Dolar (USD)
32.55
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2426.78
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Akıl yeni mi keşfedildi?

Post/modernliğin bir teknoloji ve algı yaratmak konusunda başarılı olduğunu teslim etmeliyiz. Bu başarısını önemli oranda iletişim teknolojisi, sanallık ve görüntü bolluğuna borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda dünyanın bir başka biçimde de kurulabileceğine dair bir deneme yaptı. Çıktılarının ciddi kritik edilmesi gerekiyor.

Modern bakış açısı sanki insanlık pre-modern dönemde hiç akla önem vermiyormuş, onu kullanmıyormuş da kendisi onu keşfetmiş gibi bir algı yarattı. Hatta öyle ki, insanlığın pre-modern dönemi büyük bir felaket zamanları olarak lanse edildi. İnsanların geçmiş dönemdeki yaşamı, bugünün koşulsuz onaylanması bağlamında “felaket” algısı yaratmak için kullanılmaktadır.

Geçmiş sanki insanların akıllarını kullanmadığı, işlerini belirli bir bilgi düzleminde kurmadıkları primitif bir dönem olarak kurgulanmaktadır. Öyle ki, ilerleme ideolojisi çerçevesinde insanlık yeniden okunmaktadır. Geçmişteki olaylar ve insan davranışlarını akıl ve bilgiden yoksun görenler dört noktayı atlamaktadırlar. Birincisi, her dönem kendi çevre koşulları ve bilgi çerçevesinde kararlar verir. İkincisi de, bu mantıkla bundan elli sene sonraki insanlar da bugüne akıl ve bilgiden yoksun dönem olarak bakmayacaklar mı? Üçüncüsü, aklın farklı dönemlerde farklı algılanma ve kurgulanma biçimleri söz konusudur. Dördüncüsü ise, aklın elbette mantık örgüsü çerçevesinde işlemleri ve işleyiş biçimleri vardır; ancak aklın veri kabul ederek üzerinde işlem yaptığı paradigma, parametre ile bilgi ve çevre koşullarının değişimi oranda çıktıları da değişebilir. Dolayısıyla akıl sanki, bir ucundan malzeme verince diğer ucundan değişmez çıktılar alan bir makine gibi kurgulanamaz.

Yaratılan diğer önemli bir algı, dinin akıl ve bilimle uzlaşmaz olduğunu kesin tezat konsepti içerisinde vurgulamak şeklinde tezahür etmektedir. Bunun doğal bir sonucu olarak din mi bilim mi şeklinde bir soru ajanda da tutulmaktadır ki, birbirleriyle önemli ilintileri olmakla birlikte alanları tamamen farklı olan bilim ve dinin ya da akıl ile dinin birbirinin yerine ikame edilmeye çalışılması gibi tuhaf bir tutum söz konusu. Üstelik bu yanlış tutumlar sadece din dışı (din karşıtı değil) bir bakış açısına sahip insanlarda değil, dindar şeklinde vasıflandırılan insanlarda da gözlemlenmektedir.

Buradan itibaren yanlış bir şekilde bir tarafa Tanrı diğer tarafa akıl, bilgi ve tabiat yerleştirildi. Bunun bir sonucu olarak bugün bile Tanrı’dan söz etmek aklın ve bilginin ağırlığını azaltmak olarak anlaşılmakta ve ikame kültürünün burayı da işgal ettiği görülmektedir. Özellikle son birkaç yüzyıldır din konusundaki yoğun eleştiriler, “dindar” denilen insanların Tanrı ve dini bir apolojiye çevirmeleri tavrı yanında, giderek hızlanan postmodern bir düşünme biçimini de yoğun bir şekilde görünür kılmıştır. Aslında aynı aşırılığın iki farklı boyutu olan bu durumun gelecekte başka maliyetleri getireceğini bekleyebiliriz.

Tanrı ve din insan için dünyaya dair bir perspektif ve anlam sunar. İnsan ise dünyadaki yaşamının bilgisini zaten bilim ile kendisi üretmiştir ve üretmeye devam edecektir. Pre-modern dönemde teolojinin bilim alanının tikelliklerini temellük etmeye kalkışması bir aşırılık olarak tarihteki yerini aldı. Modernlik ise bu aşırılığa bir başka aşırılıkla cevap vererek insan, dünya, bilgi, akıl ve tabiatı tamamen Tanrı’dan kopardı. Bu ise, “anlam”dan boşandırılan dünya ve insanı şimdi önümüze ağır bir fatura olarak bıraktı: “insan biliyor ve eyliyor; fakat niçin?”

Ramazan ayının bu tefekkürü tazammun etmek üzere hayırlar getirmesi duasıyla.