Son Ankara saldırısının doğrudan TSK'yı, özellikle de Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na yönelik olması Türkiye'nin, Suriye ve Irak politikasıyla ilgili bir mesaj niteliği taşıyor. Washington, PYD'nin sorumlu olduğuna inanmazken, Ankara PYD'den ziyade Rusya ve ABD'nin eldeki deliller doğrultusunda, açıktan neyin peşinde olduklarını sorguluyor.
Türkiye bir süredir, Cumhuriyet tarihinin en yoğun uluslararası baskısını yaşamakta. Buna mukabil, -Osmanlı son dönemi dahil- İslam toplumunun (1.8 Milyar Müslüman) en fazla umut bağladığı dönemi de yaşamaktadır. Bu siyahla beyaz iki zıt görüntü Türkiye'nin her türlü prangaya rağmen (Lozan, Montrö ve NATO) bağımsız dış politika refleksinden kaynaklanmaktadır.
1 Kasım'dan sonra, Türkiye'nin Ortadoğu'da ağırlığını koyacağını/koyması gerektiğini daha önceki yazılarımda vurgulamıştım. Nitekim, Barzani'nin tekrardan bağımsızlık söylemini ve Türkiye'ye yakın pozisyon aldı. İran ve Ruslara rağmen Türkiye'nin bir şekilde Suriye'de hala ana aktör olması ABD, Rusya, İran ve BAE gibi seküler Arap ülkelerini rahatsız ediyor.
Dolayısıyla PYD/PKK ve İŞİD gibi terör örgütleri, Türkiye'yi engellemeye yönelik eylemlerde bulunmaktadır. ABD PYD'yi, Türkiye'ye karşı tercih ettiği açıkça görülüyor. Rusya zaten, PKK ve PYD'yi alenen destekliyor. Bu bağlamda ABD ve Rusya, Türkiye'nin Ortadoğu'da yarattığı sinerjiden rahatsız olduğu gibi Türkiye'yi engellemek, hatta PKK/PYD üzerinden bölmek istedikleri görülüyor. (Önemli ABD dış politika yapıcılarından Fukuyama'nın son makalesinde, yukarıdaki görüşümü doğrulayarak, Erdoğan ve Türkiye'nin paradigma değişiminden duyduğu rahatsızlığı vurguluyor. 'How Can Turkey Overcome its Foreign policy Mess?' http://grahamefuller.com/how-can-turkey-overcome-its-foreign-policy-mess/)
Aslında ABD ve Rusya, her ne kadar Ukrayna'dan ötürü rekabet halinde olsalar da Suriye özelinde Ortadoğu'da, -özellikle İran'ın alan genişletmesi de dahil- aralarında mutabakata vardıkları anlaşılıyor.Zira ABD olmadan Rusya, bölgede hiçbir şey yapamaz. Konjonktürel ve bölgesel çatışma veya rekabetler, iki ülkenin farklı meselelerde bir araya gelmesini engel teşkil etmemiş.
ABD ve Rusya, 21.yy Ortadoğu'sunda terör örgütleri marifetleriyle, bölge ülkelerine müdahale/yönlendirmede bulunarak, bölgenin yeniden dizaynı öngörüyor. Rusya müdahalesinin, PYD ve İŞİD/DEAŞ'e yaradığı görülüyor. Benzer durumda ABD'nin başının çektiği 'Koalisyon', -ne yaptığını bilmediğimiz- hava saldırılarında DEAŞ'i durdurmadığını biliyoruz. Bu bağlamda hem Rusya, hem de ABD, Sünni muhalifleri vurmaktadır. Emperyalizm, en kolay idare etmenin "böl ve yönet'' düsturunu hizmete sokmuş.Böylelikle Ortadoğu'nun kaderi ABD ve Rusya'nın inisiyatifine kalmış durumda.
Sykes-Picot anlaşmasını (İngiliz Sykes ve Fransız Picot diplomatlar) Bolşevik devriminden sonra, Lenin açıklamıştı. Malumunuz 20.yy Sykes-Picot'un aslında çok zikredilmeyen birde Rus Sazanovu vardır. Anlaşılan 21.yy'ın Rus Sazanov'u (Lavrov), Amerikalı Kerry'le masaya kurulmuş bile. 100 yıl sonraki ortaklık, bu sefer Amerikan-Rus diplomatlara nasip olmuş!! Peki, başka ortak(lar) var mı? İsrail, İngiltere, Fransa, Almanya veya İran olabilir mi? sorularını sormadan edemiyoruz.Fransa, 2016'da masanın dışında, Almanya 50 yıl daha prangalı. İran, Ortadoğu'nun arabesk/maşa devleti. Peki, İngiltere? Bazı Petrol şirketleriyle şimdiden enerji anlaşmaları yaptığını biliyoruz.21.yy Sykes-Picot'unu, Kerry ve Lavrov'un adını taşıyacağı muhtemel. Yakından takip edenlerde bilir. Komünist Küba'da, Papa ile Rus Ortodoks patriği 1054'den beri ilk kez bir araya gelmesi, Rus-ABD ittifakının arkasında, Vatikan'ı işaret ediyor.
Evet, 100 yıl doldu (1916-2016).Yüzyıl önce Musul-Kerkük petrolleri, bugünde önemini korurken, hendek serseriliğinin ilan edildiği, Güneydoğu'daki kaya gazı rezervleri, küresel şirketleri iştahlandırmış durumda.
1916 Sykes Picot'unda, Lübnan ve Suriye, Fransız mandası olurken, Irak, Filistin ve Ürdün İngiliz etkisi altına girmişti. 2016 Kerry-Lavrov'un da Türkiye dahil, Ortadoğu'da sınırların yeniden çizilmesi ihtimal dahilinde. Kuvvetle muhtemel, Ruslara Akdeniz'de bir üs ve uydu bir devletçik, Ermenilere Doğu Anadolu, İsrail'e biraz daha geniş topraklar, birde seküler Kürt devleti kurdurulması planlanmakta. İran'a da Pers İmparatorluk hayalleri için 4 adet başkent ikram edilebilir. (İran, bugün dört başkenti yönetiyor olsa da mezhepsel açıdan rahatlatılacaktır). DEAŞ'ın faaliyetleri, ABD ve Rusya'nın bölgedeki varlığını meşrulaştırdığı gibi yarattığı korku sarmalıyla Sünni/muhafazakar toplumu demografik bir sürgüne mecbur bırakmaktadır.
Mesele, Siyahla Beyaz gibi net. Real politika gereği, Türkiye'nin sessizliği, askeri ve teknolojik gücünün ABD ve Rusya'ya karşı yetersizliğinden değil; elde edilmiş kazanımların heba olmamasındandır.Zira mevcut iç politika dalgalanmaları ve askeri/istihbarati kapasiteye karşın, Türkiye'nin verdiği rahatsızlık, ziyadesiyle AB, ABD, İran ve Rusya'yı tedirgin etmiş durumda.
Ancak, çatışma/savaş kaçınılmaz bir şekilde ülkemizi bu cendereye sürüklerse (ki süreç oraya doğru gidiyor) Türkiye, bu girdabı Dünya'daki İslam toplumunu mobilize ederek ve anti-emperyal bir söylem geliştirerek Hıristiyan toplumun (Latin Amerika, Afrika, Avrupa) desteğiyle aşar. En önemlisi entelektüel yığın sağlayarak, ideolojik bir söylem ile popüler kültür araçlarıyla yüksek bir tını geliştirmeli. Dolayısıyla başta kamu kurumlarıyla koordinasyon olmak üzere Türkiye, dış politikada dik duruşundan taviz vermeden, enstürmanlarını çeşitlendirmelidir. Çünkü, vakit daralıyor.