Stokçuluk ve İhtikâr
Bu köşedeki ilk yazılarımdan birinin başlığı “homoekonomikus” idi.
Homoekonomikus sadece iktisat, ekonomi odaklı, kazanma hırsıyla dolu insan
anlamına geliyor.
Bu insan tipi, sanayi devriminin ürünü oluyor.
Sanayi devrimi beraberinde
kapitalizm, liberalizm, komünizm, feminizm, Nazizm, Darwinizm, ırkçılık gibi “doğa dinlerini” getirdi.
Doğa dinlerinin mihverine giren
insanoğlu mavi gezegeni adeta plastik ve betondan bir AVM’ ye
dönüştürdü.
Aşırı beslenme ve obesite başlıca tıbbi
sorun haline geldi.
Doğa dinleri insanı özgürleştiğini iddia ederlerken,aslında onu yalnızlaştırdı.
Roma Saltanatının son zamanlarında,
zenginler arasında açgözlülük öyle bir hal almıştı ki, midelerinde yer açarak
tekrardan yiyip içebilmeleri için, “kusma
yerleri” inşa ettirmişlerdi.
Roma medeniyetine geri dönüldü.
Hep kazanmaya şartlanıldı, şefkat,
merhamet, vicdan, kanaat, empati, fedakârlık gibi hasletler kaybedildi.
Homoekonomikus, tüm hedef ve
düşüncelerini ekonomik çıkarlarına göre düzenler, hayat tekdüze üretmek ve
tüketmek ekseninde gider-gelir.
Homoekonomikus adeta üretim bandındaki
bir üründür.
Ülkemiz ciddi bir “homoekonomikus” laşma
buhranı yaşıyor.
Yerde yatan düşkünün yanından
umursamadan geçen, mazlûma yardımdan kaçınan, şiddete tanık olup başını çeviren,
komşuluk ilişkisi bilmeyen, hatta onları tanımayan, hep hırslı, hep daha
fazlasını isteyen, trafiği bile maraton ve düello sanan, “homoekonomikus” luktan boğulmak üzereyiz.
Pandemi ve savaş nedeniyle yaşadığımız
ekonomik dalgalanmalarda habis bencillerle, tüketim sapıklarıyla yüz yüze
geldik.
Ölümcül salgını bile kazanca çeviren canilerle meğer birlikte yaşıyormuşuz.
Görüldü ki, bir stokçu ile kaos yaratmak
amacıyla o mala hücum eden tüketicinin kötülük
katsayıları farksızdır.
İmam-ı Gazali, Kimya’yı Saadet” de “stokçu” luktan “ihtikâr” stokçulardan da “muhtekir”
olarak bahseder.
Gazali’ye göre “ihtikar” öyle kötüdür ki, muhtekir
yani stokçu stokladığı malı tamamen sadaka olarak dağıtsa günahını
karşılamaz.
Gazali, Hz. Ali(ra)’nin stoklanan bir mal haber verildiğinde o malın
yakılmasını emrettiğini söyler. Demek ki Hz. Ali stoklanan malı bile iğrenç
bulmaktadır.
İslam’ın ilk devirlerinde bir tüccar
Basra’ya vekilini gönderir. Vekil Basra’ya vardığında satacağı malın
pahalanacağını duyar, bir hafta şehir dışında bekledikten sonra şehre girer ve
pahalanmış fiyattan malları satar. Bunu iftiharla patronuna bildirir. Tüccar
malın tamamının edinilen kârla birlikte sadaka olarak dağıtmasını emreder.
Veliline yaptığının cinayet olduğunu söyler.
Hırs ve açgözlülük çoğu kere hüsranla neticelenir.
Gazali’nin naklettiği şu menkıbe haris
insanın akıbetini ne güzel anlatır:
Bir kimse İsa aleyhisselama arkadaş olmak ister.
Beraber yola çıkarlar.
Bir derenin yanına gelirler. Üç tane ekmekleri vardır. Oturup birer ekmek
yerler. İsa aleyhisselam derenin kenarına gider, geri dönünce kalan tek ekmeği
göremez ve “kim aldı?” diye sorar.
Adam, “bilmem!” der, oradan ayrılırlar.
İki yavrusu olan bir geyik gelir. İsa aleyhisselam birine seslenir yanına
gelir onu keser, kızartırlar ve doyuncaya kadar yerler sonra Hz. İsa “diril!” der. Allah’u Teâlâ’nın izni ile
yavru dirilir ve gider.
Bunun üzerine o adama dönüp, “Bu mucizeyi
sana gösterdim Rabbim için söyle o ekmek ne oldu?” buyurdu. Adam yine “bilmem!” dedi.
Oradan da gittiler.
Sonra bir vadiye ulaştılar. İsa aleyhisselam onun
elini tuttu ikisi de suyun üzerinden yürüyerek geçtiler. Bu mucizeyi sana gösteren Allah için söyle
o ekmek ne oldu? buyurdu. Adam yine “bilmem!”
dedi.
Oradan da ayrıldılar.
Çakıltaşı çok olan bir sahraya
geldiler. İsa aleyhisselam o taşları topladı ve “Allah’ın izni ile altın olun!” buyurdu. Hepsi altın oldu. Altınları üçe ayırdı ve bir kısmı benim, bir kısmı senin, bir kısmı da ekmeği alanın
buyurdu.
Adam gördüğü altınlara tamâ ederek, ekmek
bendedir deyip ikrar etti. İsa aleyhisselam hepsi senin olsun der
ve adamı orada bırakıp gider.
İki kişi adamın o adamın yanına geldiler onu öldürüp altınları almak istediler. Beni
öldürmeyin
bu altınları üçe taksim edelim dedi. Razı oldular. Sonra üçünden
birini yiyecek getirsin diye şehre gönderdiler.
Adam gitti yiyecek aldı. Ancak hırsa kapıldı. Altınların hepsi bana kalsın diye yiyeceklerin içine
zehir koydu.
Diğer iki kişi ise gelince onu öldürelim altınları biz alalım dediler.
Geldiği zaman onu öldürdüler sonra oturup getirdiği yemeği yediler kendileri de öldüler.
Altınlar ortada kaldı.
İsa aleyhisselam oradan geçiyordu.
Altınları ve üç kişinin de ölmüş olduklarını gördü.
“Dünyayı sevenler böyle
olur” buyurdu.
Gazali ekliyor, “yılan tutmakla
uğraşanlar sonunda yılanın elinde can ver verirler”.
Hz. Ömer(ra) ve Hz Ali (ra) Şam
Valisini teftişe giderler.
Vali, Selman-ı Farisi dir.
Selman, misafirlerine yemek olarak
zeytinyağı ve ekmek ikram eder. Hz. Ali serzenişte bulundu; “yağın içinde biraz tuz olsaydı, ne güzel
olurdu” dedi.
Selman’ın cevabı şuydu: “Bütün zevkleri bu
Dünya’da tadacaksak, cennete ne kalacak”.
Biz böyle bir medeniyetten gelmekte iken nerelere savrulduk?
Medya ve reklamcılık sektörünün sürekli kışkırtmalarla mutluluk rezervlerimizi acımasızca tükettiği
bir dünyadansa, Selman’ın mütevazi dünyasına ne dersiniz?
Acıların sebebi arzular değil mi?