Eğitim reformu söyleminde mevzu ne?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “eğitimde kapsamlı bir
reforma ihtiyacımız var” şeklindeki tespitinden hareketle eğitimdeki genel görünümümüzü tartışmaya devam edelim. Son birkaç
yazımda hayret etmemiz gereken şeyin başarısızlığımız değil başarı beklentimiz
olduğunu vurgulamaya çalıştım. Buradan devam edelim. Neden başarısızlığımızı
sürpriz görmeyelim ve neden başarılı olma beklentimize şaşıralım? Öncelikle eğitim
bahsinde pek çok şey birbirine karışmış durumda. Başarılı olmak nedir? Ne olduğunda
başarılı olmuş olacağız? Bu sorularda karşımıza iki husus çıkıyor. Birincisi,
akademik başarı; eğitim-öğretimden geçen öğrencilerimiz kendilerine aktarılmak
istenen müfredatı belirli düzeyde almışlarsa kendimizi başarılı göreceğiz.
Ancak bunu yapamadığımız ortada. İkincisi, biraz daha işin eğitim boyutu
diyebileceğimiz ve sistemin öğrencileri “makbul vatandaş veya insan” olarak
yetiştirme başarısı. Belirlendiği şekilde düşünen, inanan, davranan, tepki
veren bir insan yetiştirilmişse burada da sistemin başarılı olduğunu düşüneceğiz.
Şimdi bu iki hususun yani akademik başarı ile makbul vatandaş veya insan
yetiştirilmesinin doğru olup olmadığını tartışmayı bir kenara koyuyorum. Bu
etraflıca tartışılması gereken çok önemli bir tartışma başlığı. Gelelim şu an
tartışmasız kabul ettiğimiz bu iki hususta sergilediğimiz performansa. Bu
hususlarda performansımızın ne olduğuna ilişkin veri sunmak anlamsız. Zira
herkesin başarısızlığı kabul ettiği noktada başarısızlığı gerekçelendirmek için
bir çabaya girişmeye gerek yok. Başarısızız! Güzel, o halde başarısızlığımızı
kabul ettiğimiz ve kapsamlı bir reform yapmaya ikna edildiğimiz noktada birinci
adım olarak neden başarısız olduğumuza ilişkin bir bakış/kavrayış edinmemiz
gerekiyor. Neden başarısız olduğumuzu çözümlersek o zaman yapacağımız kapsamlı
reformumuzun ne olacağı, nasıl olacağı da açıklık kazanacaktır. Evet, akademik
anlamda neden başarısız olduğumuzu düşünüyoruz? Belirli yaş grubunun zihinsel,
psikolojik, sosyal gelişimlerini dikkate alarak belirlediğimiz bir içeriği
neden aktaramıyoruz? Belirlediğimiz içerikte mi problem var? İçeriği aktaran öğretmenlerde
mi problem var? İçeriği aktarmaya çalıştığımız yerlerde mi problem var? İçeriği
aktarma şeklimizde mi problem var? Bu minvalde sorular uzatılabilir. Ders araç
gereci mi yanlış materyal mi eksik? Yöntem ve teknikte mi sıkıntı var? Nedir bu
başarısızlığın gerekçesi? Daha da önemlisi başarısızlığın gerekçesinin bu veya
şu veya o olduğunu ne zaman, nasıl tespit ettik?
Aynı sorular başarısız olduğumuzu düşündüğümüz “makbul vatandaş veya insan”
yetiştirme hususu için de geçerli. Biz ne yapıyoruz da “makbul vatandaş veya
insanı” yetiştiremiyoruz? Neyi eksik yapıyoruz da beklentimizi
gerçekleştiremiyoruz? “Makbul vatandaş veya insan” tanımımız da mı problem var?
Problemi “makbul vatandaş veya insanın” ne şekilde doldurulacağında mı
görüyoruz? Bu hususta da soruları daha fazla uzatmak gerekmiyor. Aynı şekilde
“makbul vatandaş veya insanı” yetiştirmede yaşadığımız problemin nedenlerini ne
zaman, nasıl, ne tür bir yaklaşımla tespit ettik? Resmi bir hakikat düzeninin
bir uyum aparatı olarak konumlandırılan “makbul vatandaş veya insanı”, mantık
ve kurgusu itibariyle mi sorun ediyoruz yoksa aynı mantık ve kurguyla karışımı
farklılaşmış yeni bir “makbul vatandaş veya insan” üretmek mi istiyoruz? Başarısızlığımız
karışımda altın oranı yakalayamamaktan mı kaynaklanıyor yoksa insanın bir tür
insandışılaştırılması olan bu tarz bir mühendislik faaliyetinin nesnesi kılınmasından
mı kaynaklanıyor?
Başarısızlığımızın bir çözümlemesi olacak ki reform düzenlememizin bir içeriği olabilsin? Bizim şu an başarısızlığımıza dair bir çözümlememiz yok. Reformumuzun ne olacağı, nasıl olacağı gibi muhabbetin siyasal bir manipülasyon dışında bir anlamı yok şu an. Başarısızlığa ilişkin bir çözümlememiz olduğunda ve bu çözümlemenin ne tür bir çözümleme olduğuna ilişkin katılıma açık, çoğulcu bir kamusal tartışmamız olduğunda ve şüphesiz bu tartışma belirli bir olgunluğa ulaştığında bir çözüm bulma ihtimalimiz olabilir. Yoksa “eğitimde başarısızız” tespitimizin ve tartışmamızın mantığı ve kurgusu itibariyle bu şekilde olması “canımız çok sıkılıyor” yakınmasından bir farkı kalmıyor.