Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.83
Gram Altın
2488.64
BIST 100
9546.17
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Şubat 2021

Kadim akıl

Kur’an Âdem peygamberin soyunun, iki mümeyyiz vasfından bahseder. İlki, yeryüzünde kan döküp bozgunculuk çıkaracaklarına dair melekler vasıtasıyla verilen haber, diğeri ise Allah’ın yeryüzünde halife yaratıyor olması.

Birbiri ile çelişen hatta çekişen iki durum: Kan dökücülük ve halifelik... Peki, Âdem ve nesli bu yaman savaşın içerisinde kendisine nasıl yön verecek, iradesini ortaya koyarken istinat edeceği kılavuz ne olacaktır?

Önce bazı rivayetleri hatırlayalım: Mes’udi Âdem yaratılırkentoprağın çamur oluncaya kadar kırk yıl karıştırıldığını, kırk yıl yerde bekletildikten sonra şekil verilip yüz yirmi sene bırakıldığını rivayet etmiştir. (Prof. Dr. Mustafa Erdem. Hz Âdem. TDVY. 7.baskı sf:121)

Bu arada “Muhakkak ki Rabb’ın yanında bir gün sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir” ayetini de zikretmekte fayda vardır sanırım. (Hac 47)

Âdem’in halife olmasının anlamına dair de muhtelif rivayetler bulunmaktadır. Kelime anlamı itibariyle başkasının yerine onun adına hükmeden anlamına gelen Halife ile insan kimin yerini almaktadır? İbn Mes’ud ve Mücahid’e göre halife Allah’ın dinini uygulamak ve hükümlerini uygulamak üzere O’nun adına hareket eden kimsedir. İbn Abbas’a göre ise kendisinden önce yaşayan aynı vasıflara sahip başka varlıkların halifesidir.(Age sf:128) Hatta bu hususta Hz Peygambere nispet edilen bir hadiste Hz. Âdemden önce yeryüzünde yüz bin Âdem olduğu şeklinde bir haber Cafer-i Sadık kanalıyla nakledilmiştir(Age 130)

Elbette en doğrusunu bilen Allah’tır; biz yukarıdaki sorumuzu tekrar hatırlayalım: Kan dökücülük ve halifelik arasında sıkışan Âdemoğluna yolunu tayin ederken ona kılavuzluk edecek rehberi nedir?

Aristoteles’ten beri insanın akıllı varlık olduğu söylenir. Akıl vasıtasıyla yolunu çizeceği ima edilir. Kısacası akıldır insana rehberlik edecek olan. Bu yaklaşımda şöyle bir ön kabul kolayca sezilir. “Akıl” insandan bağımsız, bütünlüğünden müstağni bir cevher olup, insan diğer tabii güçleriyle onun yol göstericiliğine kayıtsız ve şartsız boyun eğmektedir. Bu tamamen asılsız bir yaklaşımdır. Zira insan sırf akıldan müteşekkil bir varlık değildir. Taha Abdurrahman’ın işaret ettiği üzere “bütün”dür; birimleri çözümlenebilen “toplam” değil.

Kur’an Âdem’e varlıkların isimlerinin öğretildiğini bildirir. İsimler varlıkları zihinde temsil eder. Varlıklar, insanın zihin dünyasında, öğretilen isimleri dolayısıyla mertebe kazanır; bu insanın belli bir dünya görüşü kazanması anlamına gelmektedir.

Dikkat edilecek olursa burada zihnin fenomenal dünya ile sınırlandırılmadığına işaret vardır. Hz Âdem ise basit bir epistemik özne değildir. İnsan bilinci ile varlık arasında bir özdeşlik varsayımı da bildirilen bu olayla peşinen reddedilmiştir.

Daha öz bir ifade ile Allah Hz. Âdem’e isimleri öğretirken onu varlıkların ontolojik yapısı ile baş başa bırakmaktadır. İşte bu Allah tarafından Hz. Âdem’e bahşedilen kadim aklın oluşumudur.

Potansiyel akıl isim/vahiy vasıtasıyla şekillenmekte, format atılmakta ve işlerlik kazanması imkânı sağlanmaktadır.

Anlaşılacağı üzere günümüz modern dünyasının “akıl” anlayışı ile kadim akıl arasında temel disiplin açısından uyuşmazlık vardır. Hz. Âdem varlığı karşısına alan ve onun hakkında bilgi edinmek çabasında olan bir özne değildir. O mevcudat ile birlikte ve mevcudatın içerisinde halife olarak gönderilmiş şerefli yaratılmıştır.

Günümüz tarafından “akıl”a atılan format ise bilen özne olmak rolüdür. Varlık ise anlamından soyutlanmış basit bir nesnedir. Yasalarını keşfet ve varlık üzerinde tahakküm kurmaya çalış yahut tanrı rolüne soyun.

Varlığa “halife” olmak ile “hâkim” olmak arasındaki uçurum, atılan kadim formatın bozulması ile aklın değişim ve dönüşüme uğramasıdır. Kendisini hâkim vehmeden insan ise kan döker ve yeryüzünde bozgun çıkarır. Çünkü bütünü meydana getiren güçleri arasındaki birlikteliğin bozulan nispeti onu şüphe ve hevasının kucağına bırakır.

Artık akıl başka akıl olduğu gibi insanda bilen özne haline dönüşür. Neticesinde olgulara saplanıp kalan ve derinlemesine vukufiyetten mahrum kalan bir bedbahttır...

Bedbahttır çünkü “onlar dünya hayatının sadece görülen tarafını tanırlar” (Rûm,7)