Ahiret dünyadan sonra gidilecek son ve asıl mekanımızdır. Ebedi alemin adıdır. Ahiret hayatını aşamalarından mahşer günü neler sorulacak? Mahşerde sorulacak ilk soru nedir?Ahirette kurtarıcı olacak ameller hangileridir? Bu yazımızda ahiret hakkında her şeyi bulabilirsiniz. İşte ahirette sorulacak sorular…
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ibadetlerden ilk sorulacak sualin, dînin direği olan "namaz" hakkında olacağını şöyle haber vermişlerdir:
"Kıyamet günü kulun hesaba çekileceği ilk amel, namazdır. Eğer kul, namazlarını Allah'ın istediği şekilde eda etmiş ise, felaha erer ve maksûduna nail olur. Namazlarını eda etmemiş veya gafletle kılmışsa, kaybeder ve hüsrana uğrar.
Şayet farzlarından bir şey noksan olursa, Azîz ve Celîl olan Rabbimiz:
«Kulumun nafile namazları var mı, bakınız?» buyurur. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır.
Sonra kul, diğer amellerinden de bu minval üzere hesaba çekilir." (Tirmizî, Salat, 188/413; Nesaî, Salat, 9/462)
MAHŞERDE SORULACAK İLK SORU
Kul hakları içinde ise ilk olarak "haksız yere akıtılan kanların" hesabı sorulacaktır. Nitekim Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Kıyamet günü insanlar arasında ilk görülecek dava, kan dökmekle alakalı olanlardır." (Buharî, Diyat, 1; Müslim, Kasame, 28)
Kan dökmeyle alakalı günahların hesapta en başa alınması, Cenab-ı Hakk'ın, haksız yere adam öldürme ve yaralamaya ne kadar çok gazaplandığını da ortaya koymaktadır.
Dünyevî bir meseleden dolayı adam öldürmek, büyük günahtır. Lakin bir kimsenin, mü'min olduğunu bildiği halde bir başkasını öldürmesi, çok daha büyük bir günahtır. Cenab-ı Hak böyle bir kimsenin cezasını ayet-i kerîmede şöyle ifade buyurmaktadır:
"Kim bir mü'mini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı Cehennem'dir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." (en-Nisa, 93)
MAHŞERDE SORULACAK SORULAR
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kıyamet günü hesabı verilecek diğer hususları ise hadîs-i şerîflerinde şöyle haber vermişlerdir:
"Kıyamet günü kula ilk (olarak hesabı) sorulacak nîmetlerden biri şudur:
Ona; «Biz senin bedenine sıhhat vermedik mi? Seni (sıcak günlerde) soğuk suya kandırmadık mı?» denir!" (Tirmizî, Tefsîr, 102/3358)
"Hiçbir kul, kıyamet günü şu beş şeyden hesaba çekilmeden bir adım dahî atamaz:
– Ömrünü nerede tükettiğinden,
– İlmini nerede kullandığı ve onunla ne ameller işlediğinden,
– Malını nereden kazandığından,
– Malını nereye harcadığından ve
– Vücudunu (gençliğini) nerede yıprattığından." (Tirmizî, Kıyamet, 1/2417)[1]
YAŞADIĞIMIZ ZAMAN
"İlim asrı" denilen ve her türlü bilgiye ulaşmanın son derece kolaylaştığı bir zamanda yaşıyoruz. Öyle ki artık cehalet, neredeyse mazeret olmaktan çıktı. Dînini öğrenmek isteyen bir Müslüman; okumak, araştırmak ve sormak için pek çok imkana sahip durumda. Bu büyük nîmetin şükrünü ne kadar eda edebildiğimizden, akıl dağarcığımızı hangi bilgilerle doldurup gönüllerimizi nelerle yoğurduğumuzdan da bir gün hesap vereceğimizi unutmamalıyız. En hayatî ve öncelikli tahsîlin, dînimizi doğru öğrenip takva üzere hayatımıza tatbik edebilmek olduğunu hatırımızdan çıkarmamalıyız.
Üniversiteyi bitirmiş, yüksek tahsil yapmış, bilgili, kültürlü nice gençler görüyoruz. Ne yazık ki Kur'an ve Sünnet kültüründen haberleri yok. Yaptıkları tahsilin de, Kur'an ve Sünnet'te medhedilen ilim olduğunu zannediyorlar. Halbuki insanın zihnini ve kalbini Allah'a götürmeyen, O'nun kudret ve azamet-i ilahiyyesini idrake ulaştırmayan bilgiler, kişiye belki bu dünyada bir etiket ve apolet kazandırır, fakat onu ebedî bir hüsrana düşmekten kurtaramaz.
Yûnus'un dediği gibi;
İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen;
Bu nice okumaktır?
En büyük ilim, Cenab-ı Hakk'ı tanıyabilmek, O'na güzel bir kul olabilmektir. Kendimizi sık sık hesaba çekerek Kur'an-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye'ye dair ilimlerin hayatımızda ne kadar yer tuttuğuna iyi bakmalıyız. Zira yarın bunun da hesabını vereceğiz.
AHİRETTE İNSANLAR BİRBİRİNDEN DAVACI OLACAK
Cenab-ı Hak ayet-i kerîmede şöyle buyuruyor:
"Sonra siz muhakkak kıyamet günü Rabbinizin huzûrunda muhakemeye duracak (birbirinizden davacı olacak)sınız." (ez-Zümer, 31)
Bu ayet-i kerîme nazil olunca ashab-ı kiramdan Zübeyr -radıyallahu anh-:
"‒Ya Rasûlallah! Dünyada davalaştıktan sonra aramızdaki husûmet ahirette de tekrarlanacak mı?" diye sordu.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"‒Evet, (her hak sahibine hakkı verilinceye kadar devam edecek)!" buyurdular.
Zübeyr -radıyallahu anh-:
"‒O zaman iş çok ciddî ve çetin!" dedi. (Tirmizî, Tefsîr, 39/3236)
Zira o gün, mazlumun zalimden alınmadık hiçbir hakkı bırakılmayacaktır.
SUYU SÜTTEN AYIR!
Ashab-ı kiram, kıyamet günü hesabını veremeyecekleri bir işi yapmamaya büyük titizlik gösterir, bu hususta gaflet ve ihmali olanları da îkaz ederlerdi.
Nitekim Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-, bir gün süte su karıştırıp satan bir kişiye rastlamıştı. Ona, şu fanî hayatı değil de, sonsuz olan ahiret yurdunu unutmadan hareket etmesi gerektiğini ifade sadedinde:
"‒Kıyamet günü sana; «Suyu sütten ayır bakalım!» denilirse halin nice olur?!» buyurdu. (Beyhakî, Şuab, VII, 231/4927)
AHİRETTE KURTARAN AMELLER
Bir gün Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz devesinin üzerinde, arkadaşları da O'nun önünde gidiyorlardı. Muaz bin Cebel -radıyallahu anh-:
"–Ey Allah'ın Elçisi! Sen'i rahatsız etmeyeceksem, yanına yaklaşmama izin verir misin?" diye sordu. Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:
"–Yaklaş!" buyurdu. Hazret-i Muaz O'na yaklaştı, yan yana ilerlemeye başladılar. Muaz -radıyallahu anh-:
"–Canım Sana feda olsun, ya Rasûlallah! Cenab-ı Mevla'dan niyazım, bizim (can) emanetimizi Sen'den önce almasıdır. Allah göstermesin, eğer Sen bizden önce vefat edersen, Sen'den sonra hangi ibadetleri yapalım?" diye sordu.
Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- bu soruya cevap vermedi. Bunun üzerine Muaz -radıyallahu anh-:
"–Allah yolunda cihad mı edelim?" diye sordu. Efendimiz şöyle buyurdu:
"–Allah yolunda cihad güzel şeydir; ama insanlar için bundan daha hayırlısı vardır."
"–Yani oruç tutmak, zekat vermek mi?"
"–Oruç tutmak, zekat vermek de güzeldir."
Muaz -radıyallahu anh-, bu minval üzere insanoğlunun yaptığı bütün iyilikleri sayıp döktü. Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- her defasında:
"–İnsanlar için bundan daha hayırlısı vardır." diyordu. Hazret-i Muaz:
"–Anam, babam Sana kurban olsun, insanlar için bunlardan daha hayırlı olan nedir?" diye sordu. Peygamber Efendimiz ağzını gösterdi ve:
"–Hayır konuşmayacaksa susmak." buyurdu.
Muaz -radıyallahu anh-:
"–Konuştuklarımızdan dolayı hesaba mı çekileceğiz?" diye sordu.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Muaz'ın dizine hafifçe vurdu ve ona şunları söyledi:
"–Allah hayrını versin ey Muaz! İnsanları yüzüstü Cehennem'e sürükleyen, dillerinin söylediğinden başka nedir ki?
Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, ya faydalı söz söylesin veya sussun, zararlı söz söylemesin! Sizler hayırlı söz söyleyerek kazançlı çıkınız; zararlı söz söylemeyerek rahat ve huzura kavuşunuz." (Hakim, IV, 319/7774)
Demek ki kıyamet günü, dünya hayatımızda ağzımızdan çıkan bütün sözlerin de hesabı sorulacaktır. Bu husustaki bazı istisnaları da Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle bildirmişlerdir:
"Âdemoğlunun, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmak veya Allah Teala'yı zikir hariç, bütün sözleri aleyhinedir, lehine değildir." (Tirmizî, Zühd, 63/2412)
SÖYLENMEYEN SÖZLERİN HESABI
Ağızdan çıkan boş ve zararlı sözler gibi, söylemek gerekirken söylenmeyen sözlerin de hesabı vardır:
Ebû Hüreyre -radıyallahu anh- şöyle anlatır:
"(Biz, ashab-ı kiram arasında şu hakîkati) duyardık:
Kıyamet gününde bir kişinin yakasına, hiç tanımadığı biri gelip yapışır. Adam şaşırır ve:
«–Benden ne istiyorsun? Ben seni hiç tanımıyorum ki!» der.
Yakasına yapışan kişi ise:
«–Dünyada iken beni hata ve çirkin işler üzerinde görürdün de îkaz etmez, beni o kötülüklerden alıkoymazdın.» diyerek ondan davacı olur." (Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, III, 164/3506; Rudanî, Cem'u'l-Fevaid, V, 384)
Dolayısıyla tebliğ ve irşadda bulunma imkanımız varken ihmal ettiğimiz nice kimsenin Mahşer günü yakamıza yapışıp;
"‒Sen, senden öncekilerin ihlaslı gayretleri neticesinde İslam ile müşerref olmuştun. İslam nedir, îman nedir biliyordun. Bana niçin anlatmadın? Benim ateşten kurtulmam için, niçin yardımını esirgedin?!" diyebileceğini unutmamalıyız.
Ebû Ali ed-Dekkak g haksızlık karşısında hak ve hakîkati tebliğden uzak durmanın bir îman zaafı olduğunu ifade sadedinde şöyle buyurmuştur:
"Hakkı söylemeyip sükût eden kişi, dilsiz şeytandır." (Kuşeyrî, Risale, I, 245; Nevevî, Ezkar, s. 335/1030)
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin ki bu, îmanın en zayıf halidir." (Müslim, Îman, 78)
Hasılı insan, hayır veya şer namına küçücük bir zerrenin bile gözden kaçmayacağı bir günde her şeyin hesabını vereceğini aklından çıkarmamalıdır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları