Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

22 Eylül 2021

Geçmiş, geçmişte kaldı

Geçmişte elde ettiğimiz başarılar bugün bize ne kazandırır? Bunun muhasebesini yapıyor muyuz? Sanmıyorum. Oysaki kurumlar, şirketler ve bireyler sık sık bunun muhasebesini yapmalıdırlar. Geçmişte elde ettiğimiz kazanımlar, geleceğe dönük arzularımızı, hayallerimizi, amaçlarımızı ya da hedeflerimizi ne şekilde yönlendiriyor? Genellikle bunun da üzerinde çok düşünmüyoruz. Ancak geçmişteki başarılarımızla sürekli övünüyoruz. Mesela “Neredeydik bakın şimdi nereye geldik” diyoruz. Filan konuda “geçmişte şu rakamlarla başladık bugün bu rakamlarla oynuyoruz” diyoruz. Ama bugün geldiğimiz noktanın esasen asgari şartlarda gelmek zorunda olduğumuz nokta olduğunu idrak etmekte zorlanıyoruz.

Örneğin politikacılar rakamlarla konuşmayı severler. Herhangi bir konuda eğer başarılı olduklarını ifade etmek isterlerse evvela geçmişe dönük bir tarih vererek o tarihte hangi noktada olduğumuzu, sonrasında ise bugün nereye geldiğimizi, örneğin kaç kat büyüdüğümüzü ya da yapılan yatırımlarda geçmiş rakamlarla bugünkü rakamlar arasındaki büyük farklar ortaya koyularak bugün hangi noktaya geldiğimizi veyahut da herhangi bir hizmet alanında eski rakamlarla yeni rakamlar arasındaki bariz farklar ileri sürülerek ne kadar büyük bir gelişme yakaladığımızı anlatmayı bir başarı hikayesi olarak önümüze koyalar.

Ya da şirket CEO’ları 10 yıl önceki satış rakamları ya da üretim hacmiyle bugünkü üretim ya da satış rakamlarını kıyaslayarak ne büyük başarılar yakaladıklarını ortaya koymaya çalışırlar. Yahut şirketin toplam yatırımlarının 5 yıl önceki rakamlara göre birkaç kat arttığından dem vurarak şirket yönetim kurullarını ne denli başarılı oldukları yönünde ikna etmeye çalışırlar.

Bireyler için de aynı durum söz konusudur. Mesela kişi “10 yıl önce 500 bin liralık evde oturuyordum, şimdi bir milyonluk evde oturuyorum ya da 5 yıl önce 10 yaşında arabaya biniyordum, şimdi beş yaşında ya da “0” km arabaya biniyorum yahut “10 sene önce maaşım bu kadardı şimdi terfi aldım, yükseldim, primlerim de arttı şimdi şu kadar maaş alıyorum” gibi örneklerle bireysel yaşamlarında belli bir başarı çıtasını yakaladıklarını ifade etmeye çalışırlar.

Oysa ki fakirlik, zenginlik, büyüme, kalkınma, zenginleşme, varlıklı olma gibi kavramlar günümüz dünyasında oldukça göreceli kavramlardır. Bu kavramlar etrafında konuştuğumuzda şu soruları kendimize sormamız gerekiyor: Neye göre, kime göre? Hatta son 2 yıl içinde ekonomide yaşanan gerilimler göz önüne alındığında şu kritik soruyu da gündemimize almamız gerekiyor. “Elimde bulunan mal ya da metayı piyasa fiyatıyla elimden çıkardığımda mevcut gelirimle yerine en azından yenisini ya da muadilini koyabiliyor muyum?”

Son soruya pek çoğumuzun olumlu yönde cevap verebileceğini zannetmiyorum. 2 yıl önce 80 bin liraya aldığınız bir otomobil bugün 200 bin lira ediyorsa ve gelirinizde de aynı oranda bir artış yoksa siz zenginleşmemiş, aksine fakirleşmiş oluyorsunuz. Diyelim ki ani bir gelişme oldu, paraya sıkıştınız, otomobilinizi güncel piyasa fiyatıyla elden çıkardınız. 10 gün sonra aynı aracı tekrar almaya kalktığınızda karşılaşacağınız tablo nedir? Elde ettiğiniz mevcut gelirle o otomobilin aynısını tekrar alamıyorsanız bu zenginleşmenin değil aksine fakirleşmenin işaretidir. 2 yıl evvel o otomobili almak için katlandığınız maliyet bugün 3 katına çıkmış durumda ve geliriniz aynı oranda artmamış. Bu durumda ortaya çıkan hesabın kimseyi memnun etmeyeceği ortada.

Dolayısıyla geçmişte elde ettiklerimiz, geçmişte yakaladığımız başarılar bugünün dünyasında hiçbir anlam ifade etmiyor. Çünkü dünyada hasıla büyüyor, ülke olarak siz de büyüyorsunuz. İthalat ve ihracata dayalı bir ekonominiz varsa yani dış dünya ile sürekli temas halinde iseniz, daha da açığı uluslararası sisteme dahil olmuşsanız bu sistemdeki büyümeden ister istemez pay alıyorsunuz. Ancak bunun oranı kimi zaman artıyor, kimi zaman da eksiliyor. Türkiye 20 yıl evvel 240 milyar dolar GSMH’ye sahipti. Bugün 750-800 milyar dolar civarında ise yani Türkiye son 20 yıl içinde 3 kat büyümüşse bu sadece iç dinamiklerle açıklanacak bir durum değil. Uluslararası sistemde bir ekonomik aktör olarak üretmişsiniz, satmışsınız, hasılanız büyümüş. Tabi bir de toplam hasılayı üreten kesimin profiline de bakmak lazım. Mesela her yıl açıklanan rakamlara göre çok büyük gelir elde eden şirketler ya büyük eski kamu şirketleri, küresel oyuncuların buradaki distribütörleri ya da bankacılık alanında faaliyet gösteren finans devleri. Peki devler liginin altında bulunan KOBİ’ler bu hasılanın üretilmesinde ne kadarlık bir katkı sunuyorlar? Bir ülkede KOBİ’ler sermayenin ya da refahın tabana yayılmasında en kritik araçlardır. KOBİ’leri büyüyemeyen ülkelerin kalkınmaları ve refahı adil bölüştürmeleri mümkün değil. Dolayısıyla bugün elimizde bulunan rakamlar bizleri yanıltabilir. “Nereden nereye geldik” demektense, “neredeydik, şimdi nerede olmamız lazım” yahut “gelecekte nerede olursak bu bir başarıya dönüşür” sorularını kendimize acilen sormak zorundayız.