Dolar (USD)
32.60
Euro (EUR)
34.74
Gram Altın
2498.01
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

22 Nisan 2021

Mısır'la İhvan sancısı; sorunların anası

Türkiye-Mısır arasındaki sorunlar bitmez gibi görünüyor. Asıl sorun; İhvan sorunudur, gözden kaçıyor.

Gerisi teferruattır, bahanedir, aslı esası yoktur.

2011 Arap Baharı sonrası Mısır ‘İhvanının’ yani Müslüman kardeşlerin seçimle iktidara gelmesiyle başlayan süreçte Türkiye, uluslararası hukuk normlarının, insan haklarının ve demokratik seçim sonuçlarına saygının gereklerini yaptı.

Avrupa ve Batı da aynı saygıyı gösterseydi Mısır’da sorun olmayacaktı.

Türkiye ve birkaç ülke dışında tüm dünya ikiyüzlü davrandı, Müslüman kardeşlerin yaklaşık seksen yıllık bir çalışma sonunda elde ettikleri çoğunluk ve demokratik kazanımı hiçe sayıldı.

Sözde demokratik ülkeler, 3 Temmuz 2013’da askeri darbeyi adeta alkışladı 14 Ağustosta Rabia meydanında darbe karşıtlarına karşı işlenen canlı katliama göz yumdu.

Başaranlar yurdu terk etti, geride kalanların nasibine hapse girmek düştü. Seçilmiş Devlet Başkanları Muhammet Mursi de hapiste yıllar süren ihmal yüzünden hayatını kaybetti.

Yüzde elli oy çoğunluğuyla Müslüman Kardeşleri yönetime getiren o halk neredeydi diye sorabilirsiniz.

Halk oradaydı ama Müslüman Kardeşler durdukları aynı yerde değillerdi.

Ve Müslüman Kardeşlerin kurucusu Hasan el Benna’nın, izinden giden Abdulkadir Ude’nin, Seyyit Kutub’un, İbrahim İzzet’in ve daha nicelerinin sadece Allah rızasını güderek hizmetleri yerini hırsa, para cazibesine, iktidar sevdasına bırakmıştı.

Hareketin Allah rızasıyla kazandığı ilk ivmeyi zaman içinde çıkar ilişkilerine, ticarete, para kazanma hırsına dönüştürenler halkın gözünden düşmüşlerdi.

Türkiye gibi İnsan haklarına saygılı bir iki ülke dışında kimse durmadı arkalarında.

Bu hareketin kurucusu ve ilk davetçisi Hasan el Benna, ne bir İslam âlimiydi ne de bir din görevlisi.

Saat tamircisi ve aynı zamanda hadis ilmine çok meraklı dindar bir babanın çocuğuydu.

Çocuk yaşta Kuran’ı ezberlemişti, babasının yanında saatçi dükkânında çalışmıştı, babası gibi Hadis ilmine meyil etmiş fıkıhta da çok okumalar yapmıştı.

El-Benna, Kahire Üniversitesi Daru’l-Ulum Fakültesini birincilikle bitirdikten sonra 1927 yılında Süveyş kanalı kıyısındaki İsmailiye kentine İlkokul öğretmeni olarak atandı.

Aşırı tevazuu, yardım severliği ve İhtiyaç sahiplerini fazla malı olanlarla İslam’ın ruhuna uygun bir yöntemle buluşturmakla bilinirdi.

Vakit namazlarını hep camide cemaatle kılardı, tanıdıklarına vaaz ve nasihatten asla geri kalmazdı.

Her şeyi, karşılıksız ve sadece Allah rızası için yapardı.

Maaşından 60 Mısır kuruşu ile çok mütevazı bir büro kiraladı.

El Benna çevresinde toplananlara “Müslümanlar ancak kardeştir” ayetinden esinlenerek ‘Müslüman Kardeşler’ adını vermişti.

Ofisine gelenlere Kur’an, akide, fıkıh ve felsefe dersleri veriyordu.

1930 yılında başkent Kahire’de bir okula atandı.

1940’a gelinceye kadar Müslüman kardeşlerin devlet memuru, öğrenci ve işçi çok sayıda üyesi olmuştu.

1942 seçimlerinde El Benna, İsmailiye’den adaylığını koydu, engellendi.

1945 yılında İsmailiye’den ikinci kez aday oldu, 60 bağımsız aday gösterdi.

Türlü sabotaj ve baskılara rağmen El-Benna ve arkadaşları seçimleri kazandı.

Seçimler iptal edildi.

Bir sonraki seçimlerde de El Benna doğrudan engellendi, arkadaşlarının adaylığı düşürüldü.

1922 yılı itibariyle Mısır’da fiili İngiliz işgali sona ermişti ama İngilizler, Kral Faruk’u ve hükümetlerini istedikleri gibi çekip çeviriyordu.

Filistin’in İngiliz mandasında olduğu yıllardı ve Filistin’de iç savaş vardı.

Müslüman kardeşler, Filistin’e de el atıp destek gücü gönderince bardaktaki son damla da taşmış oldu.

İngiltere, Fransa ve Amerika büyükelçileri, 8 Aralık 1948’de İsmailiye bölgesindeki İngiliz Fayed karargâhında bir araya geldiler ve el Benna’yı tasfiye edip Müslüman Kardeşleri bitirme kararı aldılar.

Ve Cadı avı başladı;

Yönetim kadrosundaki herkes tutuklandı, mallarına el konuldu.

El Benna için ise ayrı bir plan söz konusu olmalıydı ki, onu tutuklamadılar.

Fazla geçmeden beklenen oldu.

1949 yılı 12 Şubat akşamı el Benna ofisinden çıkıp taksiye bindiği bir anda suikasta uğradı.

Hastaneye kaldırıldı; Hastane ablukaya alındı, tıbbi müdahale engellendi ve kan kaybından hayatını kaybetti.

Kral Faruk’a da yar olmadı.

Mısır ordusundan bir grup subay, 1952’de Kral Faruk’a darbe yaptı, yönetime el koydu.

Darbeciler, Müslüman kardeşlerin halk tabanını kullanarak darbeyi meşru göstermeye çalıştılar.

Müslüman kardeşler yanlısı General Muhammet Necip de Devlet Başkanlığına getirildi.

Bir buçuk yıl sonra Askeri Yönetim Üyelerinden Binbaşı Cemal Abdunnasır, adı konmamış bir darbeyle General Necip’i görevden aldı, yerine kendisi geçti ve onu ömür boyu ev hapsine mahkûm etti.

Müslüman kardeşler kıyımı durmadı, katlanarak devam etti.

1954 yılında Abdunnasır’a Suikast girişimi dendi; Ünlü hukukçu Abdulkadir Ude dâhil altı yönetici bir defada idam edildi.

Çölde silah eğitimi yapıyor dendi; ünlü fikir adamı Seyit Kutup idam sehpasına çekildi.

Hapishaneler Müslüman kardeşlerle doldu taştı.

1970 yılında Abdunnasır’ın şaibeli ölümü üzerine göreve gelen Enver Sedat, Mısır’da yeni bir dönemim kapılarını araladı.

Sedat, sosyalizm yerine kapitalizmi, koruma ekonomisi yerine serbest pazar ekonomisini tercih etti; Batı ülkeleri ile ticaret kapılarını sonuna kadar açtı.

Müslüman Kardeşler de yeni modaya uyanlar arasındaydı; Okullar, hastaneler açtılar, ticarete atıldılar, sanayi dallarında yatırımlar yaptılar.

1981’de Enver Sedat öldürülünce Hüsnü Mübarek yönetimi de selefinin yolundan gitti.

Müslüman Kardeşler, akçeli işlere gire çıka ‘Arap Baharı’ öncesine gelindiğinde, hassas siyasi dengeler üzerinde sopayı ortadan tutmaya çalışan, durumunu doğrultmuş, sanayici olmuş, İslami-Ticari-Siyasi standartta bir örgüt haline gelmişti.

Yasin Suresi 21. Ayetindeki ‘Sizden hiçbir karşılık beklemeyen ve kendileri doğru yolda olan (bu) kimselere uyun!" ayetinin sırrı kaybolmuştu.

Siyasi tecrübeden yoksun bir şekilde Firavunlar diyarı Mısır’da Firavun olmayı denediler.

Mursi de Hz. Yusuf gibi hapisten çıkıp Mısır’a Aziz değil Başkan bile olabileceğini düşünmüştü ama bir nüans farkı vardı.

Yusuf’u Yusuf yapan ‘Şüphesiz o samimi kullarımızdandı.’ Ayetinin sırrı gözden kaçmıştı.

Çevresinin mevki makam, mal para, şan şöhret talepleri karşısında boynu bükük ve şaşkın olduğu Mursi’nin her halinden belliydi.

Ve çığ gibi büyüyen, büyüleyen, yıkıldıkça güçlenen Müslüman Kardeşlerin son yıkılışlarında onları yeniden ayağa kaldıracak kimse kalmamıştı arkalarında doğal olarak.

Sözün özü;

Yakın gelecekte Müslüman kardeşler için ufukta siyasi bir gelecek görünmüyor.

Yurt içindeki tüm mal varlıklarına, banka hesaplarına el konuldu çoktan.

Mısır’ın aklı, Müslüman Kardeşlerin yurt dışındaki gücünü nasıl kontrol edebileceğine takılıdır.

İşin garibi Müslüman Kardeşlerin en az yatırımlarının bulunduğu ve en çok seslerinin çıktığı yer Türkiye’dir.

Mısır’ı çileden çıkartan da budur.

Bu konuda Mısır’ı rahatlatabilecek tek ülke de Türkiye’dir.

Türkiye-Mısır ikili heyet görüşmelerinin ana konusu da budur.

Gerisi teferruattır, bahanedir.

Devlet aklı gerekeni yapacak; Mısır’la tüm sorunlar tuz buz olacak.

Yunanlılar da buna şaşacak.

Sevilla haritaları ellerinde kala kalacak.