Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Çocuklarımız ve biz

Çocuğa dair çalışmalar, genellikle çocukluk yaşının son sınırını 12 veya 14 olarak belirler. Bu belirleme, çocuğun gelişim ve öğrenmesine göre yapılır. Bazı çalışmalar çocukluk ile gençlik arasına sıkışmış dönemleri de çocukluk yaşına dahil ederler. Bu ara dönemse 15’tir. Bazılarına göre bu sürenin 17 ve 18 yaşa çıktığı da görülür.

Çocuk eğitiminin her geçen gün önem kazanması, çocukluk yaşının çevre ile kalıtım arasındaki etkileşim realitesini de ortaya koyar.

Modern çocukluk dönemi öncesinde çocukların merkezde olmadığı ve onlara ait eğitimlerin sadece öğütlerden ibaret olduğu görülür. Çocuğun merkeze gelmesi, her çocuğun insanlığın medeniyetini ve geleceğini yenilemesi düşüncesi onları önemli kılar. Bu önem beraberinde çocuğu çok boyutlu inceleme, ilgi ve beklentilerini farklı açılardan karşılama eğilimini doğurur. Araştırmalar, pedagojik, psikolojik ve psikanalitik yaklaşımlar, edebî ve sanatsal yönelimler çocuğu çok boyutlu incelemeyi zorunlu kılar.

21. yüzyıl çocuk eğitimi çocuklara dair gerçekleri ortaya koymada zamanın hızına yetişemediği gibi çoklu ortamların, baş döndürücü seviyede gelişen teknolojinin karşısında yetersiz kalır. Çocukların zihinsel gelişim hızı her geçen gün değişkenlik gösterir. Bu da kişilik üzerinde olumlu veya olumsuz etkiler bırakır.

Tipografik çocukluğun baskın olarak ortaya çıkışı çocuk edebiyatını da zor durumda bırakmaktadır. Çünkü çocukların duygusal gelişimine en çok yardımcı olan kitaptır. Fakat son dönemlere baktığımızda çocuklara dair yazınların en temel sorununun okuma alışkanlığı kazandırma uğraşı olduğu görülür. Yazılan birçok yazının ortak çağrışımı niçin okumuyoruz, okumayı neden sevmiyoruz? Kitap okumuyoruz, okuma sevgisi yok oldu, okumuyoruz, okumuyoruz, okumuyoruz… Bu kaygıların bütün toplumların ortak sorunu olmasından hareketle gelinen nokta yalın gerçekliğiyle önce ebeveyn ve öğretmenlere okuma alışkanlığı kazandırılması ve onların eğitilmesi hakikatini ortaya koydu.

Çevreyi çok iyi analiz etmenin yolu en temelde çocuk psikolojisinin çocuğu tanıma, keşfetme ve kendini gerçekleştirme temellendirmesiyle hareket ettiğine bilmekle olur. Bu ilişkilendirme çocukların bedensel gelişimi ile ruhsal yaşantılarındaki gelişiminin çok boyutlu ortaya konulmasını hedefler.

Çocuk psikolojisini ruhun çocukluğunun keşfi olarak nitelemek pek de yanlış olmaz. Bedenle ruh arasındaki gelişim orantısını ortaya koymak ve gelişimdeki farklı boyutları belirlemek psikolojinin bir görevi olarak karşımıza çıkar.

Adler; bir çocuğun ruhsal yaşamı harika bir şeydir; bu yaşamdan hangi parçayı ele alırsak alalım, büyüler bizi. Bir çocuğun yaşam öyküsünün tüm sayfalarını karıştırmadan kendisiyle ilgili bir olayı anlayabilmemiz, belki her şeyden çok önem taşır. Çocuğun her davranışı yaşam ve kişiliğini bütünüyle açığa vurur adeta; dolayısıyla, göze görünmeyen bu arka planı bilmeksizin bir çocuğun davranışlarını kavramak olanaksızdır der.

İnsanın her davranışının ruhun bütüncüllük boyutuyla gerçekleştiği ve bedensel ayrımın ruhsal ayrımı gerektirmediği ortaya konulur. Çocuğa bu açıdan bakıldığında edebiyat ile psikolojinin ortak paydada buluşma zorunluluğu belirir.

Çevrenin bütün olumsuz etkilerini en aza indirecek bir diğer adım da edebi çocuk eserleridir. Bu bağlamda bir edebi eser çocukları eğitirken eğlendiren ve eğlendirirken eğiten, beden büyürken ruhunun olgunlaşmasına yardımcı olan, güldürürken aynı zamanda düşündüren, çocuksu olan ama çocuğu küçümsemeyen, çocukluğu unutmayan yetişkinler tarafından yazılan, çocuğu medeniyeti yineleyen ve geçmişi geleceğe taşıyacak bir kültür taşıyıcısı ve oluşturucusu olarak gören ve her şeyden de öte onu büyük ruhlu küçük adam olarak algılayan sözlü ve yazılı ürünler olmalıdır.

Bütün bu tanımlamalara karşın insanların ilgi alanı ile etki alanı birbirinden farklılık gösterir. Bu alanlardaki uzmanlaşma ortaya konulan eserlere yansır. İnsanların ilgi alanı geniş; ancak etki alanı dardır. Birçok farklı şeylere veya alanlara insan ilgi duyabilir. Etki ettiği alan ise yeteneklerinin gerçek boyutlarıyla ortaya çıktığı alandır. Bilimsel çalışmalarda da bireyi yetkin kılan etki alanıdır.

Çocuğu bütün boyutlarıyla tanımada bu karışıklığa çok sık tesadüf edilir. Bu rastlantı taklitçiliği, o da beraberinde bilgi kirliliğini doğurur. Devrin günceli olan ve bireyleri olduğundan farklı göstermeye iten olaylar etki alanını gölgede bırakarak ilgi alanını öne çıkarır.

Çocuğa dair ortaya konulan bilgi ve ürünlere bu perspektiften bakmanın eserlerin niteliğini daha doğru ortaya koyacağı kanısındayız.

Çocuk edebiyatı da disiplinler arası bir oluşum olduğundan etki alanı genişletilerek çocuğa bütüncül bakışı gerektirir. Çocuklar için yazılan eserlerin paydasını edebiyat, pedagoji ve psikoloji oluşturmalıdır.

Çocukların ruh ve beden sağlığı için ortaya koyacağımız yeni hikâyelerimiz (her türlü oluşumlar) onları eğlendirirken aynı zamanda aldatmamalıdır. Özellikle çocuk olma hakkının kişiliklerini zedeleyecek şekilde kötüye kullanılmaması gerekir. Çünkü gerçek hiçbir dönemde bugünden daha fazla saptırılmamış ve sanal bir hüviyete dönüştürülmemiştir.

Nihayette çevrenin temel unsuru olan çocuk bilgiden çok görüntünün esiri olmuş hatta bütün çevrelerin içinde yalnızlaşarak daha dışa kapanık ve kendine yabancılaşan bir konuma doğru hızlıca yol almaktadır.

Çocuklar için yeni bir hikâye yazmanın yolu onları daha çok yalnızlığa iten ortamdan uzaklaştırmaya bağlı gibi geliyor bize. Değerler yozlaşmasından ahlaksal erdeme ulaştırmanın temel bileşenlerinden olan çevre de galiba etkisiz bir noktaya doğru yol alıyor.

Çocuklar için yazacağımız yeni hikâyeler onların ruhunun ayrıntılı bir şekilde anlaşılması, ezber bozan ve onları düştükleri yalnızlık çukurundan çıkaracak davranışlarımızın kodlanmasıyla mümkündür galiba vesselam...