Dolar (USD)
32.38
Euro (EUR)
34.92
Gram Altın
2324.39
BIST 100
9079.97
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

08 Haziran 2023

Ahmet Haşim şiiri üzerine

Şiirde Musiki

Ahmet Hâşim’in şiirlerinin geneline baktığımız zaman geniş bir kelime hazinesine sahip olduğunu görüyoruz. Bu hazineye sahip oluşunun yanı sıra Arapça ve Farsça dillerine de hâkimiyeti dikkatlerden kaçmıyor. Tamlamaları kullanmadaki ustalığı, kelimeler ile adeta raks edişi, bir yandan da kelimelerden yeni sesler çıkararak bizi de bu raksa davet edişi ne kadar usta bir şair olduğunun göstergesidir. Şiirde oluşturduğu musiki bir anda bizi kendine çekiyor. Bu öyle bir musiki ki, gecenin en muhteşem deminde ay ışığının altında ruhumuzun sessizliğine tercüman olan kadife bir kalbe dokunuyormuş hissini bize yaşatıyor. Ki Hâşim'in kendisi de Piyale'nin girişindeki Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar bölümünde: "Oysa şair ne bir gerçek habercisi, ne bir güzel ve etkileyici konuşan insan, ne de yasa koyucudur. Şairin dili, “düzyazı” (nesir) gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere var olmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın ortalama bir dildir." diye belirterek bu konuya açıklık getiriyor.

Ahmet Hâşim, şiirlerinde dönemine ışık tutmak yerine evrensel şiirin ne olduğunu bize öğretmeye gayret ediyor. Bu yüzden şiirlerinde sosyal mesajlar kaygısı duymadan şiirin kendi iç sesini duymaya ve duyurmaya çalışmıştır. Bunu da en iyi şekilde okuyucusuna hissettirmiştir. Hem şiir yazan hem de şiir okuyan günümüz insanına kadar uzanan bir etkisi olduğunu inkâr edemeyeceğimiz Hâşim’in şiir anlayışında musikiyi temel almasının en önemli nedeninin hocası Ahmet Hikmet’in bir derste söylediği: “Şiir ancak kullanılan güzel kelimelerin yardımıyla ve ahenkli kafiyelerin sayesinde tatlılaşarak mantığın haricinde bir eda ile hakiki bir şiir olur.” sözü olduğunu söyleyebiliriz.

Az Sözle Çok Anlam

Ahmet Hâşim, şiirlerinde kelime kalabalığından ziyade az söz ile çok derin anlamlar vermeye ve kelimelerle oluşturduğu ahenk neticesinde okuyucunun kulağına, kalbine ve ruhuna hitap etmeye çalışır. Eleştirmenlerden ziyade okuyucunun şiirin hakiki anlamına vakıf olabileceğini kabul eder. “Şair burada ne anlatmak istemiş?” sorusunun yerine her okurun, şiirin gizemini kendi ruhunun derinliğinde bulmasını murat eder. Okuyucunun okuduğu şiirde şairini bulmasını istemez, bilakis okunulan her şiirde ayrı ayrı okuyucunun kendisini bulmasını bekler. Bu anlamda da şairin temel prensibinin kendini elevermesi değil, okuyucunun kendisini bulabilmesine ışık tutması olmalıdır. Meseleye bu açıdan baktığımız zaman, şiir ile okur arasında bir tılsımlı köprü kuran şair, istediği şey her neyse, işte tam da onu okuyucunun bu köprüden geçerek keşfe çıkıp kendisinin bulmasını arzular.

Şiiri gereksiz uzunluklardan kurtararak durması gerektiği yerde bırakır ve anlam bütünlüğünün sağlandığı yerde kelime israfına girmeden şiirin hakkını teslim eder. Ona göre şiir, uzun veya kısa gibi tanımlamalardan ziyade, olması gerektiği kadardır. Birilerinin ne dediğine bakmadan şiirin kendisini tamam olarak gördüğü yerde bırakmasını bilmiştir.

Melankoli ve Umudun Şairi

Melankolik bir şair olan Hâşim, sanki intiharı göğsünde bir nişan olarak taşımış gibi yaşamıştır. Ölmek, şiirinin ifadelerindeki derinlik bu durumu biraz ele veriyor: “Firâz-ı zirve-i Sînâ-yı kahra yükselerek / Oradan, / Oradan düşmek ölmek istiyorum / Cevf-i ye’s âşinâ-yı hüsrâna…” Kelimelerin ahengi ve anlamı o kadar derin ki, şiir; kelimesi, tamlaması, musikisi ve anlamıyla bir bütün oluşturuyor. Her şiiri ayrı bir inceleme ve değerlendirmeye tabi tutulacak şairdir Ahmet Hâşim. Bu dizeleri ona yazdıran ise his dünyasındaki melankolik halinden öte bir duygu olmasa gerek.

Hayatının genelinde hep bir hüzün olan Hâşim’in Anadolu’da gördüğü resim şiirlerine ilham olmuştur. Hüznü acıyla yoğrulan bir yürekten başka kim daha güzel yorumlayabilir ki? Bu anlamda acıdan aldığı ilham ile güçlü imgelerin şairidir Ahmet Hâşim.

Kimi şiirlerinde yaşadığı aşkın ne kadar platonik olduğunu öyle ele veriyor ki, ele vermekten ziyade açık bir yüreklilikle dile getirmekten çekinmiyor. Bu halini dile getirmedeki cesaretini çevresindeki insanlara anlatmaktan da geri durmazken ancak o aşkın muhatabına zarar verebileceği gayesiyle naif bir edayla her dem geri durmayı tercih ediyor ve kendini en büyük yoldaşı ve sırdaşı olan gecenin koynuna bırakıyor.

Her ne kadar Ahmet Hâşim denildiği zaman aklımıza gece, karanlık, melankoli, gam, hüzün, hüsran, hicran geliyor olsa da aslında hep bir ziya, bir ışık bulmanın umudunu ruhunda gizli tutmuştur. En karanlık gecelerde dahi aya sığınması da bundandır.

Gece ve ay birbirini tamamlayan iki tema olarak karşımıza çıkıyor Hâşim'in şiirlerinde. İmgeleri de bu temalar üzerinden verirken kelimedeki ustalığı gözlerden kaçmıyor.

Aşk dolu bir yürek taşımış olsa bile sonunda bütün kapıları hüsrana açılan Hâşim, bir hastalığın kollarında ruhunu teslim etmiştir. Hayatı da şiirleri gibidir ve yaşaması gerektiği kadar yaşamış ve kırk altı yaşında hayata gözlerini yummuştur.

Ahmet Hamdi Tanpınar ile Ahmet Kutsi Tecer’e vefatına yakın bir zamanda söylediği “Şairlerin en garibi öldü.” sözü hayatının en sade ve hakiki cümlesidir. Doğumu net olarak bilinmemekle birlikte 4 Haziran 1933 tarihinde Kadıköy’de vefat ettiği kayıtlara düşmüştür. Kabri ise Eyüp Mezarlığındadır.

Empresyonist ve Sembolist şiirin temsilcisi ve müphemliğin şairi olan Ahmet Hâşim’in Piyale ve Göl Saatleri isimli iki şiir, Gurabahane-i Laklakan ve Bize Göre isimli iki deneme, Frankfurt Seyahatnamesi isimli gezi yazısı türünde bir kitabı bulunmaktadır.

 
ABONE OL
Deniz feneri detay
Deniz feneri detay
Kızılay 160x600
TDV ramazan