Batı - batı-dışı ve kendinden kaçmak
Marx ve Engels Komünist Manifesto olarak tarihe mâl olacak metnin girişinde, Komünizmi
tüm Avrupa’nın korktuğu bir hayalete benzeterek şöyle dediler: "Avrupa'da
bir hayalet dolaşıyor: Komünizm hayaleti. Eski Avrupa'nın bütün güçleri bu
hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdiler.”
İki savaş arası dönemde ise Faşizm, Avrupa’da bir hayalet
olamayacak kadar gerçekti. Hitler, Mussolini, Franco gibi liderler ile ete kemiğe büründü. Kaba taslak bir okuma, II. Dünya Savaşı’nın
neticelerinden birisini Faşizmin Avrupa’dan sökülüp atılması olarak
değerlendirebilir. Fakat derinlikli bir okuma, tarihî, felsefî ve siyasal arka
planı görmeyi mümkün kıldığında, bunun acele ile yapılan bir yorum olduğu
ortaya çıkar.
Nitekim Frankfurt okulunun simge isimlerinden Max Horkheimer 1939’da yukarıdaki genel
kabulden daha rafine bir görüşü dillendirmekteydi. Horkheimer kısa ama etkili bir şekilde şöyle söylüyordu : “Kapitalizmi eleştirmeyen faşizm hakkında
sussun”.
Bauman ise Horkheimer’in hükmünden çok daha kapsayıcı olan bir yargıya
ulaşmıştı. Bauman, ‘soykırım’
uygulamaları da dâhil olmak üzere Faşizmin esasında moderniteye içkin olduğunu
söylüyordu.
II. Dünya Savaşı’nın galipleri her ne kadar Nazileri birkaç
çıldırmış adam olarak resmetmekten hoşlansalar da Nazilerin modern bilimin
izini sürerek kendilerinden önce Batı felsefesine içkin olan bir fikirler
kümesinden epeyce beslenmiş oldukları ortaya döküldü. Hatta bu ortaya dökme
faaliyeti yine Batı’nın düşünürlerince yapıldı.
Batı’nın
hayaletleri, Batı’nın hikâyesi…
‘Batı’nın çökmekte
olduğu’ tezleri
sıklıkla dillendiriliyor. Yaşanmakta olan krizin esasında Batı’nın kendisiyle
alakalı olduğu, kendi referans değerlerine ihanet ettiği, küresel sahada ise
yeni ittifakların karşısında çaresiz kaldığı söyleniyor. Hatırlamaktan
hoşlanmadığı geçmişini, yükselen ırkçılık ve İslamofobinin yeniden
canlandırdığı ifade ediliyor…
Bütün bu değerlendirmeler bir isabet yüzdesine sahip
olabilirler. Hatta çok doğru tespitler olarak kabul görebilirler. Avrupa’nın şu
an içine hapsolduğu fotoğraf karesi, kendi hikâyesinin dramatik bir anını yansıtıyor
da olabilir.
Eğer denildiği gibi Avrupa için böyle bir bitişe, tükenişe
tanıklık ediyorsak buna sevinmeli miyiz?
Peki, Avrupa’nın bu çöküşünde, tükenişinde Bat-dışı
toplumların bir katkısı var mı?
Entelektüel bir meydan okuma ile onu bozguna mı uğrattık
mesela.
Ya da sosyal ve siyasal düzlemde onda ve orada olmayan bir
açılım ile köşeye mi sıkıştırdık onu?
Onun vadettiğine karşılık daha insanca bir teklif ile mi
çıktık ortaya?
Avrupa’nın halsizliği bizim canlılığımızın mı sonucu?
Yoksa Avrupa’nın hayaletlerini ve Avrupa’nın hikâyesini kendimize bakmamanın mazeretine mi dönüştürüyoruz?