Başımıza daha kötü neyin gelen gelebileceğini düşünüyoruz?
Ülke olarak ciddiye alınmayacak iş, düşünce ve ilişkilerle yol alıyoruz. Böyle yapıyoruz çünkü; ancak böyle yaptığımız taktirde başımıza bir iş gelmeyeceğini garanti ettiğimizi düşünüyoruz. Temel düşünceniz, başınıza herhangi bir iş gelmemesi olunca tevarüs eden işi, düşünceyi ve ilişkiyi aynı şekilde sürdürmek kalıyor geriye. Böylece yaşadığınız, bildiğiniz bir şeyi hiç de zorlanmadan yapmış oluyorsunuz. Bunun için ne risk almanız gerekiyor, ne de fazladan fikri ve ameli bir uğraşa girmeniz gerekiyor. Ancak bunları yaparken aynı zamanda işinizi, düşüncenizi ve ilişkilerinizi ciddiyetle yürütüyormuşsunuz gibi yapmanız gerekiyor. Mış gibi yapmak; işinizi, düşüncenizi, ilişkinizi, ideolojinizi vs. ciddiye alıyormuşsunuz gibi yapmak.
Kimsenin böyle yapıp yapmadığınıza ilişkin bir sorgulaması da
yok zaten. Hepimiz bu kolektif kandırmacada rol üstlenmiş durumdayız.
Ciddiyetle yapılan tek şey, ‘mış gibi yapmak’. Bunu daha fazla detaylandırmanın
bir gereği, bir anlamı yok. Bugünlerde yüz yüze açılıp açılmayacağı kamuoyunun
gündeminde olan eğitim-öğretime ilişkin yapıp ettiklerimiz bu durumumuzun müşahhas
bir örneği. Baktığınızda ciddiyetle dile gelen söylemler var, hazırlıklar var,
uygulamalar var, seferber edilen milyonu aşkın çalışan var, milyonlarca veli ve
öğrenci var. Peki bu görüntüyü kurtaran vaziyetimizin içinde ne var? Uzaktan eğitim
adı altında kopardığımız bu fırtına neyin nesi? “Simülasyonları yaptık, her türlü
senaryoya hazırız” vs. gibi bir söylem ne söylüyor bize? Niçin böyle bir söylemle
karşı karşıyayız? Bu söylem değil de başka bir söylemle karşılaşıyor olsaydık
acaba başka türlü mü olurdu? İçeriğin neliğiyle, niteliğiyle ilgili bir hesabımız
var mı? Varsa nedir ve nasıldır bu hesap?
Başlarken bütün bu yapıp etmelerimizin anlamının başımıza
herhangi bir işin gelmemesini garanti etmek olduğunu belirtmiştim. Ancak bu tür
durumlarda şöyle de düşünmek gerekmez mi veya şöyle düşünmek daha doğru olmaz mı?
Başınıza bundan daha kötü ne gelebilir ki? Bizim düşünme şeklimizde, düşünme
sistematiğimizde bir çarpıklık dikkat çekiyor. Başımıza bir şeyin gelmesini
hayati bir tehlikede olmak şeklinde anlıyoruz. Bu tehlikeyi bilfiil gözümüzün önünde
görmek şeklinde anlıyoruz. Elbette bu yanlış bir düşünce değil bu. Ancak başımızın
dertte olması durumu bununla sınırlı değil. Mesela; nesiller boyu sürdürdüğümüz
ve hiçbir derdimize derman olmayan bir etkinliği keramet varmış gibi devam
ettirmek başımıza gelen çok kötü bir şey değil mi? Başımıza daha kötü ne gelebileceğini
düşünüyoruz? Okullarımızın yıkılması, kitaplarımızın, öğretmenlerimizin olmayışını
mı? Böyle olsa daha iyi olmaz mı? Hiç olmazsa neyimizin olmadığını bilir ona göre
bir tedbir alırdık. Şimdi varmış gibi duruyor ancak karşılamasını düşündüğün hiç
bir amacı da gerçekleştirmiyor. Düşünce şeklimizdeki çarpıklıktan kastettiğim şey
bu. Varlığınızın tehdit altında olması elbette başınıza kötü bir şey geldiğini
gösteriyor. Ancak beterin beteri de var. Varlığınızın tehdit altında olması fiziki
bir yokluk riski olmadan olabiliyor. İçerik yitimine uğrayabilirsiniz, anlam
yitimine uğrayabilirsiniz, düşüncelerinizin, inançlarınızın, iddialarınızın
hilafına hizmet eden bir başkalaşım geçirebilirsiniz. Fiziki mevcudiyetinizin
kendi başına bir anlamı olabilir mi? Bugün İsrail diye bir devlet var. İsrailoğullarının
asırlar boyu diasporada yaşaması mı başa gelen bir musibetti, yoksa bu şekilde
bir devlete sahip olmak, bu şekilde bir devletle güçlü bir şekilde yaşamak mı bir
musibet? Veya bir musibet gibi görülmeyen bu son var olma halinin yeryüzünde
itilip kakılmak şeklinde bir var oluştan çok daha iyi olduğunu söylemek mümkün
mü?
Musibetlerden musibet mi beğeniyoruz ,yoksa pozisyonumuzun
ne olduğundan ziyade varlığımızın, işleyişimizin, ilişkimizin niteliğinden mi
bahsediyoruz? Evet ne yapıyoruz, neden bahsediyoruz?