AKADEMİSYEN MUHAFAZAK\u00c2RLIĞI STATÜKO BEKÇİLİĞİ

0

Kendini "polis" veya "savcı" diye tanıtıp insanların hesaplarını boşaltan bir dolandırma şekli vardır. Bu ucuz numaraya akademisyenlerin kanmalarını tiye alan gazeteciler oldu.

Bu konuda birkaç yazı yazıldı. Birisini Engin Ardıç ötekini de R. Ozan Kütahyalı yazdı. Bu konuya dikkat çekenler çoğunlukla bu duruma düşmesini akademisyenlerin "saflığına" bağlamaktadırlar.

Ancak ben bunun bir zeka veya öngörü sorunundan çok öğretilmiş bir muhafazakarlık ve korku psikolojisinin sonucu olduğunu düşünüyorum.

Daha önce de yazdım. Bu ülkede demokrasiye en uzak olanlar akademisyenlerdir. Demokratik haklar ve reformlar konusuna en geç akademi çevreleri intibak eder.

Mesela hiçbir zaman bir köylü vatandaşın kendisi gibi giyinmeyen birinin kıyafetine müdahale ettiğini göremezsiniz. Ama kişisel olarak ben başını kapatan bir hanım öğrencinin başındaki örtüyü çekerek kızı yere yuvarlayan "cumhuriyet ruhuna sahip" bayan profesör gördüm.

Gazete yazıları yazıyorum diye siyasallaştığımı ve akademik disiplinden uzaklaştığımı doğrudan veya ima yoluyla söyleyen çok sayıda meslekdaşım oldu.

Oysa yasalar bilindiği gibi siyasal partilere üye olma hakkı bile vermiş. Ama akademik muhafazakarlık bu hakkı bir akademisyene çok görür. Bununla zımnen "okumuşlar" siyasetle ilgilenmesin onunla ilgili düşünsel ve eylemsel insiyatif almasın, "okumamışlar" veya "az okumuşlar" bu işi yapsın ve bizi yönetsin demiş oluyorlar haliyle.

Üniversite içinde siyasal kadrolaşma ve klikleşme o kadar fanatik düzeydeydi ki son birkaç yıllık yasal düzenlemeye kadar ye sonuna kadar her bölüm ve üniversite kendine yakın insanlara yer verirdi.

Bazı üniversitelerin hatta bazı branşların yakın zamana kadar ülkücülüğün bazılarının da solculuğun kalesi gibi görünmesinin altında bu siyasal fanatizm yatar bilindiği gibi. Tabi buna rağmen akademisyenler kendine yakın bir sendikaya üye olmaya bile çekinirler çoğunlukla. Nitekim akademisyenler arasında sendikalaşma oranı diğer kamu çalışanlarına oranla çok düşüktür.

Akademisyenlerin bu çekingen eğilimleri genellikle 12 Eylül cunta yönetiminin eseri olan YÖK yasasına bağlarlar. Bir oranda doğrudur belki. Yasanın yönetimlere çok yetki vermesi böyle bir sonuç doğurmuş olabilir.

Ancak unutulmamak gerekir ki üniversitelerin özerkliğinin temel felsefesi bilimsel özerklik iken bunu idari ve mali özerklik konusunda kullanıp akademik ve bilimsel özerkliği de neredeyse yok eden anlayışın gelişmesinde yine akademisyenler sebep olmuştur. Daha açık ifadeyle söyleyelim: "Cunta"nın verdiği hakları bile akademisyenler birbirine çok görmüştür bu güne kadar.

Yine unutmamak gerekir ki 28 Şubat postmodern askeri darbeye en ciddi desteği "Ordu göreve" pankartlı gösterilerle akademi vermiştir.

Unutmamak gerekir ki Meclis eşi tesettürlü bir Cumhurbaşkanı seçmesin diye "Cumhuriyet mitinglerine otobüs kaldıranlar" yine üniversiteler olmuştur.

Tabi bütün bunlar sözde "bilim" adına yapılıyordu.

Benzer şekilde bu gün de Merkel seçim öncesi Türkiye'ye gelirse Ak Parti iktidarına yarar diye gelmemesi için girişimde bulunanlar yine akademisyenlerdir.

Akademisyenler bu ülkede özgürlük alanı gelişsin diye çalışmak yerine özgürlüklerin önünü tıkayan sistemin ve statükonun bekçiliğini yapmıştır bu güne kadar.

Bilimsel anlamda da her disiplinin kendi alanında tabulaştırdığı bir metodolojisi vardır ve yeni bir yöntem ve disiplin ile yaklaşılmasına zinhar karşı çıkılır.

Oysa bilim demek en kısa ifadeyle, yeni yöntemle eski bir konuyu incelemek veya eski yöntemle yeni bir konuyu incelemektir.

Ama her türlü siyasal, bilimsel, hukuksal ve idari yeniliğe karşı durarak adeta statüko bekçiliği yapan bu muhafazakar tutum akademiyayı bitiren şeydir.