Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

10 Mart 2021

8 Mart: Tahakküm ilişkilerini yeniden düşünmek için bir neden

Belirli gün ve haftaları bilirsiniz. Özel günler olarak görülürler. Bazıları avutucu iken bazıları hem hikâyesi, hem de o gün vesilesiyle akla getirdikleri itibariyle anlamlı, anlamlı oldukları kadar da bir imkân olarak görülebilirler.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, böyle bir gündür esasında.

Tüketim toplumu için icat edilmiş uyduruk günlerle karıştırılmamak gerekir. Sosyal medyada zaman zaman karşılaştığım yorumlarda 8 Mart Dünya Kadınlar Gününe bir Sevgililer Günü muamelesi yapıldığına görüyorum.

Ortada feci bir yanlış anlaşılma olduğu aşikâr.

8 Mart’ın tarihsel arka planına baktığımızda bu yanlış anlaşılmayı görebiliyoruz.

İlk olarak 1910’da tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde düzenlenen bir toplantıda Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart tarihini gündeme getirdi.

Zetkin’in amacı 8 Mart 1857 tarihinde tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçileri anmaktı. Zetkin’in 8 Mart’ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisi toplantıda kabul edildi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, yıllar sonra 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti.

Zetkin’in önerisi 8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40 bin dokuma işçisinin daha insani çalışma koşulları için bir tekstil fabrikasında yaptıkları greve dayanır. Bu grev esnasında polis işçilere saldırır ve onları fabrikaya kilitler. İşçilerin fabrikaya kilitlenmesinin ardından çıkan yangında, işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verir.

Uzun çalışma saatleri ve insanlık dışı şartlarda, katı talimatlarla çalıştırılan işçilerin daha insani koşullar için başlattıkları grev, insan olmalarının ve insan gibi muamele görmek istemelerinin bir sonucuydu. Ne var ki bu en masum insani talepler bile çok sert biçimde cezalandırıldı. Polisler grev yapan işçilere saldırdı. Trajik hadisenin meydana gelmesine de bu acımasız saldırı neden oldu.

Buna benzer bir facia 1911 yılında yine ABD’de New York’ta Triangle gömlek fabrikasında çıkan yangında yaşandı. Çoğu çocuk yaşta 148 kadın işçi öldü. Bu olay daha sonra Amerika’da çalışma kurallarını büyük ölçüde etkiledi. Bu yangında fabrikada haftada 60 ile 72 saatlik mesai karşısında aldıkları 6-7 dolar ücret karşılığında çalışan, çoğunlukla çocuk sayılabilecek yaştaki yaklaşık 500 kadın işçinin üçte bire yakını hayatını kaybetti.

Yangın söndürme hortumunun çalışmaması, itfaiyeye zamanında haber verilmemesi, yangın çıkışının kilitli olması, fabrika binası içinde ulaşımın daha çok asansöre bağımlı olması ve asansörün ilk seferinden sonra halatlarının yangın sebebiyle koparak yangın katına ulaşımın sağlanamaması gibi daha çok ihmalden kaynaklanan sebeple içeride sıkışıp kalan işçilerin kurtulmak için hiç bir şansı yoktu.

Ölen işçi kadınların 62’si alevlerin karşısında dayanamayarak pencerelerden atlamayı tercih etti. 100 kadar işçi de bina içinde yanarak can verdi. Bu acı olay da kurbanları kadın işçiler olan unutulmaz bir trajedi olarak tarihe geçti.

***

21.yüzyılın ilk çeyreği sona ermek üzere, ne var ki kadınların hak arama mücadelesi sürüyor.

Bu mücadele tıpkı diğer hak arayışlarında oldu gibi tahakküm ilişkilerinin oluşturduğu bir dezavantajlı kılınma sürecine itiraz içeriyor. Geçmişten tevarüs edilen mekanizmaların yanında modernliğin devraldığı ve yeniden ürettiği mekanizmaların çarklarının biteviye döndüğü bir vasatta bu tahakküm ilişkilerini konuşmanın bir imkânını sunması açısından 8 Mart’ın önemli olduğunu düşünüyorum.

Bu vesileyle hem 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyor, hem de böyle bir günün düşünülmesine vesile olan ve hayatlarını kaybeden kadın işçileri saygı ile anıyorum.