Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.75
Gram Altın
2503.62
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

28 Aralık 2022

Rüzgâra Küfretmek

Geçen haftaki “çağdaş edebiyat kuramları” dersinde neredeyse bütün ideoloji ve onlara bağlı edebiyat anlayışların son birkaç yüzyılda Avrupa’da ortaya çıktığını söyleyince öğrencilerimden biri “hocam bizim de Yunuslarımız, Mevlanalarımız, Farabilerimiz var.” dedi. Onun bıraktığı yerden devam ettim. “Evet, elbette, Attarlarımız, Sadilerimiz, İbn-i Arabilerimiz, İbn-i Rüşdlerimiz, İbni Haldunlarımız var. Listeyi uzatıp sayfalar dolusu isimle doldurabiliriz. Ancak mesele şu ki bütün bunlar bugünün dünyasında gündelik hayatın akışına etki etmiyorlar. Bütün bunlar, bu gerçekten yaşamış ve zamanının ötesine taşmış simalar yaşadıkları dönemin kolektif şuurunu etkilemiş, çağdaşlarının, hatta kendilerinden sonra yüzlerce yıl sonraki nesillerin iç dünyalarını, zihinlerini, görüşlerini etkilemiştir. Fakat bugün, bugün ne durumdayız? Örneğin Avrupa dediğimizdeki gibi uluslar ötesi çağrışımı bulunan bir Asya, bir Afrika, bir İslam coğrafyası var mı? Bilimi, felsefesi, kültürü birbiriyle tutarlı ve ulusallığın ötesine geçerek, ulusallığı unutturup evrensele vurgu yapan Avrupa dışı bir medeniyet var mı? Mesele geçmişte, senden önce senin çizgindeki insanların yaptıklarıyla kuru kuruya övünmek değil, onları hak etmek için yaşadığın dönemin kültürüne, sanatına, edebiyatına bir şeyler eklemek, önce kendinin, sonra dünya görüşünün, ardından da ait olduğun medeniyetin menfaatine bir şeyler yapmak, varsa onların attığı temele bir tuğla koymaktır. Yoksa Afrika, Güney Amerika dahil her ülkenin ya geçmişine ya bugününe veya geleceğine yönelik gurur duyacağı bir değeri mutlaka vardır. Arandığında her ülkenin diğerlerine üstün nitelikleri bulunur. Ya cesaretleri ya cömertlikleri ya inanç yükseklikleri ya dürüstlükleri ya çalışkanlıkları ya özverileri veya başka her hangi bir nitelik bakımından dünyanın geriye kalanlarına dudak ısırtacak bir geçmiş, bunlardan en azından birine sahip bir geçmiş her ülkenin en doğal hakkıdır. Ancak bu özelliklerden birine veya birkaçına sahip olmak seni dünyanın hakimi kılmıyor. Ancak bütün bunlar Avrupa’nın hayatın her alanında iyisiyle kötüsüyle dünyaya hakim olduğunu; dünyanın bugününe, en azından yakın ve orta vadede bu üstünlüklerini devam ettireceklerine yönelik öngörüyü değiştirmiyor. Galiba geçmişle övünmek biraz da şimdiden şikayetçi olmanın yarattığı travmaları tamire yarıyor. Tıpkı elindekileri kaybettikten sonra geriye sadece anıları kalan insanların dönüp dolaşıp o mutlu, şen ama bir daha gelmeyecek olan yaşanmışlıkları hatırlama çaresizliğinde olduğu gibi.

Özgüven elbette değerlidir. Geçmiş elbette bir milletin özgüven tarlasıdır. Ancak içi boş özgüvenin içeriksiz böbürlenmeden ne farkı var? Birileri üretiyor ve sen tüketiyorsan kölesin. Birileri yazıyor ve sen okuyorsan kölesin. Birileri emrediyor ve sen yapıyorsan kölesin. Birileri yaptığın her şeyi görüyor, kayda alıyor, tasnif, tahlil ediyor ve bunu aleyhine kullanacak stratejiler üretiyor ama sen onların gölgesine bile yetişemiyorsan kölesin. Gündelik yaşama dair sayısız göstergenin neredeyse hepsi Avrupa’nın ve onun nevzuhur Amerika’sının eseridir. Meseleye buradan bakınca gururlanacak çok da fazla tarafımız yok. Borsamız onların nefes alıp verişine ayarlı. Merkez Bankamız onların finans sistemine göre işlem yapıyor, her işlemde onlardan teyit alıyor. Yazılımlarımız onların eseri. Yazışmalarımız onlar gördükten sonra birbirimize ulaşıyor. Müfredatlarımız onların peşinden gidiyor. Ders kitaplarımızın şablonları onlar örnek alınarak oluşturuluyor. Eğitim anlayışımızın temelinde onların felsefeleri yatıyor. Üniversitelerimiz onların belirlediği ölçütleri yerine getirmek için birbiriyle yarışıyor, ilk 500’e girenlere gıptayla bakılıyor. Zevklerimiz, modalarımız, giyim kuşamımız, hatta neredeyse unumuz, ekmeğimiz oradan geliyor. Şehirlerimizin mimarisi onlardan esinleniyor ve onların çakmasının ötesine geçemiyor. İş ahlakımız onların yüz yıl gerisinde. İlişkilerimiz berbat, iç dünyalarımız paramparça. İşe yarar, ele avuca gelir hiçbir tarafımız yok mu pekiyi? Elbette var. Ama onları heder etmenin bütün mekanizmaları gece gündüz işliyor. İşini iyi yapanlar uyumsuzluktan hırpalanıyor. En idealistlerimizin elleri kolları bağlanıyor. En çalışkanlarımıza aptal gözüyle bakılıyor. En zekilerimizi zaten onlar alıp götürüyor. İyi ki de götürüyorlar. Çıkarcılık, kötülük, banallik, atalet üzerine kurulmuş bir sistemin içine atılan iyiden daha tehlikelisi var mı? Estetiğe karışmış sıradanlıktan daha çirkini var mı? Çalışıyor görünenden daha tembeli var mı?

Sistemini kurmuş, geçmişin bütün bakiyesini sahiplenmiş, insanlık tarihinin bütün mirasına sahip çıkan bir Batı, bir Avrupa var. Her şeyi kendisi için düşünen, kendini merkeze alan, kendine mensup ve tabi olanların hakkını gözeten bir Batı, bir Avrupa var. Kendi çıkarı için dünyayı ateşe veren bir Batı, bir Avrupa var. Ne olursa olsun, dünyanın geleceğinden endişe eden, dünyanın olası risklerinin hesabını çıkaran bir Batı, bir Avrupa var. Bir Doğu, bir Asya, bir Afrika, bir İslam dünyası var mı? Yok. Yok işte. Her biri kendi derdine düşmüş, her biri ötekinin sınırlarına gözünü dikmiş, her biri hayatı vatandaşlarına zindan etmenin hesaplarını yapan, her biri diğerinin kuyusunu kazan ülkelerin fokur fokur kaynadığı bir kazandan başka nedir Avrupa dışı memleketler? Neden anlamıyoruz ki bunu? Rüzgâra küfretmek yerine, yel değirmeni yapmayı ne zaman öğreneceğiz? İki asırdır gece gündüz küfrediyoruz, bir faydasını görmedik. Şimdi biraz da anlama zamanı değil mi? Önceki elin sonrakine faydası olsa bütün kumarbazlar zengindi. Geçmişin geleceğe faydası olsa devasa imparatorluklar onun bunun oyuncağı haline gelmezdi. Aklımızı başımıza alma zamanı…