Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2507.12
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

30 Eylül 2021

Küresel savrulma

ABD’nin işgal ettiği yerlerden çekilmesi, ileriki süreçte de devam edeceğe benziyor. Zira Amerika’nın gerek ekonomik, gerekse bir takım iç krizleri yüzünden, Soğuk Savaş sonrası oluşturduğu dünya hegemonyasını, idare edemez pozisyona büründüğü bir vakıa. Fakat dikkatten kaçırılmaması gereken asıl husus, ABD apar topar evine dönerken, “KENDİNDEN SONRASINI HESAP ETMEDİĞİ” şeklinde bir fikre kapınılması… Öyle ki Amerika’nın hem çekildiği hem de çekilmesi beklenen topraklara, KAOS BULUTLARININ yavaş yavaş ilerlediğini görmek için, dürbün kullanmaya da hiç gerek yok. Bu minvalde de “kartların yeniden karıldığı ve ittifakların farklı biçimlendiği” düşüncesini, kesinlikle göz ardı etmemek elzem.

Mesela Amerika’nın kimseye haber vermeden Afganistan’dan ayrılmasının, buradan BÖLGEYE YAYILACAK BİR İSTİKRARSIZLIK beklentisinden ibaret seyrettiği kuvvetle muhtemel. ABD’nin bu tavrının akabinde ise Fransa’yı dışarda bırakarak, Avustralya ile savunma alanında yeni bir ittifak (AUKUS) oluşturmaları (ABD-İngiltere) ve bu yeni ittifaka Almanya’nın davet edilmemesi de, Avrupa’yı NATO dışında başka arayışlara ittiği muhakkak. Nitekim Avrupa’nın uzun zamandır gündemlerinde olan ama çeşitli nedenlerle erteledikleri, AVRUPA ORDUSU fikrinin tekrar gündeme gelmesi bunun sonucu. Macron’un aybaşında yaptığı Irak ve IKBY ziyaretlerini de hesaba katarsak; bunu İran ile zaten derin bağlantıları olan Avrupa’nın, Irak’a da “Amerika çekilse bile biz sizin yanınızdayız” mesajı verdiğini şeklinde okumakta hiçbir beis bulunmuyor.

Gel gelelim Avrupa, idealleri doğrultusunda her ne kadar çabalasa da, diğer tarafta BREXİT sonrası birçok bölgede inisiyatifini arttıran Birleşik Krallık’ın, yeni dönemde göze çarpan unsurlardan olduğu şüphesiz. Bunun için de Avrupa ile defalarca karşı karşıya gelen Türkiye ile arayı iyi tutmaya çalıştıkları net. Zaten Libya’da Türkiye’nin varlığına ses çıkarmamaları, Kıbrıs’ta Türkiye’yi zorlamamaları, ilk ticaret anlaşmasını Türkiye ile imzalamaları ve Kafkasya’da kendilerini Azerbaycan ile Türkiye’nin yanında hissettirmeleri bu demek. Amaçları ise belli… Finansal olarak besledikleri Kuşak Yol Projesi üzerinden Çin’i, AB’ye yönelen açılımını ve olası Çin-AB yakınlaşmasını iki taraflı “KONTROL ETMEK” kısaca… Bu manada Doğu Akdeniz’de varlık göstermelerinin de, aynı amaca binaen temellendiğini belirtmek hiçte ütopik sayılmaz.

Anlayacağınız büyük resme bakarsak; Ortadoğu’da Rusya ve İsrail işbirliğine, Avrupa’nın da yakın duracağı izlenimi vermesi, ÇARŞIYI KARIŞTIRMAYA meyyal duruyor. Bu açıdan PKK/YPG’nin hamiliğine soyunarak, “SURİYE’DE Kİ PKK KORİDORUNU BİRLİKTE YAPMAYI DENERLER Mİ” sorusu hemen aklımıza gelmiyor değil. Tabi ki bunu şimdilik bilmiyoruz ama Esed’in Moskova gezisi sonrasında, Türk Askerini kastederek; “yabancı güçleri Suriye’den çıkmaya çağırmaları” oldukça manidar. İşte dün yapılan Erdoğan-Putin zirvesini, son derecede kritik hâle getiren de, İLK BAŞTA bu gerçektir. Sonrasın da ise Rusya için hayati önem taşıyan yakın çevresinde, Türkiye’nin; Azerbaycan, Pakistan, Ukrayna ile olan ilişkilerini; Kırım’ın işgalindeki tavrını; Libya’da Rusya’nın kurduğu denklemin, Türkiye tarafından bozulmasını ve Afganistan’da Rusya’dan ziyade, Türkiye’nin ağır bastığını da buraya eklemek mümkün.

Hülasa Amerika’nın çekilmesiyle oluşan/oluşacak boşluğun, KONJONKTÜREL olarak bir SAVRULMAYI tetiklediği aşikâr. Bütün meselenin ise tarafların “Çin’deki birikim ile Akdeniz’deki kaynakları kontrol ederek, tedarik yollarına hükmetmek ve buradan nasiplenmek” üzerine kurulu olduğu tartışılmaz. Bu atmosferde Sn. Cumhurbaşkanımız ile Putin, mevcut durumu bakalım nasıl okuyup, değerlendirecekler göreceğiz? Ama hiçbir şey Suriye’de, tarafları bir KARAR EŞİĞİNE getirdiği gerçeğini kesinlikle değiştirmeyecek. Bunun ilk izlerini de evvela idlib’te, gölgesini de Libya’da hissedeceğimiz açık. Ancak Devletimizin, henüz içeriği tam olarak belli olmasa da, Asya içlerinde, Türki Cumhuriyetler ekseninde, Pakistan, Malezya, Endonezya, Cezayir vb. ülkelerle, Afrika ve Akdeniz özelinde yaptığı DERİN PLANLARLA, tümünü ürküttüğü bir realite. O yüzden ellerinden gelen basıncı uygulayacaklarını söylemek için, kâhin olmak da hiç gerekmiyor. İlk hedefleri ise Sn. Erdoğan olacaktır elbette. Lakin nafile… Çünkü “DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR” itirazımız, kati surette öylesine söylenmiş bir söz değildir. Zira bu sözü temel alan Devletimizin, köklü bir tarih ve coğrafya kimliğinden güç alarak, 21. YÜZYILIN SÜRPRİZİNİ DÜNYAYA İLAN EDECEK BİR EŞİĞE GELDİĞİ inkâr edilemez. Geri adım mı? Buradan asla bir geri dönüş yok…