Milli Tarih Şuuru ve gençliğimiz
Tarih dediğimizde akıllara uçsuz bucaksız bir umman gelmeli. Bundan dolayı tarih öğrenimini kolaylaştırmak için tarihi olayların yaşandığı çağların sınıflandırılması yapılır. Okullarımızda tarih dersi de önemli bir yer tutmaktadır. Tarih dersi zorunlu olduğu için öğrenciler çalışıp bu dersten geçer, iyi notlar da alırlar. Ancak bugün gençler üzerinde küçük bir araştırma yaparsak Tarihi sevmiyorum. Çok sıkıcı geliyor gibi sözleri duyarsınız. Peki bunun nedeni nedir? Bu sorunun cevabını arayamaya çalışalım.
Orta
okulda tarih, sosyal bilgiler dersi ile
gençlerin dimağlarında yer etmeye başlar. Lise çağında ise dersin adı Tarihtir
artık. Tarih zorunlu olarak bütün sınıflarda doğrudan veya dolaylı olarak
okutulur. Tarih kitaplarında nedense hep siyasi tarih öğretilir. Osmanlı
tarihi özelinde de bu durum değişmez. Hep devletin savaşları, barışları,
anlaşma maddeleri vs. gibi kavramlar uzun uzadıya anlatılır. Bu durum tarihin
ezbere dayanan bir ders olduğu düşüncesinin zihinlerde oluşmasına sebep
olur. Osmanlı tarihi derslerinde öğrenciler nedense hep kuruluş ve yükselme devirlerini ilgi ile takip ederler.
Çünkü başarılar vardır, fetihler gerçekleşmektedir. Ama ne zaman dersin konusu
duraklama ve gerileme devirlerine gelse birbiri ardına gerçekleşen savaşlar,
kayıplar, anlaşmalar, anlaşma maddeleri işlenir durur. Sınavlarda sorulduğu
için de öğrenciler bu savaşları anlaşmaları ezberlemek ihtiyacı hissederler.
Sınavlardan sonra da bu ezberlerinin büyük kısmını unuturlar. İşte tarih ezbere
dayalı öğretildiği için öğrencilerin büyük kısmı bu dersi sevmiyor. Sahi bizim
ecdadımız hep savaştı mı? Hem anlaşmamı
yaptı? Hiç mi medeniyet kurmadı? Hiç mi kültürünü yaşamadı. Tabi ki hayır.
Tarihimizde
Ecdadımız yani atalarımız yeri geldiğinde savaş yaptı, ama yeri geldiğinde de
medeniyetinin değerleri gereği çeşitli yapılar inşa etti. Camiler, mektepler,
imaretler, külliyeler, kütüphaneler, aşevleri, kervansaraylar, bilim merkezleri
ile şehirleri mamur hale getirdiler. Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u kılıçla
fethetti, ilimle, mimari ile sanatla ve hasılı
şehri İslam medeniyetinin güzellikleriyle de süsledi ve âbad eyledi. İstanbul’a dünyanın
önemli ilim merkezlerinden alimlerini davet etti. İlim yuvaları, mektepler
medreseler mimari şaheserler inşa ettirdi.
İstanbul dönemin bilimde, sanatta, mimaride dünyanın en önde gelen
şehirlerinden biri oldu. Kılıçla fetihler yapan ecdad ilimle ve maneviyatla da o şehirlerle birlikte
gönülleri fetheyledi. Ecdadımız gittiği yerlere İslam medeniyetini götürdü,
Osmanlı medeniyetiyle tanışan beldeler huzur buldu, ferah buldu, refah buldu.
Yani geçmişimiz hep savaşmadı, imar
etti, inşa etti, mamur etti. Şehirlerde vakıflar kurdu, vakıflarla halkının
derdi ile hemhâl oldu ve onların sorunlarını çözdü. Selçuklu ve Osmanlı’dan
günümüze kadar isimleri gelen 52000 vakıf kuruldu. Niçin? Tabiki de bütün
canlılar ve yaratılmışların en şereflisi
olan insan için.
Atalarımız
insana değer vermesini bildi ve Yunus Emre’nin yaradılanı severiz yaradandan
ötürü düsturunu benimsedi. İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın öğüdünü
kendisine rehber etti.
Bunun
için gittiği yerlerde gönüller fethederek asırlarca hakim olduğu beldelerde
huzuru temin etti. Bu örneklerle birlikte
gençlerimize tarih şuuru vermek için
tarih derslerinde siyasi tarihin yanında sosyal tarihin de iktisat
tarihinin de kültür ve medeniyet
tarihinin de okutulması gerek.
Okutulsun
ki gençler mirasçısı ve mensubu olduğu medeniyetten ve onun şekillendirdiği
zengin kültüründen haberdar olsun. Mümkünse tarih dersleri tarihi olayın yaşandığı coğrafyada anlatılsın
veya görsel olarak desteklenerek olayın hafızlarda daha iyi yer edinmesi
sağlansın.
Gençlerimiz
sadece tarihteki ünlü komutanları
askerleri değil, tarihine yön veren ilim adamlarını, mimarlarını,
sanatçılarını, fikir insanlarını da tanısın, bilsin, öğrensin. Afşin Bey-
Bamsıbeyrek- Aksungur’u bildiği kadar Şeyh Edebaliyi de bilsin. Cezzar Ahmet
Paşa’yı bildiği kadar Lagari Hasan Paşa
hakkında da bilgi sahibi olsun. Tiryaki Hasan Paşa’yı öğrendiği kadar Mimar
Sinan’dan ve onun eserlerinden haberdar olsun. Barbaros Hayrettin Paşa’yı
bildiği kadar, Mevlana’dan ve Yunustan İbrahim Hakkı’dan feyiz almasını bilsin.
Gazi Osman Paşayı bildiği kadar Itriden Dede Efendiden de malumatı bulunsun.
Elhasıl geçmişle bağını kursun. Tarihini tamamen kurgu olan ve yönetmenin ve
senaristin insafına kalmış dizilerden değil de
kaynağından okusun. Bunun için de Osmanlı Türkçesi öğrenerek ecdadının
dilini bilerek, ecdad yazısı belgeleri okuyarak tarihini birinci el kaynaklardan
öğrensin. Gençlerimiz ecdadını tanısın, ta ki onların bu dünyada yaptıkları
büyük ve önemli çalışmalar kendilerine ilham olsun. İlham olsun da geçmişi iyi
bilerek, geleceğe daha emin adımlarla ilerlesin. Böylelikle gençlerin istenilen
tarih şuuruna sahip olmaları sağlansın. Genç hazine demektir. Hazinemize
sahip çıkarsak geleceğimize sahip çıkmış oluruz...