Trend

Ahirette Peygamber Efendimizin şefaati nasıl olacak?

Ahiret dünyadan sonra gidilecek son ve asıl mekanımızdır. Ebedi alemin adıdır. Ahiret hayatının 12 evresi vardır. Bunlar; Ba’s (Diriliş), Havz Haşr ve mahşer, Peygamber Efendimiz’in şefaati, Semâ ehlinin yeryüzüne inmesi, Cenâb-ı Hakk’ın tecellî etmesi, Hesapsız cennete girecek olanlar, Hesapsız cehenneme girecek olanlar, Amel defterlerinin açılması, Hesap, Mizan, Sırat. Peki ahirette Peygamber Efendimizin şefaati nasıl olacak? şefaat ne demek? Kuran''ı Kerim Peygamber Efendimizin şefaati hakkında ne söylüyor? İşte ayrıntılar...

Ahiret dünyadan sonra gidilecek son ve asıl mekanımızdır. Ebedi alemin adıdır. Ahiret hayatının 12 evresi vardır. Bunlar; Ba's (Diriliş), Havz Haşr ve mahşer, Peygamber Efendimiz'in şefaati, Sema ehlinin yeryüzüne inmesi, Cenab-ı Hakk'ın tecellî etmesi, Hesapsız cennete girecek olanlar, Hesapsız cehenneme girecek olanlar, Amel defterlerinin açılması, Hesap, Mizan, Sırat. Peki ahirette Peygamber Efendimizin şefaati nasıl olacak? şefaat ne demek? Kuran'ı Kerim Peygamber Efendimizin şefaati hakkında ne söylüyor? İşte ayrıntılar...

Ahirette Peygamber Efendimizin şefaati nasıl olacak?

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh- şöyle nakleder:

Bir yemek davetinde Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile beraber bulunuyorduk. Kendisine etin kol tarafı ikram edildi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz etin kol tarafını severdi. Ondan bir lokma kopardıktan sonra şöyle buyurdular:

"–Kıyamet gününde insanların efendisi benim. Bu da neden biliyor musunuz? Allah Teala, gelmiş-gelecek bütün insanları düz bir yere toplayacak. Orası, insanlara bakan kimsenin hepsini görebileceği, onlara seslenen kişinin hepsine sesini duyurabileceği bir yerdir. Güneş onlara yaklaşacak, insanlar sıkıntıdan ve kederden artık dayanamayacak hale gelince (ki diğer bir rivayette bu bekleyişin yetmiş sene süreceği haber verilmektedir)[18] birbirlerine:

«–İçinde bulunduğunuz sıkıntıyı, başınıza gelen hali görmüyor musunuz? Halinizi Rabbinize arz ederek size şefaat edecek birini bulmayı düşünmüyor musunuz?» diyecekler.

Bazıları:

«–Babanız Âdem'e gidiniz!» diyecek. İnsanlar Hazret-i Âdem'e gidip:

«–Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Seni Allah kudret eliyle yarattı. Sana kendi rûhundan üfledi. Meleklere sana secde etmelerini emretti, onlar da secde ettiler. Seni Cennet'e yerleştirdi. Rabbine varıp bizim için şefaat et! İçinde bulunduğumuz hali, başımıza gelen derdi görmüyor musun?» diyecekler.

O da:

«–Bugün Rabbim çok gazaplı. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır. Rabbim o ağaca yaklaşmamı yasakladı, ama ben O'nu dinlemedim. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Nûh'a gidin!» diyecek.

Onlar da Hazret-i Nûh'a giderek:

«–Ey Nûh! Sen yeryüzü halkına gönderilen rasûllerin ilkisin. Allah Teala senin için "Çok şükreden kul"[19] demişti. İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbinin huzûrunda bize şefaat etmeyecek misin?» diyecekler.

O da:

«–Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır. Benim bir duam vardı; onu da kavmimin aleyhine kullandım. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; İbrahim'e gidin!» diye karşılık verecek.

Onlar da Hazret-i İbrahim'e giderek:

«–Sen Allah'ın Peygamberi'sin, yeryüzü halkı içinde Allah'ın Halîli/dostu sensin. Rabbinin huzûrunda bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun?» diyecekler.

O da şunları söyleyecek:

«–Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır. Ben vaktiyle üç tarizli söz söylemiştim. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Mûsa'ya gidin!»

Onlar da Hazret-i Mûsa'ya gelerek şöyle diyecekler:

«–Ey Mûsa! Sen Allah'ın Rasûlü'sün. Allah Teala, peygamberlik vermek ve konuşmak sûretiyle seni diğer insanlardan üstün kılmıştır. Rabbinin huzûrunda bize şefaat et. İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?»

O da:

«–Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır. Ben öldürülmesine dair emir almadığım bir adamı hataen öldürdüm. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Îsa'ya gidin!» diyecek.

Onlar da Hazret-i Îsa'ya giderek:

«–Ey Îsa! Sen Allah'ın Rasûlü, O'nun Meryem'e ilkā ettiği kelimesi ve O'nun yarattığı bir ruhsun. Sen daha beşikte iken insanlarla konuştun. Rabbinin huzûrunda bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun?» diyecekler.

Hazret-i Îsa da:

«–Bugün Rabbim benzeri görülmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha önce böylesine gazaplandı ne de bundan sonra böyle gazaplanır!» diyecek, ama bir günah zikretmeyecek. Sonra da, asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtaçtır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Muhammed'e gidin!» diyecek."

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hadisenin devamını diğer bir rivayette şöyle nakletmektedir:

"Onlar da bana gelerek:

«–Ya Muhammed! Sen Allah'ın Rasûlü ve Son Peygamber'sin. Allah Teala, Sen'in gelmiş ve geçmiş bütün günahlarını bağışlamıştır.Rabbinin huzûrunda bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz perişan hali görmüyor musun?» diyecekler.

Ben de yürüyüp Arş'ın altına geleceğim, Rabbime secdeye kapanacağım. (Bu secde tam bir hafta sürecek.)

Sonra Allah Teala daha önce kimseye öğretmediği en güzel hamd ü senaları bana ilham edecek. (Onlarla uzun müddet hamd ü senada bulunduktan sonra) Cenab-ı Hak bana:

«–Ya Muhammed! Secdeden başını kaldır! İste, istediğin Sana verilecek; şefaat et, şefaatin kabul edilecek!» buyuracak.

Ben de başımı secdeden kaldıracağım ve:

«–Ya Rabbi! Ümmetimi bana bağışla! Ya Rabbi! Ümmetimi kurtar! Ya Rabbi! Ümmetimi bağışla!» diye yalvaracağım.

O zaman bana:

«–Ya Muhammed! Ümmetinden hesaba çekilmeyecek olanları Cennet kapılarının en sağındaki Babü'l-Eymen'den içeri al! Onlar başkalarıyla beraber Cennet'in diğer kapılarından da gireceklerdir!» buyrulacak.

Canımı kudretiyle yaşatan Allah'a yemin ederim ki, Cennet kapılarının iki kanadı arasındaki mesafe, Mekke ile (Bahreyn'deki) Hecer veya Mekke ile (Suriye'deki) Busra arasındaki mesafe kadar geniştir."

Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz başka bir rivayette de şöyle buyurmuşlardır:

"…Rabbimden şefaat için izin isterim. Bana izin verilir. Rabbimin huzûrunda durup O'na, şimdi bilmediğim şekilde hamd ederim. Bu hamd cümlelerini o vakit Allah Teala bana ilham eder. Sonra O'nun için secdeye kapanırım. Bana:

«‒Ey Muhammed! Başını kaldır ve söyle, sözün dinlenecek; iste, arzun yerine getirilecek; şefaat et, şefaatin kabul edilecek!» buyrulur.

Ben de:

«‒Ya Rabbi! Ümmetim, ümmetim!» derim.

Bana:

«‒Git, kimin kalbinde buğday veya arpa tanesi ağırlığınca îman varsa onu Cehennem'den çıkar!» buyrulur.

Ben de gider söyleneni yaparım.

Sonra tekrar Rabbimin huzûruna dönüp O'na bu hamd cümleleri ile hamd ederim…"

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ikinci müracaatında kendisine; "kalbinde hardal tanesi ağırlığınca", üçüncü müracaatında ise "bir hardal tanesinden daha da az" miktarda îmanı olan kimseleri Cehennem'den çıkarması söylenecektir. (Bkz. Müslim, Îman, 326, 322)

Hadîs-i şerîflerde görüldüğü üzere kıyamet gününün şiddet, eziyet ve korkularından kurtulmak için bütün insanlar bir kurtarıcı arayacaklardır. Lakin uzandıkları bütün dalların birer birer ellerinde kaldığını hayret ve dehşetle seyredeceklerdir. Nihayet ümitlerinin tükenmeye başladığı bir sırada, o korkunç meydanda yegane hatırı sayılacak kişinin İki Cihan Serveri -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz olduğunu anlayacaklar ve O'na müracaat edeceklerdir. Rahmet Peygamberi -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de onlara şefaat edip bu dehşetli korkulardan kurtulmalarına vesîle olacaktır.

Fahr-i Kainat Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-, peygamberlerin bile kendi nefsinin derdine düştüğü bir zamanda ümmetini düşünecek, sözüne değer verilecek ve duası kabul edilecek olan yegane Sultan'dır. Bu sebeple Süleyman Çelebi şöyle seslenir:

Merhaba ey asi ümmet melcei

Merhaba ey çaresizler eşfai

Yani;

"Merhaba ey günahkar ümmetin iltica edeceği şefkat sığınağı! Merhaba ey çaresizlerin en büyük şefaatçisi!"

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in kendi ümmetine daha husûsî şefaatleri de olacaktır. Nitekim bir defasında şöyle buyurmuşlardır:

"Şefaatim, (öncelikle) ümmetimden büyük günah işleyenleredir." (Ebû Davûd, Sünnet, 20-21/4739; Tirmizî, Kıyamet, 11/2435-6; İbn-i Mace, Zühd, 37; Ahmed, III, 213)

Bu hadîs-i şerîflerinde Peygamber Efendimiz'in büyük günah işleyenlere şefaat edeceklerini ifade buyurmaları, şefaatin yalnız onlara has olduğu manasına gelmemektedir. Elbette büyük günah işleyenler, şefaate en fazla ihtiyaç duyacak olanlardır. Fakat şefaatin pek çok çeşidi vardır. Bu sebeple Allah'ın dilediği herkes, kendi haliyle mütenasip bir sûrette şefaatten hissedar olacaktır.

Öte yandan bu hadîs-i şerîf, bizleri asla rehavete sevk etmemeli, kulluk vazifelerimizi ihmale sebebiyet vermemelidir. Zira bizim küçük gördüğümüz, ehemmiyet vermediğimiz, yahut "nasıl olsa affedilir" diye düşündüğümüz bir davranış, Allah katında çok büyük bir günah olabilir.

Nitekim ayet-i kerîmede buyrulur:

"…Hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç)tur." (en-Nûr, 15)

Bir hadîs-i şerîfte de, aç bırakmak sûretiyle bir kedinin ölümüne sebep olan kadının Cehennem'e dûçar olduğu bildirilmiştir.

Tabiî ki bunun aksi de mümkündür. Yani küçük olarak gördüğümüz bir hayır, belki Cenab-ı Hakk'ın rıza ve rahmetine ermemize vesîle olabilir. Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Vaktiyle bir adam yolda giderken çok susadı. Bir kuyu buldu, içine indi, su içti ve dışarı çıktı. Bir de ne görsün; bir köpek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyor. Adam kendi kendine:

«−Bu köpek de tıpkı benim gibi pek susamış!» deyip bir vicdan muhasebesi yaptı. Hemen kuyuya indi, ayakkabısını su ile doldurdu, onu ağzına alarak yukarıya çıktı ve köpeği suladı. Adamın bu hareketinden Allah Teala hoşnud oldu ve onu bağışladı."

Sahabîler:

"−Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim için hayvanlardan dolayı da sevap var mı?" dediler. Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"−Her canlı sebebiyle sevap vardır." buyurdu. (Buharî, Şürb, 9; Müslim, Selam, 153)

Yine Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

"Adamın biri, yol üzerinde bir ağaç dalı gördü ve «Allah'a yemin ederim ki, bunu müslümanları rahatsız etmemesi için buradan kaldıracağım.» dedi (kaldırdı ve) bu yüzden Cennet'e konuldu." (Müslim, Birr, 128)

Dolayısıyla, elimizden geldiği kadar bütün günahlardan sakınmalı ve büyük-küçük demeden her hayrı îfaya gayret göstermeliyiz.

Cenab-ı Hakk'ın;

"…Rabbinin Sen'i övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin!" (el-İsra, 79) ayetinde zikrettiği "Makam-ı Mahmûd", büyük şefaat yetkisidir.

Yukarıdaki hadîs-i şerîfte zikredildiği üzere o makam, sadece Âlemler Sultanı Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e mahsustur. O zaman Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in elinde Livaü'l-Hamd (Hamd Sancağı) bulunacak, Hazret-i Âdem -aleyhisselam- da dahil olmak üzere bütün peygamberler, bu sancağın altında toplanacaklardır.

Şunu da ifade etmek lazımdır ki, Rasûl-i Ekrem Efendimiz'den önce şefaat etmeleri için kendilerine başvurulan peygamberlerin, şahsî zellelerinden bahsederek kendilerini şefaat etmeye layık görmemeleri, hem yüksek edep ve tevazularının bir göstergesidir, hem de şefaatin derece derece olduğunun, en büyük şefaat yetkisinin de Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-'de bulunduğunun bir ifadesidir. Daha sonra Cenab-ı Hakk'ın izin vermesiyle diğer peygamberler de şefaat edeceklerdir.

Yine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde, Cenab-ı Hakk'ın kendisine üç makbul dua hakkı verdiğini ifade buyurmuş, sonra da sözlerine şöyle devam etmişlerdir:

"…Bunun üzerine ben:

«Allah'ım! Ümmetimi mağfiret eyle! Allah'ım! Ümmetimi mağfiret eyle!» diye dua ettim.

Üçüncü isteğimi de bütün mahlûkatın, hatta İbrahim -aleyhisselam-'ın bile bana muhtaç olacağı ve benden şefaat dileyeceği güne bıraktım." (Müslim, Müsafirîn, 273)

Bütün bu hakîkatlere rağmen bazı kimseler, Allah'tan başka kimsenin şefaat edemeyeceğini söyleyerek, ne kadar sahih olursa olsun, şefaat konusundaki hadislerden sarf-ı nazar ederek bunları kabule yanaşmamaktadırlar. Halbuki birçok ayette Allah Teala'nın izin verdiklerinin şefaat edebileceği açıkça beyan edilmiştir. Mesela:

"…İzni olmadan O'nun huzûrunda kim şefaat edebilir?.." (el-Bakara, 255)

"…Onun izni olmadan hiçbir şefaatçi şefaat edemez…" (Yûnus, 3)

"Rahman nezdinde söz ve izin alandan başka hiçbirinin şefaate gücü yetmeyecektir." (Meryem, 87)

"Allah'ın huzûrunda kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez." (Sebe', 23) ayetleri bunu göstermektedir.

Özellikle de;

"O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez." (Taha, 109) ayet-i kerîmesi, Allah'ın izniyle şefaatin hak olduğunu gösteren bariz bir delildir.

Ahirette haşr ve mahşer nasıl olacak?

Havz ne demek? Ahirette havz nasıl olacak?

Ahirette diriliş (Ba's) nasıl olacak?