Dolar (USD)
32.50
Euro (EUR)
34.95
Gram Altın
2429.80
BIST 100
9800.07
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

05 Temmuz 2022

Bir yol bulmak

Seyahat göl olmayı bir süreliğine terk edip, ırmaklaşarak deniz olmaya doğru bir hareketliliğe benziyor. Su yolunu önceden planlamıyor. Belki sadece birkaç merkez uğrak mekânı. Kalanı safça akış. Yorulduğunda ve acıktığında biraz durup, sonra ilerlemek. Ki biz ona namaz molası deriz. Namaz da mola sayılır, ruhsal yolculuklarda. Dura dura ilerlemek, durup bir ne yapıyor, gerçekten ilerliyor mu, yoksa gerisin geriye geriliyor muyum diye gidişatı bir gözden geçirmek gibidir ya. Onun gibi…

Mukim/yerleşik olmanın, kalıp bir şeyler yapmaya başlamanın, üretmenin ve gelişimin toprağı olduğu malum. Fakat araya yolculuklar koymak, göçüp gidiyor olma duygusunu katmak gerekiyor. Daima aynı yerde, aynı şeyleri yapmak, hayatını hiç değişmeyen tekrarlara çakmak, sıradanlığı tartışmasız ilkeleri yaşar gibi yaşamak, durup “Ben ne yapıyorum?” demeden otomatikleşmek ve sonra tabii ki “Neden yapıyorum?” diyememek zor. Nedenleri kaybetmek sonuçları da kaybettiriyor. Büsbütün nedensizliğin, hayatlarımızı sonuçsuzluğa götürüp koyduğu malum. Amacımız, hedefimiz bizim has yoldaşımız. Her durduğumuzda onunla aramızın nasıl olduğunun yoklamasını yaparız aslında. Amacımızı kaybettiğimizde anlamımızı da yitirmişle beraber oluruz. Boşluk gelir tam içimize yerleşir. Yolu kat edemeyişimizin biricik sebebi. Boşluk ağırdır. Yerleştiği ruhun hamalını güçten düşürür. Enerji bükücü bir şey. Yutucu, yok edici…

Her durduğumuzda yolun sonu, daima ilerlememizin yolu ve yollarını ve sonsuzluğun tadını düşünürüz. Her yol alışımızı biraz açık, daha çok gizli planlarız. Aslında toplamda nereye gidiyor olduğumuzun farkındayızdır. Nereye varacak olduğumuzun… Bu bizim hiç plan yapmamış gibi davranışımız yolun bize sürprizlerle varmasını sağlamak içindir. Hakikaten hesapsızlık kadar güzel bir şey yok. Kitabınız var nasılsa…

Yani en temelde ille de belli bir çerçeveniz var. Olabilecek en özgür ilkeler ile çizilen büyük bir anlam evreniniz zaten var. Dolayısıyla iki de bir kendinizi sıkmanıza, öylece çakılıp kalmanıza, donmanıza, çürümeye varmanıza ne lüzum var? Hesapsızlığın güzelliği ise ara sıra güzergahınızdan sapmalarda saklı. Ana güzergahı kaybetmeden girip çıktığınız her hesapsız sapmalar beklenmedik sürprizlerle dolu olabiliyor.

Yan yollar, yeni yollar, açılmış, belirlenmiş, çizilmiş ana yollardan daha ileri götürüyor. Şöyle bir şey oluyor. “Ancak buradan gidebilirsin!” emri vakisini es geçtiğiniz bir yol tabelası yapıyorsunuz. İçiniz biraz cız ediyor. Çünkü insan konfor alanını kaybettiğinde annesini AVM de kaybetmiş küçük bir çocuğa benziyor. Sonra ne olacaksa olsun, yeni, değişik bir şeyler olsunlar başlıyor. Ve gerçekten de oluyor. Bütün özgünlük önceden orada bir yol yokmuş gibi duran, biraz dar ilerleyen, temkinlerinize, endişelerinize, -ya kötü bir şey olursa- larınıza sürterek, onların üstünü biraz çizen çalı çırpı dikenlerle beraber ilerlemekte saklı. Sanki kendinize özel bir yeni yol açmış oluyorsunuz.

Sanki ayaklarınızı yeni fark ediyorsunuz. Sizinle yol alan araba da mutlu bu keşiften. Farklı toprakların tozu, çiçeği, meyvesi ve yaşanmışlığıyla süslenmiş bir araba olarak diğerlerinden ayrılıyor. Makine bile size âşık oluyor, farklı ve plansız yolculuktan dolayı. Bütün hücreleriyle tasarruf edilmişliğine teşekkür ediyor. Hep aynı caddelerde aynı şeyleri yaşamaktan ve park yerlerinde pineklemekten nefret etmiş haldeyken sizin onu alıp nerelere götürmenize bayılıyor. Onun tek ihtiyacı ve bakımı serviste değil.

Var ediliş amacını olabilen en üst düzeyde gerçekleştirmede yatıyor. Üst düzey ise farklılıkta, daha önce yapılmamış şeylerde saklı. El değmemiş tecrübeler orada burada, daha çok belirlenmemiş güzergahlarda, gidilmemiş yollarda, girilmemiş, saklı mekanlarda seni beni bekliyor.

"Konfor alanı" denilen şey; değişken olmakla beraber, maddi veya manevi, yaşamı kolaylaştırdığı sanılarak özgür gelişimi durduran, yol almayı bitiren bir tutukevinden farksız... Ve tutuklularını uzun vadeli cazip bir intiharla yavaş yavaş öldürüyor. Hem de kaliteli yaşam yalanıyla.

Bütün bu düşünceleri Toroslar’da estirdim. Ege ve Akdeniz’in sımsıcaklığı ve içtenliğine biraz dağ rüzgarı, arı gayreti, bal kokusu, çayır çimen, yolda tintinleyen bir yavru tilki, biraz gül açmış diken, limonlaşmış erik, sertleşmiş badem, oldum olmadım kirazla vişne ekledim. Mesela İbradı, Ormana’da günlerce takip ettiği koca balığı yakalamış ve evladı için dolaba saklayan kadınla tanıştım. Kimlerle selamlaştım. Hangi yaşam gelenekleriyle oturup halleştim, hangi farklı kültürlerde çayımı yudumladım kim bilir. Bir O bilir. O demişken, sanki “Ol!” emrini ben “Yol!” anlamışım gibi davrandığım Var’ım! Varlıklı oluşumun tek nedeni.

Seyahatle, hayatı yürütme, yaşamın ilerlemesi, yol almayı eşleştirmeye çalıştığım bu yazıda aslında sizler karşımda olmalıydınız. Biz bunu karşılıklı konuşmalıydık. Bu yazı sanki sizin tecrübelerinizin eksikliğini açık ediyor tarzda. Biraz yarım. Sizin yüzünüzden.

Tek başına kim olduklarını tam bilmediği muhataplarına anlatmanın yolu yazmaktan önce konuşmaktan geçiyordu. Ben yazmadım aslında. Ben sizinle konuştum.

(Bu seyahat çok az bir maddiyat, daha çok huzurla gerçekleştirilmiştir. Kıpırdamak için yol parası bulunamayan, kalabalıkların bırakın tatili, memleketlerine bile gidemediği böyle bir zamanda ufak bir birikimle yapılmıştır. Hürmetle…)