8 Mart: Tahakküm ilişkilerini yeniden düşünmek için bir neden
Belirli gün ve haftaları bilirsiniz. Özel günler olarak görülürler. Bazıları avutucu iken bazıları hem hikâyesi, hem de o gün vesilesiyle akla getirdikleri itibariyle anlamlı, anlamlı oldukları kadar da bir imkân olarak görülebilirler.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, böyle
bir gündür esasında.
Tüketim toplumu için icat edilmiş
uyduruk günlerle karıştırılmamak gerekir. Sosyal medyada zaman zaman karşılaştığım
yorumlarda 8 Mart Dünya Kadınlar Gününe bir Sevgililer Günü muamelesi
yapıldığına görüyorum.
Ortada feci bir yanlış anlaşılma
olduğu aşikâr.
8 Mart’ın tarihsel arka planına
baktığımızda bu yanlış anlaşılmayı görebiliyoruz.
İlk olarak 1910’da tarihinde
Danimarka’nın Kopenhag kentinde düzenlenen bir toplantıda Almanya Sosyal
Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart tarihini
gündeme getirdi.
Zetkin’in amacı 8 Mart 1857
tarihinde tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçileri anmaktı. Zetkin’in 8
Mart’ın "Internationaler Frauentag" (International Women's
Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisi toplantıda kabul
edildi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, yıllar sonra 16 Aralık 1977 tarihinde
8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını
kabul etti.
Zetkin’in önerisi 8 Mart 1857
tarihinde ABD’nin New York kentinde 40 bin dokuma işçisinin daha insani çalışma
koşulları için bir tekstil fabrikasında yaptıkları greve dayanır. Bu grev
esnasında polis işçilere saldırır ve onları fabrikaya kilitler. İşçilerin
fabrikaya kilitlenmesinin ardından çıkan yangında, işçilerin fabrika önünde
kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verir.
Uzun çalışma saatleri ve insanlık
dışı şartlarda, katı talimatlarla çalıştırılan işçilerin daha insani koşullar
için başlattıkları grev, insan olmalarının ve insan gibi muamele görmek
istemelerinin bir sonucuydu. Ne var ki bu en masum insani talepler bile çok
sert biçimde cezalandırıldı. Polisler grev yapan işçilere saldırdı. Trajik
hadisenin meydana gelmesine de bu acımasız saldırı neden oldu.
Buna benzer bir facia 1911
yılında yine ABD’de New York’ta Triangle gömlek fabrikasında çıkan yangında
yaşandı. Çoğu çocuk yaşta 148 kadın işçi öldü. Bu olay daha sonra Amerika’da
çalışma kurallarını büyük ölçüde etkiledi. Bu yangında fabrikada haftada
60 ile 72 saatlik mesai karşısında aldıkları 6-7 dolar ücret karşılığında
çalışan, çoğunlukla çocuk sayılabilecek yaştaki yaklaşık 500 kadın işçinin üçte
bire yakını hayatını kaybetti.
Yangın söndürme hortumunun
çalışmaması, itfaiyeye zamanında haber verilmemesi, yangın çıkışının kilitli
olması, fabrika binası içinde ulaşımın daha çok asansöre bağımlı olması ve
asansörün ilk seferinden sonra halatlarının yangın sebebiyle koparak yangın
katına ulaşımın sağlanamaması gibi daha çok ihmalden kaynaklanan sebeple
içeride sıkışıp kalan işçilerin kurtulmak için hiç bir şansı yoktu.
Ölen işçi kadınların 62’si
alevlerin karşısında dayanamayarak pencerelerden atlamayı tercih etti. 100
kadar işçi de bina içinde yanarak can verdi. Bu acı olay da kurbanları kadın
işçiler olan unutulmaz bir trajedi olarak tarihe geçti.
***
21.yüzyılın ilk çeyreği sona
ermek üzere, ne var ki kadınların hak arama mücadelesi sürüyor.
Bu mücadele tıpkı diğer hak
arayışlarında oldu gibi tahakküm ilişkilerinin oluşturduğu bir dezavantajlı
kılınma sürecine itiraz içeriyor. Geçmişten tevarüs edilen mekanizmaların
yanında modernliğin devraldığı ve yeniden ürettiği mekanizmaların çarklarının
biteviye döndüğü bir vasatta bu tahakküm ilişkilerini konuşmanın bir imkânını
sunması açısından 8 Mart’ın önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu vesileyle hem 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyor, hem de böyle bir günün düşünülmesine vesile olan ve hayatlarını kaybeden kadın işçileri saygı ile anıyorum.