Yol Arkadaşlarım-7
Selamıyla, kelamıyla huzur veren
bir tebessümdür Faruk Uysal. Alt
yapısı güçlü, sesinin kuvvetini dizelerden alan ve her dizenin kendi başına bir
şiiri taşıdığı evrensel bir şiirin şairi.
Sadece şiir yazmaz, gençlere yol
da gösterir Uysal. Şiirin ruhuna dokunan, kelâma ışık tutan yorumlarla has şiire
davet eder gençleri.
Faruk Uysal fotoğrafları insana
huzur veren tebessümle karşılar sizi. Şair, dünyaya gülümseyen bir yüz
takınırken şiirinde hüzün başköşededir. İçine atmak denir ya, dışında güller
açarken içinin çöle dönmesi ya da.. İşte Faruk Uysal’ın sureti ile şiiri
arasındaki duruş farkı bundan geliyor.
Şiirimiz adına sevinç
duyacağımız bir şiir sunuyor bize Uysal. Akıcı bir üslup, şiiri diri tutan
imgeler, anlamı yormayan bir ses ile yapıyor bunu. Daim olsun.
Mevlana
İdris
Mevlana İdris;
şair. Gönüller yapma ustası. Muhabbetinden huzur duyacağınız bir derviş yürek.
Onun
içindeki çocuk seslerinin cıvıltılarının ayyuka çıktığını onu takip eden herkes
bilir. Onlarca çocuk kitabına
imza atan, Mavikuş dergisiyle
hâlâ zihinlerimizde dipdiri yer tutan, çocukların “Ah Vah Baba”sı Mevlana İdris çocukları kitaba çağırarak onlara o
kadar büyük iyilikler yapmıştır ki bu çağda buna şahit olmak büyük bir
devrimdir. Çünkü teknolojik kuşatmanın ortasındaki çocukları kitaba çağırmak
kadar büyük bir eylem yoktur.
Çocuklar
için durum böyleyken, bizler için de durum çok farklı değil. Onun şiirlerini
okuyup da yola revan olmak isteyen o kadar çok koca yürekli adam vardır ki, o
yürüse tereddütsüz ardına düşmek için, “Ay
söylevi”ni diline marş yaparak yürümek için küçük bir işaret beklemekteler.
Şimdilerde Çeto ile hepimizi bir yolculuğa davet ediyor. Dünyaya ses veriyor
çocuklar. Renkleri yüzlerimize yansıyan, sesi kalbimizde yankılanan bir çağrı
bu.
Ve bir Mevlana İdris şiiri: Modern
Çağda Bir İletişim Denemesi; Selamun Aleyküm, Aleyküm Selam.
Ömer Sevinçgül
Ömer Sevinçgül
adıyla ilk karşılaşmalarım Zafer Dergisi’nde
olmuştu. Sonradan kendisiyle aynı şehri paylaştığımı öğrendiğim yazarla, Zafer
dergisinin bürosunda tanışma ve sık sık görüşme şansını da yakaladım. Zafer
dergisi ki 1990’lı yılların en revaçta olan dergileri arasındaydı. Hikmetli
sözleri, risalenin ışığında kaleme alınan tadımlık yazılarıyla bir zamanların
elden düşmeyen dergileri arasındaydı.
Ömer
Sevinçgül’den okuduğum ilk kitap, Kulağım
Sultanlığımdır’dı. Tam bir hikmetler kitabı olan bu çalışması kulluğun
nasıl bir yola düşmek olduğunu, kader çizgisinin bizi nerelere çağırdığını ve
kâinatın aslında bir ayna olduğunu örneklerle anlatan bir kitaptı.
Şimdilerde gençlere ışık olacak
kitaplarla karşımızda Sevinçgül. Hikmetli sözler ve kalbe dokunan cümlelerle
yol arkadaşlarına içten selamlar göndermeye devam ediyor sonsuz şükür tadında.
Selçuk
Küpçük
Benim için dost tanımlamasının
karşısına Selçuk Küpçük ismibüyük bir keyifle yazılacakların ilk
sıralarında yer alır.
Selçuk
Küpçük ismiyle ilk karşılaşmam Hasan
Sağındık’ın 1993’te çıkan Zindan
Şehirler
kasetiyle olmuştu. Bu kasetin bütün eserleri çok özenle
hazırlanmış, önemli çalışmalardan oluşmaktaydı ama “Kurşun Kurşun Üstüne” adlı çalışma en beğenilenler arasındaydı
ve bu eserin söz ve müziği Selçuk Küpçük’e
aitti. Daha sonra besteler, şiirler geldi.
Uzun yıllar dergilerde birlikte
olduk. 90lı yıllarda sayfalar dolusu mektuplar gönderdik birbirimize. Muhabbetimiz
hiç kesilmedi. 1997 yılında Ordu’da misafiri olmuştum. O da bir yıl sonra
Tokat’ta hanemizi şenlendirmişti. Bu geliş gidişler hep devam etti.
Tebessüm
Provaları yapan
bir gençliği hep birlikte yaşadık. Zaten yaşadığımız Kurutulmuş Gül Mevsimi’ydi. Ve her söz içimize derin bir yara
açmıştı geçmiş zamanlar gibi.
Besteleriyle, şiirleriyle,
dostluğuyla gönül bağımız sımsıkı devam ediyor. İşte buna şükredilir.
Muhsin
Yazıcıoğlu
Ağır ağır değiyor rüzgâr yüzüme.
Baş dönmesi gibi sarsılıyor içim. Ne kadar rüzgâr varsa saklayacağım içimde.
Artık karın her yağışında, ayazın uğultusunu her duyuşumda içimde tanıdık bir
acı depreşip duracak. Buz tutacak her yerim.
Muhsin
Yazıcıoğlu
isminin bende birçok çağrışımı vardır. Özellikle lisedeyken başlayan, sonra
üniversitedeyken pekişen çağrışımlar ard arda sıralanıyor zihnimde. Bunda
üniversiteyi Sivas’ta okumamın da payı büyüktür. Hasan Sağındık, Abdurrahim
Karakoç, Selçuk Küpçük, Gündüz Gazetesi, Bizim Dergâh Dergisi, Günalp’ten çıkan
kasetler, Alperen Ocakları, Mamak Cezaevi, Sivas, Remzi Çayır, Hakkı Öznur...
ve daha nice değer bana Muhsin Yazıcıoğlu ismini çağrıştırır.
70li yıllardan başlayıp günümüze
kadar değişmeyen bir çizgiyle hayat denen keşmekeşin çizgisini koyultan Muhsin
Yazıcıoğlu, çok insana nasip olmayacak bir kalp duruluğuna aitti.
Herkes severdi Yazıcıoğlu’nu tâ
ki sandığa gidene kadar.
Her mart ayında biraz daha
üşüyecek kalbim. Karlı dağlara doğru bakamayacağım. “Üşüyorum” diye bitecek bir
şiirin sonunu getiremeyecek nefesim. Sivas’a her gittiğimde caddeler boğacak
beni, sokaklar üstüme üstüme gelecek.
Sen
üşüyorsun, biz buz tutuyoruz Reis.
Gül kokusu eksik olmasın başucundan.
Ruhun şâd, mekânın cennet olsun Muhsin Başkan.