksikliği durumunda namaz sahih olmaz. Buna göre;

a) Namazın Şartları

1. Hadesten taharet

2. Necasetten taharet

3. Setr-i avret

4. İstikbal-i kıble

5. Vakit

6. Niyet

b) Namazın Rükünleri

1. İftitah tekbiri

2. Kıyam

3. Kıraat

4. Rüku00fb

5. Secde

6. Ka'de-i ahu00eere şeklinde sıralanır

Bu sayılan şart ve rükünlerde fakihler görüş birliğindedir. Namazın rükünlerinin düzgün bir şekilde yapılması demek olan ta'du00eel-i erkan Ebu00fb Yu00fb-

suf'a ve Hanefu00eeler'in dışındaki üç mezhebe göre rükün kabul edilmiştir. Kişinin kendi isteği ve fiili ile namazdan çıkması da (huru00fbc bi sun'ih)

Ebu00fb Hanu00eefe'ye göre bir rükündür. Farzlar arasında sıraya riayet etmek (tertip) , Şafiu00ee ve Hanbelu00ee mezheplerine göre namazın rükünlerindendir.

a) NAMAZIN ŞARTLARI

1. Hadesten Taharet

Hades genel olarak hükmu00ee kirlilik, hadesten taharet de bu hükmu00ee kirlilikten temizlenme demektir. Abdestsizlik durumu yani namaz abdestinin

olmayışı ve cünüplük hali, dinu00ee literatürde hades yani hükmu00ee kirlilik olarak nitelendirilir. Hadesten taharet, namaz abdesti olmayan bir kimsenin abdest alması, gusül yapması gereken bir kimsenin gusül etmesi yani boy abdesti alması demektir. Bu çeşit taharet, maddu00ee kirleri giderme, beden sağlığını koruma gibi birçok yararı içinde bulundursa da esas itibariyle başka hikmetlere mebnu00ee dinu00ee muhtevalı ve ibadet içerikli (taabbüdu00ee) bir temizliktir. Bilinen namaz abdestinin olmaması durumu, küçük hades diye; cünüplük, adet görme (hayız) ve loğusalık gibi, gusül yapmayı gerektiren durumlar ise büyük hades diye adlandırılır.

Cünüp olan kimseler, boy abdesti almadan namaz kılamazlar. Aynı şekilde adet yahut loğusalık halinde olan kadınlar da bu halleri devam ediyorken namaz kılamazlar. Bu halleri sona erdikten sonra, namaz kılabilmek için boy abdesti almaları gerekir. Boy abdesti almak için su temin edemeyen veya su bulduğu halde bu suyu kullanma imkanı bulamayan kimseler teyemmüm ederler. Aynı durum, namaz abdesti almak için su bulamayan kimse için de geçerlidir. Tilavet secdesi ve şükür secdesi gibi namaz benzeri işler (eksik namazlar) için de hadesten temizlenmiş olmak yani abdestli bulunmak şart görülmüştür.

Namaz kılarken herhangi bir sebeple abdest bozulursa namaz da bozulmuş olur. Namaz kılarken bilerek abdest bozucu bir fiil işleyen kişinin namazı bozulur. Ancak bu iş, namazın sonunda yapılmış ise, kişi kendi fiili ile namazdan çıkmış sayılacağı için Hanefu00eeler'e göre namaz bozulmaz. Özel durumlarında kadınlar namaz ve oruç gibi ibadetlerden muaftır. Kur'an-ı Keru00eem'de hayız durumunun bir eza ve rahatsızlık hali olduğu bildirilmekte ve erkeklerin bu durumdaki eşleriyle cinsel ilişkide bulunmaları yasaklanmaktadır. Hz. Peygamber, bu durumda olan kadınların namaz kılmayacaklarını ve oruç tutmayacaklarını açıklamıştır. Kadınlar bu dönemlerinde kılamadıkları namazları kaza etmeyecekler, fakat tutamadıkları oruçları kaza edeceklerdir. Bu hükümler üzerinde icma edilmiş ve bu konuda aykırı bir görüş öne sürülmemiştir. Öte yandan özel durumlarında kadınların namaz ve oruç gibi ibadetlerden muaf tutulması, bir "haktan mahrumiyet"

değil, "görevden muafiyet"tir. İbadetler, bir dinin temel unsurları içerisinde yer alması bir yana, o dinin alamet-i farikası, ayırıcı özelliğidir. İbadetler, diğer sosyal ve hukuku00ee kurumlardan farklı olarak, zamana ve zemine göre değişme göstermeyen sabit konulardır. Üzerinde görüş birliği sağlanmış ibadet konularında değiştirme yapılacak olursa, din, kendine mahsus özelliklerini yavaş yavaş yitirir ve tanınmaz hale gelir. Bu bakımdan özellikle ibadet konularında gerçekleşmiş olan icmalara dikkat etmek, bunlara aykırı davranmamak şarttır. Zaten bu tür icmalara aykırı davranmak, öteden beri alimler tarafından bid'at ve sapıklık olarak değerlendirilmiş, hatta konunun önem derecesine göre bazı icmaları inkar edip karşı gelmenin küfür olacağı belirtilmiştir.

2. Necasetten Taharet

Necasetten taharet, vücut, elbise ve namaz kılınacak yerin, -insan kanı ve idrarı, at, koyun gibi hayvanların idrar ve dışkıları gibi- dinen pis sayılan şeylerden temizlenmesi demektir. Ağır(galu00eez) necaset ve hafif necasetin neler olduğu ve bunların hangi ölçüde bulunmalarının namaza engel olaağı konusu TEMİZLİK bölümünde açıklanmıştır. Namazın sıhhatine engel olacak ölçüde necaset taşıyan bir elbise ile bilmeyerek namaz kılan kimsenin, bu durumu öğrendikten sonra namazını iade etmesi gerekir.

3. Setr-i Avret

Avret, insan vücudunda başkası tarafından görülmesi ayıp ya da günah sayılan yerlerdir. Setr-i avret, avret sayılan yerleri örtmek demektir. Avret yerlerinin namazda olduğu gibi, namaz dışında da örtülmesi ve başkalarına gösterilmemesi gerekir. Avret kelimesi Kur'an-ı Keru00eem'de terim anlamına yakın bir şekilde iki yerde geçmiş olmakla birlikte (en-Nu00fbr 24/31, 58) , avret yerlerinin sınır ve ölçüleri gösterilmemiştir. Kur'an'da geçen "sev'e" (el-A'raf 7/20, 22, 26, 27; Taha 20/121; el-Maide 5/31) kelimesiyle de en dar anlamda avret yani erkek ve kadının cinsel organı kastedilmiştir. Bunun Kur'an'da "sev'e" diye anılması, onların örtülmesinin aklın ve fıtratın da gereği olduğunu göstermekte-

dir. Bu bakımdan buna galu00eez avret denilmektedir. Cinsel organların dışında nerelerin avret olduğu hususu büyük ölçüde hadislerle düzenlenmiştir. Hz. Peygamber'in bu düzenlemeyi yaparken, o dönemin giyim kuşam tarzını da dikkate aldığı açıktır. O dönemde bugünkü anlamda iç çamaşırının olmadığı, en azından iç çamaşırı giyme adetinin bulunmadığı dikkate alınırsa, Hz. Peygamber'in erkekler için yaptığı bu düzenlemenin, gerek namazdaki hareketler gerekse namaz dışında oturup kalkmalar esnasında, esas avret yerlerinin (cinsel organ ve makat) görünmemesi açısından ne kadar yerinde olduğu görülür.

Erkek için avret, yani örtülmesi gereken yerler, göbek ile diz kapağının arasıdır. Bu konuda biraz daha ihtiyatlı davranan Hanefu00eeler diz kapaklarını da avret olarak kabul ederken, diğer üç mezhep, diz kapaklarını avret saymazlar. Kadın için avret, yüz, el ve ayak dışındaki bütün vücuttur. Onlar, yüzlerini namazda örtmedikleri gibi, ellerini ve ayaklarını da açık bulundurabilirler. Saçlarıyla beraber başları, bacakları ve kolları örtülü bulunur. İmam Malik, setr-i avretin (örtünme) namaza has olmayan genel bir farz olduğunu, namazda ve namaz dışında uyulması gereken dinu00ee bir emir bulunduğunu dikkate alarak kadınların başlarını örtmelerini ayrıca namazın farzları arasında saymamıştır. Onun bu görüşün bir uzantısı olarak Maliku00ee mezhebinde setr-i avret namazın sünnetlerinden sayılır. Diğer üç mezhep imamı ve Maliku00ee mezhebindeki öteki görüşe göre, namazda setr-i avret, tıpkı kıbleye yönelmenin farz oluşu gibi farzdır. Hz. Peygamber'in "Allah, bulu00fbğa ermiş kadının namazını başörtüsüz kabul etmez (İbn Mace, "Tahare", 132; Tirmizu00ee, "Salat", 160;Müsned , IV, 151, 218, 259) ve "Kadın bulu00fbğ çağına erince elleri ve yüzü dışında başka yerlerinin başkasına görünmesi helal olmaz" (Ebu00fb Davu00fbd, "Libas", 31) Şeklindeki hadisleri göz önüne alınınca, başörtüsüz kılınan namazın geçerli olmayacağı anlaşılır. Kadının başının dörtte biri veya uyluğunun dörtte biri açık olarak namaz kılması durumunda, Ebu00fb Hanu00eefe ve Muhammed'e göre namazı geçersiz olur. Ebu00fb Yu00fbsuf'a göre ise, başının yarıdan fazlası açık olmadıkça namaz geçerlidir. Çünkü bir şeyin yarıdan fazlası çok hükmündedir. Kadın, asgari bir başörtüsü, bir de ayaklara kadar uzanacak bir gömlek giymiş olmalıdır. Başörtüsüz namaz kılacak olursa bu namazını, vakit içinde veya vakit çıktıktan sonra iade eder. Malik'e göre ise vakit çıktıktan sonra iade etmesine gerek yoktur. Çünkü İmam Malik'e göre kadının başını örtmesi namaza hasolmayan genel bir farzdır. Bu sebeple Maliku00eeler namazda kadınların başını örtmesini namazın farzları arasında saymaz, adeta onu namazın sünnet veya müstehaplarından biri olarak görürler. Bu itibarla başörtüsüz kılınan namaz, Maliku00eeler'de ağırlıklı görüşe göre sahih olmakla birlikte vakti içinde iade edilmesi tavsiye edilmiştir. Kadının örtünmeyle ilgili genel farzı ihlal etmiş olmasının dinu00ee sorumluluğu ayrı bir husus olarak değerlendirilmiştir. Öte yandan kadınların kolları, kulakları ve salıverilmiş saçlarının avret olmadığını söyleyen Hanefu00ee bilginler de bulunmaktadır. Maliku00ee mezhebinde erkek ve kadının avret yerleri "ağır avret" (avret-i mugallaza) ve hafif avret olmak üzere iki kısımda değerlendirilmektedir.

Erkek için galu00eez avret, cinsel organ ile makattır. Bu kısmın kesinlikle örtülmesi gerekir. Göbekle diz kapak arasının ağır avret sayılan bölgesinin dışında kalan kısımları ise hafif avrettir. Örtülmesi gerekli olmakla birlikte birincisi kadar ağır değildir. Kadının göğsü, göğüs hizasında bulunan sırt kısmı, kolları, boynu, başı ve dizden aşağısı hafif avret olup, bunun dışında kalan yerleri galiz avrettir. Bu ayırımın pratik sonucu namazdaki örtünme hükümlerine etki eder. Buna göre, hafif avret sayılan yerleri açık olarak namaz kılan bir kimse genel dinu00ee farzı ihlal etmiş olmanın günahını yüklenmekle birlikte, bu kimsenin namazı batıl olmaz. Maliku00eeler'in namazda baş örtmeyi sünnet, açmayı da mekruh saymasının anlamı budur. Giyilen şeyin, tenin rengini göstermeyecek kalınlıkta veya dokuda olması gerekir. Vücut hatlarını belli eden elbise ile namaz kılmak mekruh olmakla birlikte kılınan namaz geçerlidir. İpek giysi giymek mekruh veya haram kabul edilse de, ipek elbise ile kılınan namaz geçerlidir. Namaz esnasında avret mahallinin, kişinin iradesi dışında açılması durumunda, açılan yer eğer örtülmesi gereken yerin dörtte biri oranına ulaşmış ve bir rükün eda edilecek bir süre (sübhanellahi'l-azu00eem diyecek kadar bir süre) açık kalmış ise kişinin namazı bozulur. Kendi iradesi ile açacak olursa na mazı hemen bozulur.

4. İstikbal-i Kıble

İstikbal-i kıble, namaz kılarken kıbleye yönelmek demektir. Müslümanların kıblesi, Mekke'de bulunan Kabe'dir. Kabe denilince sadece bilinen bina değil, bunun yanında, hatta daha öncelikle bu binanın bulunduğu yer kastedilir. Kabe'yi gözle gören kişi, bizzat Kabe'ye yönelir. Kabe'den uzakta olan kişi ise Kabe'nin bizzat kendisine değil, onun bulunduğu tarafa yönelir, yüzünü ve yönünü o tarafa çevirir. Namazın amacı, kalbin masivadan (Allah'tan başka her şeyden) ayrılıp yalnızca Allah'a yönelmesidir. Elbetteki Allah herhangi bir yönle kayıtlı ve sınırlı değildir. Fakat, kalbin huzur ve süku00fbnetini sağlamak bakımından, namazda herkesin yöneleceği bir yönün tayin edilmesi, belirlenmesi gerekir. Zahirde, yüzümüzü Allah'ın evi olan Kabe'ye çevirdiğimiz gibi, batınen de, Allah'ın nazargahı olan kalbimizi, gönlümüzü başka şeylerden çekip alarak, arındırarak yalnız Allah'a yöneltmeli, Allah'tan başka şeyleri kalpten atmalıyız.

Kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen kimsenin, yanında kıble yönünü bilen birisi varsa ona sorması gerekir. Böyle biri varken ona sormayıp kendisi ictihad ederek, yani kıble yönünü bulmaya çalışarak bir yöne yönelmiş

ve yöneldiği tarafın kıble yönü olmadığı ortaya çıkmış ise, namazı iade et-

mesi gerekir.

Kabe'nin bulunduğu noktadan 45 derece sağa ve sola sapmalar kıbleden (Kabe yönünden)sapma sayılmaz. Sapma derecesi daha fazla olursa "kıbleye yönelme" şartı aksamış olur. Kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen kimse, soracak birini bulamadığı takdirde yıldız, güneş, rüzgar gibi birtakım doğal alametlere dayanarak kıble yönünü bulmaya çabalar ve kanaat getirdiği tarafa yönelerek namazını kılar. Namazı kıldıktan sonra kıblenin kendi yöneldiği tarafta olmadığı ortaya çıksa bile, kendisi bu yöne ictihad ederek, yani birtakım alametlere dayanarak bu sonuca ulaştığı için, namazı yeniden kılması gerekmez. Fakat namaz esnasında kıble yönünü anlaması halinde, namazını bozmadan o tarafa yönelir ve namazını tamamlar. Kıble yönünü bilmeyen kimse, birine sormadan veya kıblenin ne tarafta olduğunu araştırma zahmetine katlanmadan(ictihad etmeden) rastgele bir tarafa yönelse, namaz esnasında yöneldiği tarafın kesin olarak kıble tarafı olduğunu anlasa namazı yeniden kılar. Çünkü namazın ilk kısmı şüpheliolduğu için, sağlam kanaate dayalı ikinci kısım, şüpheli birinci kısım üzerine bina edilemez. Ancak bu durumu namazı bitirdikten sonra anlayacak olursa, iade etmesi gerekmez. Ebu00fb Yu00fbsuf'a göre her iki durumda da iade etmesi gerekmez.

İki kişi kıble cihetini araştırsa ve her biri ayrı bir yönün kıble olduğuna kanaat getirse, bu durumda bunlar birbirlerine uyarak cemaatle namaz kılamazlar. Her biri kendi tesbit ettiği kıbleye dönerek ayrı ayrı namazlarını kılarlar.

Bir kimse namazda iken bir özür olmaksızın göğsünü kıble tarafından çevirecek olursa namazı bozulur. Yüzünü çevirecek olursa, derhal kıbleye dönmesi gerekir. Bir kimse abdestsiz olduğunu zannederek namazdan ayrıldıktan sonra abdestli olduğunu hatırlasa, isterse henüz mescidden çıkmamış olsun, namazı bozulmuş olur. Fakat bir kimse mescidde namaz kılarken abdestinin bozulduğu zannıyla kıbleden ayrılıp da daha mescidden çıkmadan abdestinin bozulmadığını anlasa, İmam-ı u00c2zam'a göre namazı bozulmuş olmaz. Ama bunu mescidden çıktıktan sonra anlayacak olsa namazı ittifakla bozulur. Çünkü mekanın değişmesi bir özüre mebni değilse, namazı iptal eder.

Hastalık veya düşman yahut yırtıcı hayvan korkusu gibi nedenlerle kıbleye dönme imkanı bulamayan kimse, kendisi için en rahat olan tarafa

döner.

Binek Üzerinde Kıbleye Yönelme

ormal durumlarda binek üzerinde nafile namaz kılmak caiz ise de, farz namaz kılınmaz. Ancak zaruret durumlarında binek üzerinde namaz kılmak caiz görülmüştür. Hayvan üzerinde, otomobil veya otobüste namaz kılındığı takdirde namazın rükünlerinden olan kıyam ve çoğu kere istikbal-i kıble yerine getirilemez. Fakat yerin çamur olması, namaz kılacak uygun bir yer bulunmaması gibi durumlarda, hayvanı veya otomobili durdurup, hayvanın veya taşıtın üzerinde kıbleye yüz tutarak namaz kılınabilir. Hanefu00ee mezhebinde iki namazın birlikte kılınması (cem') , hac mevsiminde, Arafat ve Müzdelife dışında