12 Eylül’den 15 Temmuz’a nefret

Utancın, zulmün ve karanlığın üzerinden 38 yıl geçti. Milletin üzerinden sadece tank geçmemişti. Ülkenin en zinde güçlerini kamplara ayıran, birbiri ile vuruşturan mihraklar 12 Eylül'de milletin iradesini yok saymış, demokrasiyi, insan haklarını çiğneyerek yönetimi ele geçirmişlerdi.

"Türkiye'yi tamamen değiştiren müdahale sonrasında 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi, 171 kişinin 'işkenceden öldüğü' belgelendi."(Basında geçen haber böyle.)

Türkiye'de hangi olay olursa olsun hiçbirisi NATO'nun bilgisi dışında değildir. Dolayısıyla ABD, ya olayı organize edendir ya da olayı destekleyendir. ABD'nin "bizim çocuklar" dediği kişiler 12 Eylül'de milletin boğazına basmıştı. O dönemde iki kutuplu dünyada ABD, SSCB'nin (Rusya) önünü kesmek ve etki alanını genişletmek için çeşitli projeler yürütüyordu. Örneğin Asya'da hakimiyetini pekiştirmenin yollarını arayan ABD, bir yandan da Sovyetlere karşı bir "Yeşil Kuşak" projesi yürütüyordu. Afganistan'da Sovyet işgaline karşı savaşan mücahit gerillaları destekliyor; Pakistan ve İran'da dini rejimlerin yerleşmesini istiyordu.

Türkiye'de ise darbenin zeminini hazırlamak için kargaşa, kavga, cinayet, isyan, boykot, sağ-sol çatışması vb. olayların artarak devam etmesini bekliyorlardı. 12 Eylül 1980 Cuma günü saat 03.59'da radyo İstiklal Marşı'nın çalınmasıyla birlikte yayına geçti. Daha sonra anons yapılmadan Harbiye Marşı çalındı. Marşın bitiminde Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla yayınlanan Milli Güvenlik Konseyi'nin bir numaralı bildirisi okunmaya başlandı.

Türkiye resmen askeri komuta zincirinin emrinde idi. Darbeyi sanki gerekli bir müdahale gibi gösterdiler. Güya akan kanı durdurmuştu. Darbe ile yüz binlerce insan hapse atıldı, işinden oldu. İdamlar, yargılamalar, zulümler altında geçen yıllar başladı. Siyasi partileri de lağveden askeri yönetim, Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit'i Hamzakoy'a, Necmettin Erbakan ile Alparslan Türkeş'i ise Uzunada'ya sürgüne gönderdi. Siyasi yasaklar geldi. Evren'in "Şartların olgunlaşmasını bekledik!" sözü tarihe geçti.

12 Eylül'ün üzerinden 38 yıl geçti ama bu yıllar içinde millet ile devlet arasında ciddi uçurumlar oluştu. Milleti bölen, ayrıştıran, nefret tohumları eken işkenceler çoğaldı. 12 Eylül'ün açtığı yara hala iyileşememiş durumdadır. Vatandaşını potansiyel suçlu gören anlayış sürmektedir. Bugün itibariyle bile devletinden korkan bir toplum var.

Türkiye, 12 Eylül'ün etkilerini azaltıp her alanda atılım yaptığı bir dönemde 15 Temmuz ile karşılaştı. Yine ABD'nin tezgahladığı ve FETÖ eliyle uygulamaya konulan kanlı darbe girişimi sahneye konuldu. 12 Eylül için "Bizim çocuklar başardı." diyen ABD, bu kez kaybetmişti. Kazanan milletti.

Şimdi gelelim iki darbenin etkilerine. 12 Eylül'de millet kaybetmişti, 15 Temmuz'da millet kazandı. 12 Eylül'de militarist bir anlayış kazandı, 15 Temmuz'da ise millî irade. 12 Eylül'de zalim bir devlet otoritesi varken, 15 Temmuz'da ise milletin iradesini tesis eden devlet anlayışı hakim kılınmak istendi. "Milletin devleti"ni var etmeye matuf mücadele başladı. Bu mücadele 15 Temmuz'un hemen akabinde toplumun tüm kesimlerince destek gördü. Devlet-millet kaynaşması ortaya kondu.

"Devletin bekası" her şeyin önüne geçti. Burada başka savrulmalar, yanlış yönelimler de başlamış oldu. Zira 15 Temmuz ile amaçlanan hasıl olmuştu aslında. Muhafazakar kitle devletin bekasına kastediyormuş gibi bir hava estirildi. Herkes zan altında kaldı. Aşırı otoriter devlet refleksine kurban da verilmiş oldu.

Burada her iki darbeyi de düşünerek Aydın Ünal'ın "5 No'lu'dan ders çıkarmak (Yeni Şafak, 5 Haziran 2017) isimli yazısının dikkatlice okunması gerektiğini düşünüyorum. O yazıdan bir bölüm: "Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi bize gösterdi ki, ceza, hele hele adaleti sorgulanan ceza terör örgütlerini yok etmiyor, tam tersine daha da büyütüyor. Merhametle, insafla, vicdanla, en çok da adalet ve akılla, ceza kadar ıslaha da kafa yorulmalı."

Gerek 12 Eylül gerekse 15 Temmuz'un etkileri toplum hafızasında artarak devam ediyor. Toplumda "nefret" duygusunun önüne geçmek gerekir. Bu nefret devlete, dini inançlara, yaşama, tarihe karşı ve insanın insana nefreti şeklinde yayılarak devam ederse ne devlet ne huzur kalır. Vesselam.