Dolar (USD)
32.56
Euro (EUR)
34.99
Gram Altın
2434.81
BIST 100
9762.24
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


​Yazar ne yazar

Yazar ilhamını Allah’tan aldığı için hayat ile ölüm arasındaki çizgide dolaşır, her ikisinin alanını genişletmenin gayretini güder. Ölümü hayatın içine taşıyan, hayatı ölüme üstün kılan kaleminin peşinden bir ömür koşturur. Böylece hayatın içindeki ölüm insanları hayata daha sıkı bağlarken ölümün içindeki hayat da onun çizgilerini belirsizleştirir. Her durumda yazarın işi hayatı kışkırtmak, bitmiş olanın bitmediğini söylemek, ölü hücrelerin yerine dirileri serpiştirmektir. Ölüme karşı hayatın sözcüsüdür o. Düşüşe karşı kalkışın, dağılmaya karşı toparlanmanın, zevale karşı şafağın nabzını tutar yazar. Bu amaç ile zamanın sözcüsü olan kalemini bir saniye bile olsa yanından ayırmaz. Mekanın emanetçisi olan kalem de her daim hizmetine hazır bekler. Kalem kağıda dokundukça ölüm geri çekilir, kağıt kalem tarafından biçimlendikçe ayrıntılar netleşir, boşluk aralanır, şeffaflık yerini renklere bırakır. Yazarlık ölü hücrelerden diri hücreler yeşertmenin sanatıdır. Ve bu yüzden, belki de tam bundan dolayı yazar hayatın şarkısını söylemek için vardır; buradadır, şu an, şu saniye yazmaktadır. Ve o yazdıkça uyuşukluk yerini zindeliğe, mağlubiyet yerini galibiyete, uyku yerini uyanıklığa, keder yerini sevince, yeis yerini umuda bırakmaktadır.

Kaderin bir adı da yazgıdır. İçinde yazmanın olmadığı hiçbir eylem hayata dahil değildir. Her insan boşluğa bıraktığı nefesiyle havaya hücrelerinden fışkıran kelimeleri bırakır. Göz görüntünün tutanağına taliptir, kulak sesin peşinden gider ve onu oradan alarak müziğin bahçesine çağırır. Ten dış dünyayı içeriyle birleştirir, ruh çağlayanını büyük insanlık okyanusuna sürükler. Düşünce; evreni kavramanın yolcusu olarak kelimeleri kımıldatır, kelimeler zamanın tohumu çatlatmasında olduğu gibi zihin topraklarından fikirler yeşertir. Hayatın durduğu yer burasıdır ve yazar hayata buradan bakar. Bu sebeptendir ki yazar ruhunun, zihninin, yüreğinin çarptığı ne varsa hepsini kaleminin içine doldurur, kaleminin ucundan damlayan mürekkeple onların görüntüsünü kağıda yapıştırır. Bütün bu halleriyle denebilir ki içinden yazmanın çıkarıldığı hiçbir uzam var sayılamaz. Yazar, yazma ve yazgının birleştiği yerde durur. Zihin dünyayı tasavvur üzerinden tasarlarken kalem de yazı üzerinden kalıba döker.

Yazar elbette bir boşluk doldurucusudur. Hayat ile insan arasındaki derin uçuruma gergin asma köprüler kurar yazar. Bu yakadan öteki yakaya geçmenin fiziksel hesaplarını yapar. Önce kendi geçer kurduğu bütün köprülerden, sonra da ötekileri davet eder. Eğer yazarlar olmasa hayat bir ömür bu geçede yaşayıp gitmenin, soluk, sünepe bir rutine tabi olmanın uyuşuk mayışık yolculuğundan başka bir anlam ifade etmezdi. Yazar bize hep karşı yakayı gösterir. Bakın, orada der, hayat, bakın orası da var ve içinde tehlikeler de olsa bu ipe, bu akıl ipine, bu yürek ipine, bu duyarlılık ipine sarılıp karşıya geçin. Bizi kendimizin dışına çıkararak kendimizi içeriden kavramanın yollarını gösterir o. Bizi kendimizden uzaklaştırarak kendimize yaklaştırmanın ipuçlarını sunar. İnsan nedir der, hayat nedir, nedir ölüm, nedir aşk, nedir ayrılık, nedir sadakat ve nedir ihanet? Bu sorular uzayıp gider yazarın kaleminde. Bu sorulardan bir ormanın içine girmedikçe hangi insan hayatın ayırdına vararak bu dünyadan ayrıldığını iddia edebilir ki? İçinden yazarın çıkarıldığı hangi hayat bize hayatın kendisini gösterebilir ki? İçinden yazının çıkarıldığı hangi kader bizi kendine çekebilir ki?

Ve yazar… O büyük zihin, o koca yürek, o devasa duyarlılık bizi doğanın bıraktığı o amansız uçuruma düşmekten kurtarır. Uçlarda gezdirir, ortayı sevdirir. Ortayı gösterir, uçları özendirir. Bir sınır ihlalcisi değildir o, hayır, bir sınırlarda gezme ve gezdirme sevdalısıdır. O sevdaya bizi de ortak eder. Yazar olmasa hangi insan öteki insanın düşündüklerini, hissettiklerini derisinin altına çağırabilirdi? Hangi dünya olduğundan daha hoş görünebilir, hangi yıldız kendi parlaklığından bir parça koparıp insanın eline tutuşturabilirdi? Yazarlar dünyanın şekerci dükkancılarıdır ve bizler, hepimiz birer çocuk olarak ne yapar eder yolumuzu bir şekilde oraya düşürtürüz; o dükkandan içeri girer o şekerlerden jelatini kelimeler olan o harika duyguları tadarız. Oradan çıktığımızda hepimizin yüzünde neşe, gözlerinde ışık… Gökyüzü boyacıları, evren yolcularıdır onlar. Ve bizler o boyadan kendimize ait kısmı alır cildimizi bulutların değişen renkleri gibi bir biçimden ötekine sokar dururuz. Yazarlar olmasa biz de yıllar, yüzyıllar boyu aynı yerde durmaktan sıkılan ağaçlara dönerdik. Köklerimizi toprağın altında, dallarımızı göğün boşluklarında dolaştırmasa onlar, can sıkıntısından ölürdük. Kelimelere kanat takıp uçurmasa onlar, hangimiz düşlerinin peşinde bu kadar, bu denli coşkuyla koşturup eve döndüğünde ama en azından düşlerim var benim diyebilirdi? Kelimeleri yağmur suyuyla yıkayandır onlar. Kirlerinden arındırıp mücevhere dönüştüren, yeniden, bir daha hayata süren…

Yazar ölmediği sürece hayat ölmez. Yazar yazdığı sürece insan türü yolculuğa devam eder. Yazar nefes aldığı sürece kötü günler geride kalır. İyilik yazardan ilham alır, kötülük yazardan korkar, kaçar. Kötülüğün kazandığı bütün savaşlarda yazarlar seyirci kalmış demektir. Kötülüğün sesinin yükseldiği yerde yazarların sesi kısılmış demektir. Ve kötü yazar, kötülük karşısında susan, iyi yazar kötülüğün bütün hışmını göğsünde eriten kişidir. Yazarları susturulmuş toplumların gürültüsü şarkıya dönüşmez. Yazarları kötülüğün emrine girmiş toplumlar iflah olmaz. Yazar hakikati yazar çünkü. Ve hakikat hayatın çocuğu olduğu için, her zaman, daima haklı çıkar.