Dolar (USD)
32.37
Euro (EUR)
34.94
Gram Altın
2321.38
BIST 100
9081.74
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

28 Ocak 2021

Derrida, karne veya bir savrukluk hikâyesi

“Hiçbir şey gözüme klasik özgürleştirici ideal kadar modası geçmiş görünmüyor” demişti Derrida. Açıkçası bu “klasik özgürleştirici ideal”, tartışmalara, konuşmalara bakılırsa günümüz dünyasında da modasını yitirmiş görünüyor. Bu idealdeki formun nasıl örtük bir tahakküm içerdiğini insanlık yeteri kadar, üstelik ağır bedellerle deneyimledi. En azından söylem düzeyinde bu tarz bir deneyimin izleri görülüyor. Ancak hayatımızın seyrine yol veren işleyişte “klasik özgürleştirici ideal”in iş başında olduğunu gözlemlememek mümkün değil. Bu işleyişte bu formun, bu tarzın bütün varlığıyla iş başında olduğunu görüyoruz. İzaha muhtaç olan da bu zaten: Bir tarafta dünyaya ilişkin okumada modası geçmiş olarak tu kaka edilen şey, diğer tarafta var edilmek istenen dünyanın en temel niteliği oluyor. Düşünce ile eylem arasındaki mesafe açılmış, daha doğrusu her biri ayrı bir yöne savrulmuş durumda. Söz, düşünce “klasik özgürleştirici ideal”in modasının geçtiğini söylüyor eylem “klasik özgürleştirici ideal”in hayat bulması için var gücüyle çalışıyor.

Buraya kadar anlattığım soyut, spekülatif gelebilir. Ancak bu hükmü vermekte acele davranmamakta fayda var. Mesele ne bizden uzak, ne de düşündüğümüz gibi soyut, spekülatif. O halde somutlaştıralım, gündelik hayatımızın olağan akışında bu savruluşun neye karşılık geldiğine birlikte bakalım. Eğitim alanından örnek sunuyorum ancak meselenin orayla sınırlı olduğu yanılgısına kapılmayalım. Sorunumuz genel ve büyük. Gelelim örneğimize. Bilindiği üzere geçen Mart ayından bu yana uzaktan veya diğer ifadeyle “online” eğitimdeyiz. Ancak şartlar değişmiş olsa da etkinliğimizin kaderini klasik pratikler belirlemeye devam ediyor. Hala 19. yüzyılda şekillenmiş pratikler üzerinden seyrediyor. İşleyiş, klasik pratiklerin belirleyiciliğinde. Bu aralar bilindiği üzere birinci dönemin bitmesi nedeniyle klasik pratiklerden birisi olan karne gündemimizde. MEB yazılı bir karne veremediği için kurumsal olarak çok üzgün. Bazı okullarımız büyük bir gayretle öğrencilerimize karneyi ulaştırdılar. Peki, o halde bu karne pratiğimiz ile mevcut eğitim söylemimiz arasında ne tür bir ilişki olduğuna bakalım. İddia ettiğimiz gibi gerçekten de düşüncemiz ile pratiğimiz arasında bir savrulma yaşanıyor mu?

Bunun için karneye, karnenin varlık gerekçesine ve onu mümkün ve meşru kılan gerekçeye bakmamız gerekiyor. Karne TDK’da “öğrencilere dönem sonlarında okul yönetimleri tarafından verilen ve her dersin başarı durumu ile devam, sağlık, yetenek ve genel gidiş durumlarını gösteren belge” olarak tanımlanıyor. Daha da somutlaştırırsak karne, öğrencinin dönem boyunca aldığı derslerdeki performansının tabi tutulduğu genel, kitlesel değerlendirmeler üzerinden ölçülmesi neticesinde elde edilen sonuçların gösterildiği belgedir. Tam da bu yüzden karne, hayatımızda yer alan benzeri pek çok uygulama gibi, tabiri caizse “klasik özgürleştirici ideal” anlayışın mütemmim cüzlerinden olan bir okumanın, bir pratiğin günümüze uzanan kısmı.

Tamam da buradaki savrulma nerede? Karne vermeyle savrulmanın ne alakası var? Şöyle; bilindiği üzere günümüz dünyasının eğitim okuması, şüphesiz buna söylem düzeyinde MEB de dahildir, her öğrencinin “özel, biricik, kendine özgü olduğu” üzerinden gideriyor. Peki, madem her öğrenci biricik, özel ve kendine özgü, madem her öğrencinin ilgi, istidat ve kabiliyeti farklı o halde herkese uyguladığımız bu standart, bu kitlesel uygulamanın mantığı nedir? Eğitim paradigmamızın köklü bir değişimi anlamına gelen bu yeni okumanın pratikte eski yol ve yöntemleri aynen sürdürerek yol almasını nasıl izah edeceğiz? Bir tarafta günümüz dünyasının albenili klişeleri var, diğer tarafta şikâyetçisi olduğumuz işlevsiz dünyanın kaskatı pratikleri var. Karne vermeye devam ediyorsak, üstelik olağanüstü koşullar nedeniyle veremediğimiz için kendimizi pek bir üzgün hissediyorsak o zaman meftunu olduğumuz bu uygulama ile kolektif şekilde dile getirdiğimiz yeni eğitim-öğretim klişelerini nasıl bağdaştırıyoruz? Veya bağdaştırmak mümkün mü? Ne söylediğimizi bilmezsek, söylediğimiz şeyin pratikte neye karşılık geldiğinin farkında olmazsak veya yaptığımız, uyguladığımız iş ve işlemlerin ne tür bir düşünceyi, okumayı ima ettiğinin bilincinde olmazsak bugün yaptığımız gibi popüler klişeleri terennüm edip köhnemiş pratikleri sürdürmekte de bir tuhaflık görmeyiz elbette.

 
ABONE OL
Deniz feneri detay
Deniz feneri detay
Kızılay 160x600
TDV ramazan