Trend

Ahiret hayatının aşamalarından sırat köprüsü

Ahiret dünyadan sonra gidilecek son ve asıl mekanımızdır. Ebedi alemin adıdır. Ahiret hayatının 12 evresi vardır. Bunlar; Ba’s (Diriliş), Havz Haşr ve mahşer, Peygamber Efendimiz’in şefaati, Semâ ehlinin yeryüzüne inmesi, Cenâb-ı Hakk’ın tecellî etmesi, Hesapsız cennete girecek olanlar, Hesapsız cehenneme girecek olanlar, Amel defterlerinin açılması, Hesap, Mizan, Sırat. Peki Sırat nedir? Ahirette sırat nasıl olacak? Sırat köprüsü nasıl geçilir? Kuran''ı Kerim sırat çin ne söylüyor?  İşte ayrıntılar...

Ahiret dünyadan sonra gidilecek son ve asıl mekanımızdır. Ebedi alemin adıdır. Ahiret hayatının 12 evresi vardır. Bunlar; Ba's (Diriliş), Havz Haşr ve mahşer, Peygamber Efendimiz'in şefaati, Sema ehlinin yeryüzüne inmesi, Cenab-ı Hakk'ın tecellî etmesi, Hesapsız cennete girecek olanlar, Hesapsız cehenneme girecek olanlar, Amel defterlerinin açılması, Hesap, Mizan, Sırat. Peki Sırat nedir? Ahirette sırat nasıl olacak? Sırat köprüsü nasıl geçilir? Kuran'ı Kerim sırat çin ne söylüyor? İşte ayrıntılar...

SIRAT

Sırat, kıyamet gününde Cehennem ateşi üzerinde kurulan köprünün adıdır. Bütün insanlar bu köprüden mecburî bir sûrette geçecektir. Bu geçişler de o kimsenin dünyada iken sahip olduğu îman derecesine ve yapmış olduğu amellerin keyfiyetine göre gerçekleşecektir. Bu sebeple kimilerinin ayakları altında bu köprü o kadar incelecektir ki, üzerinden geçen, onu -meşhur tabiriyle- kıldan ince, kılıçtan keskince görecektir. Kimilerinin ayakları altında ise genişleyecek, o da rahat bir şekilde üzerinden geçerek Allah Teala'nın kendisi için hazırladığı nîmetlerin bulunduğu Cennet'e kavuşacaktır.

Cehennem ehli ise Sırat'ı geçmeye çalışırken ayakları kayacak ve Cehennem'e yuvarlanacaklardır.

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-'ın naklettiğine göre bir defasında bazı insanlar:

"‒Ya Rasûlallah! Kıyamet gününde biz Rabbimiz'i görecek mi­yiz?" diye sordular.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu suale şu soruyla mukabelede bulundular:

"‒Önünde hiçbir bulut yokken Güneş'i görmek için itişip kakışarak bir sıkışıklığa ve zarara uğrar mısınız?"

Sahabîler:

"‒Hayır, ya Rasûlallah!" dediler.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz tekrar:

"‒Önünde hiçbir bulut yokken ayın on dördüncü gecesi Kamer'i görmek için itişip kakışarak bir sıkışıklığa ve zarara uğrar mısınız?" diye sordular.

Sahabîler:

"‒Hayır, ya Rasûlallah!" deyince Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle devam ettiler:

"‒İşte şüphesiz sizler kıyamet günü Cenab-ı Hakk'ı böyle rahat bir şekilde göreceksiniz. Allah Teala bütün insanları bir araya toplar ve:

«–Kim, neye taptıysa onun peşinden gitsin!» buyurur.

Bunun üzerine dünyadayken Gü­neş'e tapanlar Güneş'in ardına, Ay'a tapanlar Ay'ın peşine düşer, tağutlara tapanlar da onların ardına takılıp (Cehennem'e) giderler. Yalnız bu ümmet, içinde münafıkları da olduğu halde ye­rinde kalır. Allah Teala onlara, evvelce tanıdıklarından farklı bir sû­rette tecellî edip:

«Ben sizin Rabbiniz'im!» buyurur.

Onlar (Rab'lerini o tecellî ile tanıyamadıkları için):

«–Sen'den Allah'a sığınırız! Rabbimiz bize gelinceye kadar bizim yerimiz burasıdır, (yerimizden ayrıl­mayız). Rabbimiz bize geldiğinde biz O'nu tanırız!» derler.

Allah Teala onlara bu defa da tanıdıkları sûrette tecellî edip:

«–Ben sizin Rabbiniz'im!» buyurur.

Onlar da:

«–Sen bizim Rabbimiz'sin!» der ve O'na tabî olurlar.

Bundan sonra Cehennem Köprüsü kurulur. Ümmetini onun üstünden en evvel geçiren ben olurum. O gün rasûllerin duaları; «: Allah'ım, se­lamet ver, selamet ver!» şeklindedir.

Sırat Köprüsü'nde saʻdan dikenlerine benzer birçok çengel vardır. Sizler saʻdan dikenlerini gördünüz mü?"

Sahabîler:

"‒Evet, gördük ya Rasûlallah!" diyerek cevap verdiler.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz sözlerine devamla şöyle buyurdular:

"‒İşte bu çengeller, saʻdan dikenlerine benzerler. Ancak şu var ki, ne kadar büyük olduklarını Allah Teala'dan başka kimse bilemez. İşte bu çen­geller, insanları (kötü) amellerinden dolayı kapıp alırlar. Kimi kötü ameli sebebiyle helak olur, kimi yere serilip (günahı nisbetinde) yara aldıktan sonra kurtulur…" (Buharî, Rikāk, 52)

Sırat Köprüsü, bütün insanlık için tek geçiş yeridir. Bu sebeple mü'min-kafir herkes oraya varacaktır. Ancak kamil mü'minler, ayet-i kerîmede ifade buyrulduğu üzere, o gün korkutulmayacak,[68] oradan selametle geçeceklerdir. Günahkar mü'minler ise, günahları nisbetinde sıkıntı çekeceklerdir.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün Hazret-i Hafsa -radıyallahu anha-'nın yanında:

"–İnşaallah ağacın altında bey'at eden Ashab-ı Şecere'den hiç kimse Cehennem'e girmeyecek!" buyurmuşlardı.

Bu söz üzerine aklına bir soru takılan Hafsa Validemiz:

"–Peki ya Rasûlallah, Cenab-ı Hak; «İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere herkes mutlaka Cehennem'e varacaktır.»[69] buyuruyor. Bu nasıl olacak?" diye sordular.

Fahr-i Kainat Efendimiz:

"–Allah Teala şöyle de buyurdu." diyerek bir sonraki ayeti tilavet buyurdular:

"Sonra müttakî olanları kurtarırız da zalimleri orada dizüstü bırakırız." (Meryem, 72) (Müslim, Fedailü's-Sahabe, 163)

Böylece Cennet ehli için "Cehennem'e varmak"tan maksadın, Sırat'tan geçerken Cehennem'in üstünden geçmek manasına geldiğini, yoksa içine girmek demek olmadığını îzah etmiş oldular.

Mevlana Hazretleri de Mesnevî'sinde, dünyada iken takva üzere yaşayıp îman-ı kamil üzere vefat eden salih mü'minlerin Sırat'taki halini mecazî bir üslûb ile şöyle hikaye etmektedir:

"Mü'minler Mahşer'de diyecekler ki:

«–Ey melekler! Cehennem herkesin, bütün insanların müşterek bir yolu değil miydi?» Mü'minlerin de kafirlerin de uğrayıp geçecekleri bu yolda biz ne duman gördük, ne de ateş!.. İşte burası Cennet; eman yurdu, emniyet yeri. Peki, o korkunç geçit, o felaket uğrak nerede kaldı?»

Melekler onlara diyecekler ki:

«–Hani geçerken filan yerde gördüğünüz o yemyeşil bahçe var ya! Cehennem, o korkunç azap yeri, o şiddetli ceza mahalli işte orasıydı. Ama size bağlık, bahçelik, ağaçlık bir yer göründü.

Uğraştığınız, mücahede ettiğiniz ibadet ve iyiliklerle, Allah rızası uğrunda onun ateşini söndürdünüz. Alev alev yanan şehvet ateşiniz, takva yeşilliği ve hidayet nûru oldu.

Hiddet/öfke ateşiniz; sabırla, müsamaha ile, yaptığınız iyiliklerle hilm haline geldi. Bilgisizlik karanlığı da takva yolundaki gayretlerinizle bilgi oldu.

Hırs ve cimrilik ateşiniz, cömertliğe çevrildi. Diken gibi olan hasediniz, gül bahçesine döndü. Siz, Allah rızası için, daha dünyada iken ateşlerinizin hepsini birer birer söndürdünüz. Ateş gibi nefsi, gül bahçesi haline getirdiniz; oraya vefa tohumunu ektiniz.

Hak davetçisi olan Peygamber'in davetine uydunuz; nefs cehennemine su döküp ateşini söndürdünüz. İşte bu yüzden Cehennem size yemyeşil ve türlü nîmetlerle dolu bir gül bahçesi oldu.»"

Sırat Köprüsü'nden Geçiş Nasıl Olacak?

Diğer taraftan Cennet ehli, Sırat'tan geçerken amelleri nisbetinde bir hıza sahip olacaklardır. Nitekim Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"İnsanlar Cehennem'e gelirler, sonra amellerine göre oradan geçerler: Onların ilk grubu şimşek hızıyla geçer. İkinci grup rüzgar gibi geçer. Sonra at süratiyle, at binicisi süratiyle, sonra yaya koşusuyla, sonra da yaya yürüyüşüyle geçer." (Tirmizî, Tefsîr, 19/3159)

İnsan, Sırat'ın üzerinde ne kadar çok kalırsa o kadar Cehennem ateşinin harareti, dumanı, kötü kokusu ve kötü manzaraları ile azaba maruz kalır. Bundan daha kötüsü de her an Cehennem'e düşme korkusu içinde dehşetli anlar yaşar. Bu sebeple insan oradan ne kadar hızlı geçerse o kadar selamet içinde olur.

Yine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"…Sırat'tan ilk geçenleriniz şimşek hızıyla geçerler… Sonra rüzgar gibi, sonra kuşun uçuşu ve bir adamın hızla koşması gibi geçerler. Onları bu şekilde amelleri geçirir. Bu esnada sizin Peygamber'iniz de Sırat'ın başında durur ve devamlı olarak;

«Ya Rabbi, selamet ver, selamet ver!» der.

İnsanların amelleri kendilerini Sırat'tan geçiremez hale gelinceye kadar bu durum böyle devam eder. Hatta bir kişi gelir, yürümeye güç yetiremez de sürünerek gitmeye çalışır. Sırat'ın iki tarafında asılı çengeller vardır. Bunlar emrolundukları insanları yakalamakla vazifelidirler. İnsanların bir kısmı bu çengeller tarafından tırmalanmış ve yaralanmış vaziyette kurtulur, bir kısmı da Cehennem'e atılıverir." (Müslim, Îman, 329)

Dolayısıyla dünyada işlenen her bir günah, aslında Sırat'ın yanlarına asılan büyük bir çengel demektir. Hatta Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buna misal olarak, "emanet" ile "akrabalık bağı"nın gönderilerek Sırat'ın sağ ve solunda duracaklarını ve dünyada iken haklarını îfa etmeyenlerle mücadele edeceklerini haber vermişlerdir. Burada "emanet" ile "akrabalık bağı"nın bilhassa zikredilmesi, ehemmiyetlerinin büyük, ihmal edenlerinin de çok olması sebebiyledir.

Sırat Köprüsü'nde, Peygamber Efendimiz gibi mü'minlerin dilinde de hep aynı dua vardır. Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Sırat Köprüsü'nde mü'minin şiarı; «Ya Rabbi, selamet ver, selamet ver!» duasıdır." buyurmuşlardır. (Tirmizî, Kıyamet, 9/2432)

Peygamber Efendimiz'in Sırat'ın başında durması ise şefaat içindir. Nitekim diğer bir hadîs-i şerîflerinde:

"…Sonra köprü Cehennem üzerine kurulur ve şefaat için izin verilir…" buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 302)

Sırat'tan Sonraki Bekleyiş

Sırat Köprüsü'ndeki kanca ve çengellerden yaralı olarak kurtulan mü'minler arasındaki bazı küçük haklar için bir hesaplaşma daha gerçekleşir. Ancak bunlar, kısas yapıldığında haseneleri tükenmeyecek ve Cennet'ten mahrum kalmayacak mü'minlerdir.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunu şöyle haber vermişlerdir:

"Kıyamet günü mü'minler (Sırat'tan geçerek) ateşten kurtulduktan sonra Cennet'le Cehennem arasın­daki bir köprü üzerinde[72] durdurulurlar. Dünyada iken birbirlerine yaptıkları (küçük) haksızlıklar kısas edilir. Haksızlıklardan güzelce temizlenip pak oldukları zaman, Cennet'e girmelerine izin verilir. Muhammed'in nefsi elinde bu­lunan Allah'a yemin ederim ki, onların her biri Cennet'teki men­zilini, dünyadaki meskeninden çok daha kolay bulur." (Buharî, Rikāk, 48)

Şu hadîs-i şerîf de bu bekleyişe işaret etmektedir:

"(Mîrac'da) Cennet'in kapısında durup içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunluğunun yoksullar olduğunu gördüm. Zenginler ise (hesap için) bekletiliyorlardı. Ancak onlardan Cehennem'e gidecek olanların ateşe atılması emredilmişti. Cehennem'in kapısında da durup baktım, oraya girenlerin büyük çoğunluğu da kadınlardı." (Buharî, Rikāk, 51; Müslim, Zühd, 93)

Kıyamet günü, son derece şiddetli ve çok uzun bir gündür. Ama Cenab-ı Hak o günü mü'min kullarına kolaylaştıracak ve sıkıntısız hale getirecektir.

Nitekim ashab-ı kiram bir gün Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e:

"‒Elli bin senelik bir gün! Bu gün ne kadar da uzun!" diye hayretlerini ve endişelerini dile getirmişlerdi.

Fahr-i Kainat Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:

"‒Canımı (kudret) elinde tutan Allah'a yemin ederim ki o gün mü'mine hafifletilir. Hatta ona, dünyada kıldığı bir farz namazdan daha hafif gelir!" buyurdular. (Ahmed, III, 75; Beyhakî, Şuab, I, 556/355; Heysemî, X, 337)

Korku ve Hüzün Duymayanlar

Dostun dostu sormayacağı, kişinin kardeşinden, anne-babasından ve evladından kaçacağı, çocukların korkudan ak saçlı ihtiyarlar haline döneceği ifade edilen kıyamet gününün o şiddetli hengamında, birtakım insanlar vardır ki, onlar büyük bir emniyet ve huzur içerisinde ilahî ikramlara mazhar olurlar. Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

"Bilakis kim ihsan sahibi bir kul olarak yüzünü sadece Allah'a döner (O'na hakkıyla kulluk ederse), işte onun Rabbi katında ecri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olacak değillerdir!" (el-Bakara, 112)

"Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar (Allah'a) îman edip de takvaya ermiş olanlardır." (Yûnus, 62-63)

"Şüphesiz, «Rabbimiz Allah'tır» deyip, sonra istikamet üzere dosdoğru gidenler yok mu; işte onların üzerine melekler iner ve; «Korkmayın, üzülmeyin, size vaad edilen Cennet'le sevinin!» derler." (Fussilet, 30)

Diğer ayet-i kerîmelerde zikredilen ve Cenab-ı Hakk'ın indinde ecirleri bulunup kendilerine korku ve hüznün ulaşmayacağı kullar şunlardır:

Allah Teala'dan gelen hidayete tabî olanlar, Allah'ın ayetlerini okuyan peygamberleri duyunca hemen takvaya sarılıp hallerini düzeltenler. (Bkz. el-Bakara, 38; el-A'raf, 35; el-Cin, 13)

Allah'a, ahiret gününe ve diğer îman esaslarına inanıp hallerini ıslah edenler, amel-i salih işleyenler, namazı ikāme edip zekatlarını verenler. (Bkz. el-Bakara, 62, 277; el-Maide, 69; el-En'am, 48; Taha, 112; en-Nûr, 55)

Allah yolunda mallarını infak eden, sonra da verdikleriyle minnet (başa kakma) ve eziyette bulunmayanlar. (Bkz. el-Bakara, 262)

Mallarını gece-gündüz, gizli-açık infak edenler. (Bkz. el-Bakara, 274)

Şehidler, Allah yolunda öldürülenler. (Bkz. Âl-i İmran, 169-170)

Kafirlerin; "Allah, bunları asla lûtfuna nail etmez!" diye yeminler edip hor ve hakir gördüğü, lakin hakîkatte Cenab-ı Hakk'ın lûtfuna ve rahmetine mazhar olmuş mü'minler. (Bkz. el-A'raf, 49)

Mü'minleri aşağılayıp küçük görmek, inançsız kimselerin değişmez huyudur. Allah'a îman edenlerin hiçbir zaman huzur ve rahatlığa eremeyeceklerini, daima rezil ve zelil olacaklarını düşünürler. Lakin bilmezler ki insana asıl kıymet kazandıran, îman cevheridir. Sonunda mü'minler Cenab-ı Hakk'ın rahmetine nail olarak Cennet'e girdiklerinde, kafirlere bu düşünceleri hatırlatılır. Zayıf görülen mü'minlerin nasıl korku ve hüzünden ebediyyen emîn oldukları, kafirlerin de nasıl sonsuz bir hüsran ve rezillik içinde kaldıkları gösterilir. Yani güzel akıbet müttakîlerindir, yolun sonunda kazanacak olanlar, ancak îman ehlidir.

Allah'ın Kitabı'na sahip çıkan, ona varis olan ve Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışanlar. (Bkz. Fatır, 32, 34)

Takva sahibi kullar. (Bkz. ez-Zümer, 61)

Allah'ın ayetlerine îman edip Müslüman olan, tam bir teslîmiyetle Cenab-ı Hakk'ın razı olduğu bir kulluk kıvamına ulaşanlar. (Bkz. ez-Zuhruf, 68-69)

Hadîs-i şerîflerde haber verildiğine göre, Mahşer yerinde, Güneş iyice yaklaştırılıp çok uzun zamandır büyük sıkıntılar içinde bekleyen insanların döktüğü terler neredeyse boylarına ulaşırken, bazı kullar da vardır ki Arş'ın gölgesinde nîmet ve ikramlar içindedirler.

Arşın Gölgesinde Gölgelenecek Yedi Sınıf İnsan

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu has kulları şöyle haber vermişlerdir:

"Başka bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah Teala, yedi (sınıf) insanı, Arş'ının gölgesinde barındıracaktır:

Âdil devlet başkanı,

Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,

Kalbi mescitlere bağlı müslüman,

Birbirlerini Allah için sevip, buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan,

Güzel ve mevkî sahibi bir kadının beraber olma isteğine; «Ben Allah'tan korkarım!» diyerek yaklaşmayan yiğit,

Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,

Tenhada Allah'ı anıp gözyaşı döken kişi." (Buharî, Ezan 36, Zekat 16, Rikāk 24, Hudûd 19; Müslim, Zekat, 91)

Allah İçin Sevmenin Fazileti

Yine kıyamet gününün sıkıntılarından azad olup korku ve hüzün duymayacak olan bahtiyarlardan biri de, sırf Allah için birbirlerini seven mü'minler olacaktır.

Bu hakîkati de Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle haber vermişlerdir:

"Kıyamet günü Allah Teala şöyle buyurur:

«Celalim hakkı için, Bana itaat maksadıyla birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün, onları Arş'ımın gölgesinde gölgelendireceğim, onları muhafaza edeceğim.»" (Müslim, Birr, 37)

Bir gün Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Allah Teala'nın kullarından birtakım insanlar vardır ki, nebî değildirler, şehid de değildirler, fakat kıyamet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebîler ve şehidler imrenerek bakarlar." buyurmuşlardı.

Ashab-ı kiram:

"–Ey Allah'ın Rasûlü! Onların kim olduğunu bize haber verebilir misiniz?!" dediler.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz (onların bir kısmını haber vererek) şöyle buyurdular:

"–Bunlar öyle insanlardır ki, aralarında ne akrabalık ne de mal alıp verme gibi bir münasebet olmaksızın, sırf Allah rızası için birbirlerini severler. Vallahi onların yüzleri nurdur, kendileri de nurdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman bunlar korkmazlar (Rab'lerine sığınırlar), insanlar mahzun oldukları zaman bunlar üzülmezler (tevekkül ve teslîmiyet gösterirler)."

Peşinden de Yûnus Sûresi'nin 62-64. ayetlerini tilavet ettiler. (Ebû Davûd, Büyû, 76/3527; Hakim, IV, 188/7318)

Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in haber verdiği şu hadise de, din kardeşini Allah için sevmenin ind-i ilahîdeki değerini ne güzel ifade etmektedir:

"Bir kimse başka bir köydeki (din) kardeşini ziyaret etmek için yola çıktı. Allah Teala, adamı gözetlemek için onun yolu üzerinde bir meleği vazifelendirdi. Adam meleğin yanına gelince, melek:

«–Nereye gidiyorsun?» diye sordu.

O zat:

«–Şu köyde bir din kardeşim var, onu görmeye gidiyorum.» cevabını verdi.

Melek:

«–O kardeşinden elde etmek istediğin bir menfaatin mi var?» dedi.

Adam:

«–Yok, hayır; ben onu sırf Allah rızası için severim, onun için ziyaretine gidiyorum.» dedi.

Bunun üzerine melek:

«–Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni öylece seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teala'nın sana gönderdiği elçiyim.» dedi." (Müslim, Birr, 38; Ahmed, II, 292)

Zor Durumdaki Birine Borcunu Ödemenin Ve Borçta Kolaylık Sağlamanın Sevabı
Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir hadîs-i şerîflerinde de, zor durumda olan bir kimseye borç veren ve bu borcun ödenmesinde kolaylık sağlayan kimse için şöyle buyurmuşlardır:

"Her kim zor durumdaki borçluya mühlet verir veya alacağında indirim yaparsa, Allah Teala onu kendi gölgesinde gölgelendirir." (Müslim, Zühd, 74)

"Bir kimse darda bulunan borçluya mühlet verir veya borcunun bir kısmını ya da tamamını bağışlarsa, Cenab-ı Hak o kişiyi Allah'ın gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyamet gününde Arş'ının altında gölgelendirir." (Tirmizî, Büyû', 67/1306; İbn-i Mace, Sadakat, 14)

Âhiret menzillerinin sonuncuları olan Cennet ve Cehennem bahislerine geçmeden evvel, bir hususun iyice anlaşılması gerektiği kanaatindeyiz. Şöyle ki;

İnsan, pek çok bakımdan aciz yaratılmış bir varlıktır. Mesela gözüyle görebildiği mesafe ve kulağıyla duyabildiği ses frekans aralığı sınırlı, aklıyla kavrayabildiği hakîkatler de mahduttur. Dünyada bir nevî hükümdarı olduğu şu beden tahtını bile, son nefesle birlikte terk edip toprağa vermeye mahkûmdur.

Cenab-ı Hak, insan idrakini de, hakîkatleri müşahhas misallerle daha iyi kavrayacak bir mahiyette yaratmış, bu fanî cihanı bir ibretler sergisi halinde takdim etmiştir. Ömrünü ilahî emirler istikametinde yaşayanlara Cennet'i, yegane hak dîn olan İslam'dan gafil kalanlara ise Cehennem'i vaad etmiştir.

Her şeyden önce şunu ifade etmek lazımdır ki, ayet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerde bizlere tasvir edilen Cennet veya Cehennem'i gerçek mana ve mahiyetiyle idrak edebilmemiz, dünyevî intibalarla düşünebilen sınırlı aklımızla mümkün değildir. Zira sınırlı olan sınırsızı, fanî olan sonsuzu ihata edemez. Bununla beraber ahiret ahvali hakkında bildirilenler, o ebedî alem için gereken hazırlıktan gafil kalmayalım diye bizim idrak seviyemize sunulan, ilahî ve nebevî hakîkatlerdir.

Cenab-ı Hak adeta sonsuz ilim ve kudretini sergilercesine, apayrı hususiyetlere sahip birçok alem yaratmış, insanoğlunu da bu alemlerin bir seyyahı kılmıştır.

Mesela insan bedeni, geçmişte bir tabiat unsuru olarak toprak terkibinde bulunuyordu. Zamanı gelince topraktan çıkan nebata ve oradan da bazı mahlûkata geçti. Derken aldığı gıdalarla babasının sulbüne nutfe olarak intikal etti, oradan da annesinin rahmine yerleşti.

İnsanoğlu ana rahminde ise çok farklı bir hayat kazandı. Orada yedi kat karanlığın altında bir su torbasının içinde yaşıyor, annesinden aldığı kan ile besleniyordu. Bir müddet sonra içinde bulunduğu hayatı terk etmek zorunda kaldı ve farklı bir aleme, yani şu fanî dünyaya gözlerini açtı. Hiç şüphesiz bu yeni hayatı, öncekinden çok daha farklı şartlara sahipti. Artık önceden olduğu gibi su içinde nefes almadan yaşaması veya kanla beslenmesi söz konusu değildi. Aldığı oksijenle ve yediği gıdalarla hayatını idame ettiriyordu.

Bu hakîkati Mevlana Hazretleri şöyle ifade buyurmaktadır:

"Ana karnındaki çocuğa biri deseydi ki:

«–Dışarıda pek düzgün, pek hoş bir dünya var. Enine boyuna geniş, bereketli bir yeryüzü var.

Orada nice nîmetler, sayısız yiyecekler var. Dağlar, denizler, çöller, bostanlar, bağlar, bahçeler, çayırlıklar, çimenlikler var.

Çok yüksek ve ışıklarla dolu aydınlık bir gökyüzü, Güneş, Ay, Süha Yıldızı ve diğer yıldızlar var.

Orada güneyden, kuzeyden, doğudan, batıdan rüzgarlar eser.

Bağlar, bahçeler; gelinler gibi süslenmiş, sanki düğünler yapılmaktadır. Dünya'nın şaşılacak güzellikleri, acayip halleri dille anlatılamaz ki…

Sen ana rahminde, o karanlık yerde sıkıntılar, mihnetler içindesin. Ey çocuk! Sen, o daracık işkence yerinde çarmıha gerilmiş, kan emmektesin. Hapse düşmüşsün; pislikler, eziyetler içindesin.»

Bütün bu sözlere rağmen o çocuk, yine de kendi haline bakar, durumu gereği bir şikayette bulunmazdı. Bilakis bu söylenenleri inkar eder, anlatılan gerçek haberlere inanmaz ve:

«–Bu söylenen sözler, olmayacak şeylerdir. Siz, çocuk mu kandırıyorsunuz, beni mi aldatıyorsunuz?!» derdi.

İşte dünyadaki insanların çoğu da böyledir. Hak dostlarının sözlerini, onların mana aleminden haberlerini inkar ederler. Hak dostları, onlara;

«–Bu dünya pek karanlık, pek dar bir kuyu gibidir. Bu dünyanın ötesinde ise, kokudan, renkten azade çok hoş bir dünya vardır.» der. Fakat bu söz, onların hiçbirinin kulağına girmez."

Aynen bunun gibi, insan öldükten sonra yine başka bir aleme geçecektir. Oranın şartları da şu anda içinde bulunduğumuz hayatın şartlarından çok farklı olacaktır.

Nitekim bildirildiği üzere orada hayat ölümsüz, nîmet ve güzellikler sonsuz ve hayal ötesidir. Günahkarların dûçar olacağı azap da dünyada hiç görmediğimiz dehşet ve şiddettedir. Yani ıztıraplar da safalar da dünyadakilerle kābil-i kıyas değildir. Zira orada zaman, mekan, ebat ve mesafeler farklı olacaktır. Bu sebeple insan, sonsuz olan ahiret yurdu hakkında verilen kırıntı kabîlinden bilgileri, ancak ayet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerde beyan edildiği kadarıyla ve bu dünyadan edindiği intibalara kıyas etmek sûretiyle idrak edebilir.

Velhasıl Cenab-ı Hak, ebedî hayatın nasıl olacağını ve orası için neler hazırlamak gerektiğini, peygamberleri vasıtasıyla kullarına haber vermiş, onlara mükafat yerini de ceza yerini de açıkça bildirmiştir. Aklını kullanarak hidayete tabî olanlara sonsuz nîmetler lûtfedeceğini, isyan edenleri de şiddetli bir azaba dûçar edeceğini beyan buyurmuştur. Bunlar birer hakîkattir ve aynen haber verildiği gibi gerçekleşecektir. Zira Cenab-ı Hak için hiçbir güçlük yoktur.

Ahirette Mizan nasıl olacak?