Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.85
Gram Altın
2423.13
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Aralık 2022

İBN HALDUN

Hz. Muhammed (SAV)’e vahyin gelmesiyle birlikte Arabistan’tan başlayarak tüm dünyaya yayılan İslam, özellikle ilk dönemdeki gelişim aşamaları ile bir heyecan ve müktesebat üretmişti. Tedvin dönemi ile birlikte birçok ilimlerin gelişmesi söz konusu oldu.

Hadislerin toplanması ve kayda geçirilmesinin yanı sıra gelişen siyasal, toplumsal, ekonomik olaylar muvacehesinde fıkıhtan kelama kadar farklı bilimler sorun çözmek üzere devreye girmekteydi. İlmi inkişaf siyasal ve toplumsal inkişaflarla beraber yürürken, islam düşüncesinin sorun çözme kapasitesinin yüksekliği de kendisini göstermiştir.

Bu inkişafın daha sonra Endülüs üzerinden devam ettiği izlenebilmiştir. Nihayetinde İbn Bacce, İbn Tufeyl, İbn Rüşd ve nihayetinde İbn Haldun bu coğrafyanın önde gelen isimleri olarak öne çıkmaktadır. İbn Rüşd Batı düşüncesine de açılım yaptırdığı fikirleri ile iyi bir referans olarak zikredilmeye devam etmektedir. Özellikle din ve felsefe ilişkisi konusundaki görüşleri son kertede din-dünya, din ve bilim ilişkisi açısından da önemli açılımları içinde barındırmaktadır.

İslam düşüncesinin açılımcı isimlerinden birisi de hiç kuşkusuz İbn Haldun’dur. İbn Haldun “Kitabu’l-İber…” diye başlayan tarih kitabının başına yazdığı mukaddime ile meşhur olmuştur. İbn Haldun “Mukaddime”sinin girişinde daha öncekilerin tarih görüşünü eleştirirken özellikle onların rivayetçi ve aktarımcı tarzlarını konu edinir. İbn Haldun kendi tarih anlayışını tarihte akan olayların sebep ve illetlerini ortaya koymak şeklinde ifade etmektedir. İlm-i Umran dediği bu yeni ilim, tarihi birbirini takip eden karışık olaylar yığını olmaktan çıkarak, düzenlilikler, sebepler ve sonuçlar şeklinde genel ilkelere bağlamayı hedeflemiştir.

İbn Haldun yeni bir ilim bulduğunu kendisi belirtmektedir. Esasen İbn Haldun daha çok tarih üzerinden analizler yapmakla birlikte, yaptığı işin bir sosyoloji (elbette modern anlamda sosyoloji değildir) olduğu derinden incelendiğinde anlaşılacaktır. İbn Haldun’un “Mukaddime”si ortaya atılmış birçok sosyolojik teorileri içinde barındırmaktadır. Dünyanın yedi iklim bölgesine ayrılması, devletlerin ömrü, asabiyet gibi teoriler bunlardan bir kaçıdır. Esasen bu teorilerin içeriği de sosyolojiktir.

İbn Haldun’u diğer birçok düşünürden ayırt eden nitelik, onun analizlerini metafizikleştirmeden uzak bir şekilde yapmasıdır. Tarih üzerinde tam bir bilimsel gözlem yaparak, vakıaları değerlendirerek olgular üzerine odaklanmaktadır. Buradan genel eğilimler, ilkeler ve kuralları tespite yönelmesidir. Bu sebeple bugün bazı kişiler İbn Haldun’u seküler olarak değerlendirmektedirler.

İbn Haldun İslam düşünce tarihi içerisinde kanaatimizce bir kırılma noktası oluşturmaktadır. İbn Haldun’la birlikte İslam düşüncesinin krizi daha da derinleşmiştir. İslam dünyası ve düşüncesi bir durgunluğa doğru giderken ve statükoculuk artarken, mevcuttan yemeye devam etmiştir. Esasen İbn Haldun’un uyguladığı yöntem; durgunluk, statükoculuk ve başarısızlığın sebeplerini bilimsel yöntemle tespit ederek bunlara tedbirlerin alınması şeklindedir. Halbuki İslam düşüncesi giderek statükosunu derinleştirmiştir.

Bugün İslam dünyası bu bağlamda bir krizin içinde yuvarlanmaktadır. Buradan çıkış yolu içinde bulunduğumuz durumun ve olayların bilimsel bir analizini yapmak ve uygun pratikler geliştirmekten geçmektedir. Ancak islam dünyası bu yola biraz adım atar gibi olunca hemen geri çekilmekte ve metafiziğe dönmektedir. Bu metafizik Müslüman ülkelerin haklarına çok iyi durumda olduklarını sürekli tarihe referans vererek içeriklenmektedir. Halbuki İbn Haldun tarihi gelecek projeksiyonu için işlevselleştirmişti.