Trend

Âl-i İmran Suresi Türkçe meali nedir?

Âl-i İmran Suresi anlamı ve okunuşu vatandaşlar tarafından araştırılıyor. Yüce yaratıcımız, bizlere Kur''an''da yol gösterirken buyrukları Arapça olduğundan bir çoğumuz ne demek istediğini, emir ve yasaklarını öğrenme zorluğu çekiyoruz. Bu serimizde Rabbimizin bize buyruklarının ne anlama geldiğini öğreneceğiz. Âl-i İmran Suresi ile Rabbim anlamayı ve hayatımızda uygulamayı nasip etsin diyoruz. Âl-i İmran Suresi Türkçe meali nedir?

Âl-i İmran Suresi anlamı ve okunuşu vatandaşlar tarafından araştırılıyor. Yüce yaratıcımız, bizlere Kur'an'da yol gösterirken buyrukları Arapça olduğundan bir çoğumuz ne demek istediğini, emir ve yasaklarını öğrenme zorluğu çekiyoruz. Bu serimizde Rabbimizin bize buyruklarının ne anlama geldiğini öğreneceğiz. Âl-i İmran Suresi ile Rabbim anlamayı ve hayatımızda uygulamayı nasip etsin diyoruz. Âl-i İmran Suresi Türkçe meali nedir?

1. Elif, Lam, Mîm.

2. Allah o İlahtır ki Kendinden başka tanrı yoktur. Hay O'dur, kayyûm O'dur. [2,255]

el-Hay: "Her zaman var olan, diri olan ezeli ve ebedî hayat sahibi". el-Kayyûm: "Kendi zatı ile var olup, zevali olmaksızın kaim olan ve bütün kainatı varlıkta tutup yöneten"
3. Sana kitabı, gerçeğin ta kendisi ve daha önce indirilen kitapları tasdik edici olarak indiren O'dur. Bundan önce de, insanlara doğru yolu göstermek için Tevrat ve İncîl'i indirmişti. [2,41]

Âyet'teki bi'l-hakk: Gerçeğin ta kendisi, gerçek ile, yani akıl, adalet, doğruluk gereklerine uygun, gerçeğe mutabık olarak, gerçek bir gaye ile gönderdi demektir. Maksat şunu belirtmektir. Kur'an, hakikatin, aklın ve adaletin icaplarını, insanlığın ihtiyaçlarını karşılamak üzere gönderilmiştir.
4. Eğriyi doğrudan, hakkı batıldan ayırd eden Furkanı da indirdi. Allah'ın ayetlerini inkar edenlere pek çetin bir azap vardır. Öyle ya, Allah daima azîzdir (mutlak galiptir, mazlumların) intikamını alır. [2,53; 5,95; 14,47; 39,37; 32,22; 43;41; 44,16]

Furkan: Hakkı batıldan, hayrı şerden, doğruyu eğriden ayıran anlamında olarak Kur'an-ı Kerim'in isimlerinden biridir.
5. Gerek yerde, gerek gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.

6. O'dur ki annelerinizin rahimlerinde size dilediği şekli verir. O'ndan başka tanrı yoktur. azîzdir, hakîmdir. (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [18,37; 22,9; 40,64; 95,4]

7. Bu muazzam kitabı sana indiren O'dur. Onun ayetlerinin bir kısmı muhkem olup bunlar Kitabın esasıdır. Âyetlerin bir kısmı ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar sırf fitne çıkarmak, insanları saptırmak ve kendi arzularına göre yorumlamak için müteşabih kısmına tutunup onlarla uğraşır dururlar. Halbuki onların hakikatini, gerçek yorumunu Allah'tan başkası bilemez. İlimde ileri gidenler: "Biz ona olduğu gibi inandık. Hepsi de Rabbimizin katından gelmiştir" derler. Bunları ancak tam akıl sahipleri düşünüp anlar ve şöyle yalvarırlar: [13,39; 43,4; 85,22]

Muhkem: Anlamı açık, kesin, ifade ettiği mana tek olup, açıklanması için başka delile ihtiyaç olmayan demektir. Müteşabih: Birden fazla mana ihtimali olduğundan, anlaşılması için başka delile ihtiyaç hissettiren, manası hakkında kesin bir hüküm verilemeyen ayettir.
Müteşabih, şibh (benzerlik) kökünden gelip manalar birbirine benzeyip içiçe girdiğinden şüpheye yani değişik ihtimallere yol açmayı ifade eder. İnsanın aklının, duyularının sınırlı olduğunu düşünürsek, bu konumda olan insana hitap eden ilahî kelamın müteşabihler ihtiva etmesinin kaçınılmaz olduğu açıkça ortaya çıkar. Müteşabih lafızlarla Yüce Allah, insanlara tamamını kavrayamayacakları meseleleri, teşbihlerle,muayyen bir nisbette, farklı seviyelere göre daha farklı şekilde anlaşılacak tarzda bildirir. Müteşabihlerdeki bu izafî durum, dinin değişmez gerçeklerine zarar vermez. Zira Allah sabit gerçekler olarak, biz yükümlü insanlardan istediği akaid, ibadet, ahlak ve ahkama dair esasları muhkem ayetlerde bildirmiştir. Müteşabihlerle ise bazı "nisbi hakîkatleri" bildirmek istemiştir.
Beşeriyetin konumu icabı, dünyada insan hayatında, mutlak hakikatlerden çok nisbî hakikatler daha fazladır. Bir kristal avizeyi gözönüne alalım. Onun elektrik voltajı, ampullerinin gücü değişmediği halde, etrafında oturanlar, yerlerini hafifçe değiştirince, farklı renkler ve ışınlar alırlar. Bu, avizenin taşlarının farklı açılar verecek şekilde tıraşlanmasından ileri gelir. İşte Allah Teala, mahdut lafızlarla, tükenmek bilmeyen manaları, farklı seviyelerde, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa anlatmak, onları kitabı üzerinde düşündürmek için birçok müteşabih ayet göndermiştir. Bu kaçınılmaz durum, bir zaruretten ileri gelmiştir. Fakat unutmamak gerekir ki teşabüh ve teşbih ile olan benzetmelerde, benzetilen ile kendisine benzetilen arasında bütün yönlerden bir benzerlik aranmaz. Çeşitli yönlerden sadece biri ile olan bir benzerlik dahi, benzetmenin geçerli sayılması için yeterli sayılır. Demek ki müteşabihler hakikî müteşabih ve izafî müteşabih kısımlarına ayrılır. Bütün çeşitlerinde, müteşabihler bir çok manalar ifade ederler. Onun içindir ki tefsirlerde çok manalar verilmiştir. Fakat kesin manası, Allah'ın ilmine havale edilir.
8. "Ey bizim kerîm Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra kalplerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz bağışı bol olan vehhab Sensin Sen!"

9. "Sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde bütün insanları bir araya toplayacaksın. Allah sözünden asla dönmez."

10. Dini inkar edenlerin, müstahak olmaları sebebiyle, gerek malları gerek evlatları, Allah'ın vereceği cezayı önlemede, kendilerine asla fayda veremezler. İşte onlar cehennemin yakıtıdırlar. [2,24]

11. Tıpkı Firavun'un ve onlardan daha öncekilerin gidişi gibi. Onlar, ayetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini cürümleri sebebiyle kıskıvrak yakaladı. Allah'ın cezası pek şiddetlidir.

12. İnkar edenlere de ki: "Siz mağlup olacak, haşredilip toplanacak ve cehenneme sürüleceksiniz." Orası ne fena bir yataktır!

13. Birbiriyle karşılaşan iki toplulukta size büyük bir ibret vardı: Bunlardan biri Allah yolunda vuruşuyordu. Diğeri ise kafir idi. O kafirler müslümanları, bizzat gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah, dilediği kimseleri nusratıyla destekler. Elbette bunda görecek gözleri olanlar için alınacak ibret vardır. [8,43]

Burada iki ihtimal vardır: 1. Kafirler, müminleri kendilerinin iki misli görüyorlardı. 2. Mü'minler kafirleri, kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah böyle yapmakla kafirlerin müminlerle savaşmalarını önlemek istiyordu. Meali, daha kuvvetli olan birinci tefsire göre verdik.
14. Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, güzel cins atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin hoşuna giden şeyler insanlara cazip gelmektedir. Bunlar dünya hayatının geçici bir metaından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer ise, Allah'ın katındadır. [13,29; 38,25. 40.49]

Bu ayette zikredilen sınıflar meşrû nimetlerdir. Fakat gayr-i meşrû tarafa da sebep olma ihtimali vardır. Meşrû durumda bunları süsleyip cazip gösteren Allah Tealadır. Gayri meşrû olarak süsleyen ise, şeytan ve beşerin cehaletidir. Fena sayıp kınama bu itibarladır. Bu iştah çekici şeyler, dünya hayatını devam ettirmek ve geçip Allah'a gitmek için birer araç olarak verilmişken bunları amaç haline getirmek, Allah katındaki güzel mevkii kaybetmek, büyük ahmaklıktır. Zira böyle yapanlar hayatlarının önemli bir kısmını o zevkleri elde etme hırsı ile yanıp tutuşarak geçirirler. Sonra da onlardan ayrılıp mahrum kalmanın acısını çekerler.
15. De ki: "Size, ihtirasla istediğiniz o şeylerden çok daha iyisini bildireyim mi? İşte Allah'a karşı gelmekten sakınan müttakiler için Rab'leri nezdinde içinden ırmaklar akan cennetler olup, kendileri orada ebedî kalacaklardır. Hem orada onlara tertemiz eşler ve hepsinin de üstünde Allah'ın rızası vardır. Allah bütün kullarını hakkıyla görmektedir.

16. O müttakiler: "Ey bizim ulu Rabbimiz, biz iman ettik, günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru!" diye yalvarırlar.

17. Onlar sabırlı, imanlarında sadık ve samimi, Allah'ın huzurunda itaatla divan duran, mallarını hayırda harcayan, seher vakitlerinde Allah'tan af dileyen müminlerdir.

Bu din ve bu dindarlık, bu niyazlar, bu sığınmalar, boş bir iddia, şunun bunun karşı çıkmasıyla zayıf düşecek bir dava değil, şahitli ve belgeli bir hakikattir. İşte bunun en başta gelen dayanağı, en büyük şahidi ve en kuvvetli delili Allah'tır.
18. Allah'tan başka tanrı bulunmadığına şahid bizzat Allah'tır. Bütün melekler, hak ve adaletten ayrılmayan ilim adamları da bu gerçeğe, aziz ve hakîm (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi) Allah'tan başka tanrı olmadığına şahittirler.

Gerçek şahit, Allah'tır. O'ndan başka hiçbir alim, ne kendisine, ne de başka varlıklara tamamen şahit değildir. İnsan bilgisinde varlıkların kendilerine uygunlukları izafî, eksik ve sadece muayyen bir yöndendir. İnsanın gerek kendisinde, gerek diğer varlıklarda gerçekten bilebildiği şeyler, Hakk'ın şahitliğini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak sezebildiği yönlerdir. Mesela: "Güneş vardır" diyen bir şahit bile, aslında, kendisi ile şahitlik ettiği güneş arasında Hak Tealanın koyduğu ölçüye uymaktan başka bir şey yapmış değildir.
19. Allah katında hak din, İslamdır. O Ehl-i kitabın ihtilafları, kendilerine gerçeği bildiren ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki haset ve ihtiras yüzünden olmuştur. Allah'ın ayetlerini inkar edenler bilsinler ki, Allah onların hesabını çabuk görür. [2,112]

İslam üç anlama gelir:
1. İtaat edip boyun eğmek. 2. Silm'e, yani barışa girmek, selamete kavuşmak. 3. İbadette tam samimi olmak, ihlas ile hareket etmek.
20. Buna karşı seninle münakaşaya kalkışanlara de ki: "Ben yüzümü, özümü Allah'a teslim ettim. Bana bağlı olanlar da O'na teslim oldular." O Ehl-i kitapla, kitap ehli olmayan ümmîlere (müşriklere) de ki: "Siz de teslim olup müslüman olmaya var mısınız?" Eğer hakka teslim olup İslama girerlerse doğru yolu bulmuş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse, sana düşen görev, sadece hakkı tebliğdir. Allah kullarını hakkıyla görür.

Bu ayet, Kur'an'ın bütün insanlığa hitap eden evrensel bir tebliğ olduğunu gösterir. Zira buradaki tasnifin dışında insan topluluğu yoktur. Ehl-i kitap:Hıristiyanlar, Yahudiler gibi kutsal semavi kitapları olanlar; ümmîler ise: genel olarak müşrikler ve arap müşrikleri gibi kitapsız dinlere mensup olanlardır. Ayırım Arap-Arap olmayan tarzında değil, böyle pek kapsamlı bir tasnif ile yapılmıştır.
21. Allah'ın ayetlerini inkar edenleri, haksız yere peygamberleri öldürenleri, adaleti isteyip yaymak isteyenlerin canlarına kıyanları, can yakıcı bir ceza ile müjdele!

22. İşte onların bütün yaptıkları, dünyada da, ahiret'te de boşa gitmiştir. Kendilerini bu halden kurtaracak hiçbir yardımcıları da yoktur.

23. Baksana o kendilerine kitaptan bir pay verilenlere! Aralarında hakem olması için Allah'ın kitabına davet ediliyorlar da, sonra onlardan bir grup yüz çevirerek dönüp gidiyorlar.

Burada şu hadiseye işaret edilmektedir: Yahudilerden, soylu aileye mensup bir erkekle bir kadın zina etmişlerdi. Kendi şeriatlarına göre recmetmeleri gerekiyordu. Onları kurtarma ümidiyle, daha hafif bir ceza verir düşüncesiyle davayı Hz. Peygamber (a.s.)'a getirince o da recim hükmünü verdi. Kabul etmeyip "Bize göre cezaları yüzlerine kara çalıp dolaştırmaktır" dediler. Hz. Peygamber Tevrat'ı getirip okumalarını istedi. Gerçek ortaya çıkınca Tevrat'a göre recmedildiler.
24. Bunun sebebi onların: "Cehennem ateşi bize sayılı günler dışında asla dokunmayacaktır" iddialarıdır. Uydurdukları bu gibi şeyler, dinleri hakkında kendilerini aldatmıştır. [2,80]

25. Gerçekleşeceğinden hiçbir şüphe bulunmayan o kıyamet gününde, kendilerini bir araya topladığımız ve her şahsa, yaptığının karşılığının tam verilip, asla haksızlığa uğratılmadığı o gün gelince halleri ne olacak? [2,279]

26. De ki: "Ey mülk ve hakimiyet sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden onu çeker alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini zelil kılarsın. Her türlü hayır yalnız Senin elindedir. Sen elbette her şeye kadirsin.

27. Geceyi gündüze katar günü uzatırsın, gündüzü geceye katar geceyi uzatırsın. Ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın. Sen dilediğin kimseye sayısız rızıklar verirsin." [6,95; 10,31; 30,19]

28. Müminler, müminleri bırakıp, kafirleri velî edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah ile ilişiğini kesmiş olur. Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka! Allah sizi, Kendisine isyan etmekten sakındırır. Dönüş yalnız Allah'adır.

Velî: Hami, koruyucu, dost, yönetici, bir kimsenin işlerini deruhde eden, destekleyip yardım eden anlamlarına gelir. Yasaklanan dostluk, kafirlere gönülden bağlanmak, müminleri bırakıp onlara sevgi beslemektir. Bu, müslüman yöneticilerin, diğer müslümanların aleyhine olmamak şartıyla, kafirlerle anlaşma imzalamalarına ve meşrû maksadlarda işbirliği yapmalarına mani değildir.
29. De ki: "İçinizdekini gizleseniz de, açıklasanız da mutlaka Allah onu bilir. Bütün göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah, her şeye kadirdir."

30. Gün gelecek, her kişi gerek hayır olarak, gerek kötülük olarak ne işlemişse, hepsini önünde bulacak. Yaptığı kötülükten bucak bucak kaçmak isteyecek. Allah sizi, Zatına karşı gelmekten sakındırır. Doğrusu Allah kullarına karşı pek şefkatlidir.

31. Ey Resulüm, de ki: "Ey insanlar, eğer Allah'ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafurdur, rahimdir (çok affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir).

Allah'ı sevmek, insanın yaratılışının en yüce hedefidir. Dolayısıyla İslam'ın insanları kendisine doğru sevkettiği en yüksek gayedir. Bu ayet şu kesin kıyası içeriyor: "Eğer Allah'ı seviyorsanız, Habîbullaha uyacaksınız. Ona uyulmazsa demek ki Allah'ı sevmiyorsunuz" Bunun zıddı şudur: "Ben Allah'ı severim, ama emrini dinlemem, O'nun sevdiğini sevmem. O'nu sevenleri, O'nun yolunu gösterenleri, O'nun seçip gönderdiklerini sevmem" demektir ki, bu da: "Ben, kendimden başka hiçbir şeyi sevmem; tevhid yolunda yürümek istemem" demektir.
Bu kainatı kudret, kemal ve cemalinin tecellileriyle böylesine güzel yaratan, bunca nimetleriyle kullarına lütuflarda bulunan Allah, elbette onlardan bir teşekkür bekler. Elbette, insanlar içinde en seçkin birini onlara rehber ve mükemmel bir örnek yapar. Böylece ondaki güzelliklerin, öbür insanlara da yansımasını ister.
32. De ki: "Allah'a ve Resulullaha itaat ediniz. Şayet yüzçevirirlerse, bilsinler ki Allah kafirleri sevmez." [3,132; 8,1.20.46; 58,13]

33-34. Gerçek şu ki Allah Âdem'i, Nûh'u, İbrahim ailesi ile İmran ailesini, birbirinden gelen tek zürriyet halinde bütün insanlardan süzüp onlara üstün kılmıştır. Allah semî'dir, alîmdir (herşeyi hakkıyla işitir, mükemmel tarzda bilir). [2,47; 66,12]

Bu ailelerden maksat, onların neslinden gelen peygamberlerdir.
Âl: yakınlıkta ve tutulan yolda herhangi bir insana mensup olan kimseler, "aile, hanedan" demektir. Âl-i İbrahim, 2,124 gereğince ilahî ahdin içinde olanlar, onun zalim olmayan nesli ve özellikle Hz. Muhammed Mustafa (a.s.m)'dır. İmran ise: Hz. Îsa'nın anne tarafından dedesi, yani Hz. Meryem'in babasıdır.
35. Hani bir vakit İmran'ın hanımı şöyle demişti: "Ya Rabbî, karnımda taşıdığım çocuğumu sana adadım, her türlü bağdan azade olarak senin yoluna hizmet edecektir. Adağımı lütfen kabul buyur. Şüphesiz (duaları işiten, niyetleri bilen) semî ve alîm yalnız Sen'sin!"

36. Derken onu doğurunca da: "Ya Rabbî," dedi, "ben bir kız doğurdum. -Zaten Allah ne doğurduğunu pek iyi biliyordu erkek evlat, elbette kız gibi değildir. Ben onun adını Meryem koydum. Onu da, onun neslinden gelecekleri de o mel'un şeytanın şerrinden korumanı niyaz ediyorum."

37. Rabbi onu güzellikle kabul buyurdu ve pek güzel bir tarzda yetiştirdi. Onu Zekeriyya'nın eğitim ve himayesine verdi. Zekeriyya onun yanına Mabede ne zaman girse beraberinde yiyecekler bulurdu. "Meryem! Bu yiyecekleri nereden buluyorsun!" deyince de o: "Bunlar Allah tarafından gönderiliyor. Muhakkak ki Allah dilediğine sayısız rızıklar verir." derdi.

Mabed: Âyette mihrab diye geçer. Mabedin ön tarafında ibadet esnasında imamın durduğu yere denir. Zikr-i cüz irade-i kül (bir bütünün, parçasını söyleyerek tamamını kasdetme) kabilinden mescid ve mabed hakkında da kullanılabilir. Burada maksat, mabedde merdivenle çıkılan bir mahfel olmalıdır. Hz. Meryem'e rızık geldiğini bildiren bu ayet, kerametin hak olduğuna delil teşkil etmektedir.
38. İşte o sırada Zekeriyya Rabbine niyaz edip "Ya Rabbî," dedi, "bana Senin tarafından tertemiz, hayırlı zürriyet ihsan eyle. Şüphesiz ki Sen duaları işitip icabet edersin!"

Bu Zekeriyya (a.s.) ile, Tevrat ekinde (Eski Ahid Kitapları arasında) kendisine bu isimde Zekarya kitabı atfedilen zat arasında hiçbir ilişki yoktur.
39. Zekeriyya mihrapta namaz kılmakta iken melekler kendisine seslenip: "Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi tasdik edecek, hem efendi, hem gayet zahid, hem peygamber olacak olan Yahya'yı müjdeler" dediler. [3,45; 4,171]

Müfessirlerin ekseriyetine göre kelimeden maksat, Hz. Îsa (a.s.)'dır. Kün (ol) emri ve kelimesiyle, babasız olarak yaratıldığı için böyle denilmiştir. Bununla beraber başka yorumlar da vardır.
40. O: "Ya Rabbî," dedi, "nasıl benim çocuğum olabilir ki ihtiyarlık başıma çökmüş, hanımım ise kısır hale gelmiştir?" Allah: "Böyle de olsa, Allah dilediğini yapar" buyurdu.

41. O: "Ya Rabbî, bana oğlum olacağına dair bir alamet bildirir misin?" deyince, Allah: "Senin işaretin şudur: "Üç gün müddetle halkla işaretleşme dışında konuşmayacaksın. Rabbini çok zikret, sabah akşam onu tesbih ve tenzih et!" buyurdu.

42. Hani Melekler dediler ki: "Meryem! Muhakkak ki Allah seni seçti. Seni tertemiz kıldı hatta seni dünyadaki bütün kadınlara üstün kıldı. [7,144]

Onun devrindeki kadınlardan üstün olduğunu gösterir.
43. "Meryem! Saygı dolu bir gönülle huzurunda durup Rabbine ibadet et, secdeye kapan ve rükû edenlerle beraber rükû et."

44. İşte bunlar gayb kabîlinden haberler olup onları Biz sana vahyediyoruz.Yoksa onlar Meryem'i kimin himaye edeceğine dair kur'a çekerlerken ve birbirleriyle tartışırlarken sen yanlarında bulunmuyordun. [11,49; 12,102]

Bu ayet, Kur'an'ın vahyedilmesinden önce, bu hadiselerin Hz. Peygamber (a.s.) ve kavmi tarafından bilinmediğini açıkça göstermektedir.
45. Gün geldi, melekler ona: "Meryem! Allah, Kendisi tarafından bir kelime vereceğini sana müjdeliyor. Adı Îsa, lakabı Mesih, sıfatı Meryem oğludur. Dünyada da ahirette de itibarlı, Allah'a en yakın kullardan olacaktır.

Ağızdan çıkan manalı bir ses veya kitapta yazılı manalı yazı kelime olduğu gibi, aleme bakıldığı zaman, bakışta seçkinleşen ve gözden gönüle geçip duygu tesiri altında az çok bir mana telkin eden varlıklar ve görünen yaratıklar da birer kelimedirler ki Hz. Îsa (a.s.) bunlardan biri idi ve Meryem'e böyle bir te'sir ile gelmişti. Îsa, Allah'tan bir kelimedir, fakat kelimelerin tümü değildir. Allah'tan bir kelimeye, "Allah'ın bir kelimesi" denebilirse de "Allah" denemez.
46. Beşiğinde de, yetişkinliğinde de insanlara hitap edip onlarla konuşacak, salih insanlardan olacaktır." [5,110; 19,29]

47. Meryem: "Ya Rabbî, bana hiçbir erkek eli değmediği halde nasıl olur da çocuğum olabilir?" deyince, Allah şöyle buyurdu: "Öyle de olsa, Allah dilediğini yaratır; Zira O, bir şeyin var olmasına hüküm verince sadece "ol" der, o da derhal oluverir." [2,117; 3,59; 19,35]

48-49. (Melekler Hz. Îsa hakkında Meryem ile konuşurken onun şu sıfatlarını da ilave ettiler:) "Allah ona kitabı (yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncîl'i öğretecektir. Onu İsrailoğullarına resul olarak gönderecek, o da onlara şöyle diyecektir: "Size Rabbiniz tarafından bir mûcizeyle gönderildim: Ben size çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapar içine üflerim, o da Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir. Keza ben anadan doğma körü ve abraşı iyileştirir, hatta Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yediğinizi ve biriktirip sakladıklarınızı da bilirim. Eğer inanmaya niyetiniz varsa, elbette bunlarda sizin için alacak dersler vardır. [5,110]

Burada kitab, "kitabet, yazı yazmak" anlamında masdardır. Demek ki Hz. Îsa yazı yazmasını bilir bir bilgin idi.
50. Keza ben, benden önceki Tevrat'ı tasdik etmek ve size (Mûsa şerîatinde) haram kılınan bazı şeyleri mübah kılmak için geldim. Doğrusu ben size Rabbiniz tarafından bir mûcize getirdim. Öyleyse Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin." [43,63]

Hz. Mûsa (a.s.)'dan sonra gelen Benî İsrail peygamberleri, esas itibariyle onun şeriatını uyguladılar. Ancak tali meselelerde, zamanın ihtiyaçlarını gözönünde bulundururlardı. Hz. Îsa da böyle yapmıştı.
51. Şüphe yok ki Allah hem sizin, hem de benim Rabbimdir. Öyleyse, yalnız O'na ibadet edin. İşte doğru yol budur.

52. Ne zaman ki Îsa onların inkarlarında ısrar ettiklerini hissetti, "Allah'a giden yolda bana yardım edecek kim var?" dedi. Havariler: "Allah yolunda yardımcılar biziz. Biz Allah'a iman ettik. Ey Îsa, bizim müslüman olup Allah'a itaat ettiğimize sen de şahid ol!" [5,111-112; 61,14]

Havari: İnsanın en seçkin, en has dostu, yardımcısı manasına gelir.
53. "Ya Rabbena! İndirdiğin kitaba iman edip Elçinin yolunu tuttuk. "Sen de bizi, birliğini ve nebîlerini tanıyan şahitlerle birlikte yaz" dediler.

54. Öbürleri ise hileler yaptılar. Allah da onların hilelerini boşa çıkardı. Allah, hileleri boşa çıkarmakta pek güçlüdür. [8,30; 13,42; 27,50; 86,16]

55. O zaman Allah şöyle buyurmuştu: "Îsa! seni öldürecek olan, onlar değil Ben'im. Seni Kendi nezdime yükseltecek, seni inkarcıların içinden kurtarıp temize çıkaracak ve sana tabi olanları ta kıyamete kadar kafirlere üstün kılacak olan da Ben'im. Sonra hepinizin dönüşü Bana olacak. Ben de aranızda ihtilaf ettiğiniz konularda hükmümü vereceğim. [4,158; 19,56-57]

56. Hasılı, inkar edenleri hem dünyada, hem ahirette şiddetli bir azap ile cezalandıracağım. Onları bu azaptan kurtarabilecek yardımcılar da bulunmayacaktır.

57. İman edip makbul ve güzel işler yapanların ise mükafatlarını tam tamına ödeyecektir. Allah zalimleri sevmez."

58. Ey resulüm, işte bunlar, bu vak'alar, sana bildirdiğimiz ayetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dandır.

59. Allah yanında Îsa'nın durumu, aynen Âdem'in durumu gibidir. Allah Âdem'i topraktan yaratıp "ol" dedi, o da derhal oluverdi.

60. Hakikat, Rabbinin tarafından gelir. Bunda hiçbir tereddüdün olmasın.

61. Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle Îsa hakkında tartışmaya girerse de ki: "Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah'a yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise Allah'ın lanetinin onların üzerine inmesini dileyelim."

Bu ayete "mübahele" ayeti denir. Mübahele: "Hangi taraf yalancı ise Allah'ın ona lanet etmesini bütün kalbiyle istemek" demektir. Hicri 9. yılda Necran Hıristiyanlarını temsil eden 70 kişilik heyet, başlarında dinî ve dünyevî liderleri olarak Medine'ye gelip tartışmıştı. Delilden anlamamaları karşısında Hz. Peygamber (a.s.) mübaheleyi teklif edince, düşünmek için mühlet istediler. Bunu kendileri için tehlikeli bulup kabul etmediklerini bildirmek üzere Hz. Peygamberin yanına geldiklerinde baktılar ki O Hüseyin'i kucağına almış, Hasan'ın elinden tutmuş, Hz. Fatıma ile Hz. Ali'yi arkasına almış "Ben dua edince siz de "amin" dersiniz diyor. Hey'et başkanı mübaheleyi kabul etmeyip cizye vererek İslam hakimiyeti altında yaşamayı benimsediklerini bildirdi. Hz. Peygamber de onlara, kendilerine verilen hakları ve yükümlülükleri bildiren bir emanname yazdı.
62. İşte sözün doğrusu budur. Yoksa Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Allah hiç şüphesiz azîzdir, hakîmdir (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir).

63. Eğer yüz çevirirlerse, muhakkak ki Allah o fesatçıları hakkıyla bilir.

64. De ki: "Ey Ehl-i kitap! Bizimle sizin aramızda birleşeceğimiz, müşterek ve adil şu sözde karar kılalım: "Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim. O'na hiçbir şeyi şerik koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah'ın yanında rab edinmesin." Eğer bu daveti reddederlerse: "Bizim, Allah'ın emirlerine itaat eden müminler olduğumuza şahid olun" deyin.

Bu davet, Kur'an'ın, Hıristiyanlar başta olarak bütün dinlere yönelttiği evrensel bir çağrıdır. Bunda muhtelif milletlerin, farklı dinlerin, çeşitli vicdanların temelli bir vicdanda, hak bir sözde nasıl birleşebilecekleri ve İslam'ın insanlık alemine ne kadar geniş, ne kadar açık bir hidayet yolu, bir hürriyet kanunu öğrettiği görülmektedir.
65. Ey Ehl-i kitap! Tevrat da, İncîl de kendisinden çok sonra gönderildikleri halde, ne diye İbrahim hakkında iddialaşıyorsunuz? Buna da mı akıl erdiremiyorsunuz?

66. Haydi diyelim ki az çok bildiğiniz konularda tartışıyorsunuz. Peki ne diye hakkında bilginiz olmayan hususlarda tartışıyorsunuz? Halbuki işin doğrusunu Allah bilir, siz bilemezsiniz.

67. İşte bu konudaki gerçek şudur: İbrahim Yahudi de değildi, Hıristiyan da değildi, Lakin o batıl dinlerden uzaklaşmış, tertemiz halis bir müslüman idi, Ve asla müşriklerden olmamıştı.

68. İnsanlar içinde İbrahim'e en yakın olanlar, ona tabi olanlar, bu Peygamber ve bu Peygambere iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur.

69. Ehl-i kitaptan bir kısmı, sizi inancınızdan saptırmak istedi. Halbuki onlar sadece kendilerini saptırırlar da bunun farkına bile varmazlar.

70. Ey Ehl-i kitap! Siz de yanınızdaki kitaplarda doğruluğuna tanık olup dururken, Allah'ın ayetlerini ne diye inkar ediyorsunuz?

71. Ey Ehl-i kitap! Niçin bile bile hakkı batıl ile karıştırıyor, niçin bile bile hakikati gizliyorsunuz?

72-73. Ehl-i kitaptan bir güruh birbirlerine, şöyle dediler: "Şu müslümanlara indirilen kitaba günün başlangıcında (zahiren) iman edin, sonunda da inkar edin, olur ki onlar da şüpheye düşüp dinlerinden dönerler.Ve bir de kendi dininize tabi olandan başkasına sakın ha güvenmeyin!" Ey Resulüm, de ki: Doğru yol, Allah'ın yoludur" Yine onlar kendi aralarında: "Size verilen vahyin, başkalarına da verildiğine veya Rabbinizin huzurunda müslümanların karşı delil getirip sizi mağlup edeceklerine inanmayın" derler. De ki: "Lütuf Allah'ın elindedir, dilediğine ihsan eder. Allah vasi ve alîmdir (lütfu boldur, her şeyi hakkıyla bilir). [57,29]

74. Rahmetini, nübüvvetini dilediği kuluna has kılar. Allah büyük lütuf ve inayet sahibidir."

75. Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki kendisine yüklerle altın emanet bıraksan onları sana öder. Ama öylesi de vardır ki, bir altın bile versen başında dikilip durmadıkça onu sana geri vermez. Bunun sebebi, onların: "Ümmîler hakkında ne yaparsak mübahtır, ondan dolayı sorumlu olmayız." demeleridir. Onlar bile bile, Allah hakkında yalan uydururlar. [3,14]

"Ümmîler" kelimesi ile onlar burada, Yahudi olmayan ve kendi çevrelerinde bulunan "Araplar"ı kasdediyorlardı.
76. Hakikat öyle değil, kim ahdini yerine getirir ve haramlardan sakınırsa, bilsin ki Allah da o sakınanları sever.

77. Önemsiz bir menfaat karşılığında, Allah'a verdikleri ahdi ve yeminlerini bozanların ahirette hiçbir nasipleri yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak. Onların yüzlerine bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onların hakkı çok acı bir azaptır.

78. Ehl-i kitaptan bir kısmı da, aslında kitaptan olmadığı halde, Sizin kitaptan zannetmeniz için, Okurken ağızlarını dillerini eğip bükerler (bazı kelimelerin telaffuzunu değiştirirler). Bir şeyler söyleyip "Bu Allah tarafındandır" derler. Halbuki o, Allah tarafından değildir. Bile bile Allah adına yalan uydururlar. [2,75]

79. Allah'ın kendisine kitap, hüküm, nübüvvet verdiği hiçbir insanın kalkıp da halka: "Allah'ın dışında bana da kul olun" deme yetkisi yoktur. Lakin o insanlara: "Öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz kitap sayesinde rabbanî olun" der.

Hüküm: İlim, anlayış gücü, Allah'ın hükmünü infaz etme yetkisi;
Rabbanî: Fakih, alim, muallim, eğitimci, ilmi ile amil olan kimse demektir.
80. Ve o size: "Melekleri ve peygamberleri rab edinin" diye bir emir de vermez. Siz Allah'a boyun eğen müslüman olduktan sonra, Hiç kalkıp sizin küfre sapmanızı emreder mi?

81. Hem Allah, vaktiyle peygamberlerden "size kitap ve hikmet vermemden sonra, Sizin yanınızda bulunan kitabı tasdik edici bir peygamber geldiğinde, mutlaka ona inanıp yardımcı olacaksınız" diye söz almıştır. Allah: "Bunu kabul ettiniz, bu ağır yükümü sırtınıza aldınız mı?" dediğinde onlar: "Kabul ettik" diye kesin söz verince, Allah Teala: "Siz de şahit olun, zaten Ben de sizinle beraber şahitlik edeceğim" buyurdu. [33,7; 7,172]

Yüce Allah bu mîsakı vahiy ile almıştır. O, gönderdiği her peygambere, Hz. Muhammed (a.s.)'ın vasıflarını bildirmiş ve ona ulaştığı takdirde destek verme sözü almıştır. Ayrıca onların da kendi ümmetlerine bu gerçeği bildirmelerini istemiştir. "Sonra size (...) peygamber geldiğinde" hitabının asıl muhatapları Hz. Peygamberin çağdaşı olan Ehl-i kitaptır.
82. Artık kim bundan sonra haktan yüz çevirirse, işte onlar dinden çıkmış fasıklardır.

83. Göklerde ve yerde bulunan kim varsa, gerek isteyerek, gerek istemeyerek Allah'a itaat ederken, Hepsi döndürülüp O'na götürülürken, Onlar kalkıp Allah'ın dininden başka bir din mi arıyorlar?

84. De ki: "Biz Allah'a iman ettik. Bize indirilen vahye, İbrahim'e, İsmail'e İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilen keza Mûsa'ya, Îsa'ya, hasılı bütün peygamberlere Rab'leri tarafından verilen vahiylere de iman ettik.

(Peygamberlikleri noktasında) onlar arasında hiçbir ayrım yapmayız ve biz yalnız Allah'a teslim oluruz. [2,136]
85. Kim İslam'dan başka bir din ararsa, Bilsin ki bu din asla ondan kabul edilmeyecek Ve o ahirette ziyan edenlerden olacaktır.

86. Kendilerine kesin ve açık deliller gelmiş ve Resulün hak peygamber olduğuna şehadet etmiş iken, imanlarından sonra küfre sapan bir topluluğu hiç Allah hidayete erdirir mi? Yok, yok! Allah, zalimler güruhunu cennete giden yola koymaz, emellerine kavuşturmaz.

Zalimler, iradeleriyle küfrü tercih ettikleri müddetçe, Allah onlara hidayet vermez. Yahut "Onlar kafir olarak ölürlerse Allah onları, cennete giden yola koymaz" demektir (Nesefî).
87. Böylelerinin cezası, Allah'ın, meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğramaktır.

88. Onlar bu lanetin içinde ebedî kalacaklardır. Ne cezaları hafifletilecek, ne de yüzlerine bakılacaktır.

89. Ancak daha sonra tövbe edip nefislerini ıslah edenler, bu hükmün dışındadır. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).

90. İmanlarından sonra küfre sapanların, sonra inkarda daha da ileri gidenlerin tövbeleri asla kabul edilmez. İşte asıl sapıklar bunlardır. [4,18]

91. İnkar yoluna sapan ve kafir olarak can veren kimseler, kurtuluş fidyesi olarak dünya dolusunca altın verseler de, mümkün değil, hiçbirinden kabul edilmeyecektir. Bunların hakkı, çok acı bir azaptır ve kendilerini bundan kurtaracak olan da yoktur. [2,123; 5,36]

92. Sevdiğiniz mallarınızdan Allah yolunda harcamadıkça "fazilet" mertebesine ulaşamazsınız. Bununla beraber her ne infak ederseniz, Allah mutlaka onu bilir.

Birr: "fazilet, iyilik, hayır" demektir.Bu vasfı haiz olan kimseye berr (çoğulu: ebrar) denir. Müminin ibadetinin özünde Allah sevgisi olup O'nun rızasını her şeyden üstün tutmalıdır. Ebrar defterine kaydedilmek için, kişinin sevdiği şeyleri Allah yolunda harcaması gerekir. Yoksa takva, bazı şeklî tarafları tamamlamakla elde edilmez.
93. Tevrat indirilmeden önce, İsrail'in (yani Yakub'un) kendi nefsine haram kıldığı hariç, diğer bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: İşte meydan! İddianızda samimi iseniz Tevrat'ı getirip okuyun!

94. Artık kim bundan sonra Allah adına yalan söylerse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

95. Sen: "Sadakallah: Allah sözün doğrusunu söyledi." de. Haydi bakalım Allah'ı bir tanıyarak İbrahim'in dinine uyun. Pek iyi bilirsiniz ki o, asla müşriklerden olmamıştı.

96. İbadet, yeri olarak yeryüzünde yapılan ilk bina Mekkedeki Kabe olup, pek feyizlidir, insanlar için hidayet rehberidir. [2,125]

Kıble ilkin Mescid-i Aksa iken, hicretten bir buçuk yıl sonra Kabe olarak değiştirilmişti. Yahudiler "peygamberlerin kıblesi değiştirildi" diye itiraz ettiler. Bu ayet Hz. İbrahim tarafından Mekke'de bina edilen Kabenin daha kıdemli bir kıble olduğunu hatırlatarak itirazlarını cevaplandırmaktadır. Hz. Süleyman tarafından, M.Ö. 1000 yıllarında yaptırılan Mescid-i Aksa ile Kabe arasında yaklaşık bin yıl kadar bir zaman vardır.
97. Orada apaçık alametler ve deliller, İbrahimin makamı vardır. Kim Beytullaha girerse korkudan emin olur. Ziyarete gücü yeten herkese Beytullahı ziyaret etmek, Allah'ın onun üzerindeki hakkıdır. Nankörlük edip bu hakkı tanımayana Allah'ın hiçbir ihtiyacı yoktur, o bütün alemlerden müstağnidir. [29,67; 106,3-4]

Kabe'de karşılaşılan birçok işaret ve makbuliyet delili vardır. Verimsiz bir yerde olmasına rağmen, orada rızık sıkıntısı çekilmemesi, her taraftan ziyaretçi gelmesi, bütün Arap yarımadasında M. Ö. 2500 yıl kadar öncesinden beri etrafta anarşi sürerken yılda dört ay Kabe ve çevresinde tam güvenliğin hakim olması, M.S. 571 yılında Kabe'yi yıkmaya gelen Ebrehe ordusunun perişan olması gibi mûcizevi durumlar hatırlatılıyor.
98. De ki: Ey Ehl-i kitap, niçin Allah'ın ayetlerini inkar ediyorsunuz? Halbuki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.

99. De ki: Ey Ehl-i kitap! Siz gerçeği görüp bildiğiniz halde, niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek iman edenleri Allah yolundan menediyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.

100. Ey iman edenler! Eğer Ehl-i kitaptan bir kısmına uyacak olursanız, iyi bilin ki onlar sizi imanınızdan sonra küfre çevirmek isterler. [2,109; 4,89; 3,72]

101. Sizler nasıl küfre dönebilirsiniz ki önünüzde Allah'ın ayetleri okunuyor, aranızda Allah'ın resulü bulunuyor? Kim Allah'a gönülden sımsıkı bağlanırsa muhakkak ki o doğru yola konulmuştur. [57,8-9]

102. Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öylece sakının. Ona layık olduğu tazimi gösterin ve ancak O'na teslim olan müslüman olarak can verin.

103. Hepiniz toptan, Allah'ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı. Allah size ayetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz. [8,63]

İslam'dan önce Arabistan'da insan hayatının hiç değeri kalmamıştı. En ufak sebeple insanlar vicdansızca öldürülüyordu. Kabîle savaşlarının, kan davalarının sonu gelmiyordu. Mesela Medine'deki Evs ve Hazrec kabileleri 120 yıldan beri sürekli savaş halinde idiler. İslam sayesinde birbirlerinin kardeşi oldular.
104. Ey müminler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği yayıp kötülükleri önlemeye çalışan bir topluluk bulunsun. İşte selamet ve felahı bulanlar bunlar olacaklardır. [3,110.114; 7,157; 9,71.112; 22,41; 31,17]

105. Kendilerine kesin delillerin gelmesinden sonra bölünüp ihtilafa düşenler gibi olmayın. Onlar için büyük bir azap vardır.

106. Gün gelecek, birtakım yüzler ağaracak, bir takım yüzler ise kararacak. Yüzleri kararanlara: "Siz misiniz" denecek, "imanınızdan sonra inkara sapanlar? Tadın bakalım inkarınız sebebiyle bu acı azabı!" [75,22-25; 80,38-41; 88,2-8]

107. Yüzü ak olanlar ise Allah'ın rahmetindedirler. Hem de orada ebedî kalacaklardır.

108. İşte bunlar Allah'ın ayetleridir ki hakkı gerçekleştirmen için Biz onları sana okuyoruz. Çünkü şu kesindir ki Allah insanlara zulmetmek istemez.

109. Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır, ve bütün işler sonunda O'na raci olur, bütün işleri O hükme bağlar.

110. Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah'a inanırsınız. Ehl-i kitap da bu imana gelseydi, elbette kendileri için iyi olurdu. İçlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fasıklardır. [2,143]

Hz. Muhammed ümmetinin ayırıcı özelliği: Tevhid, iyiliği yayma ve kötülüğü önleme olarak bildirilip bu itibarla en hayırlı ümmet vasfını kazandığı vurgulanıyor. İyilik diye çevirdiğimiz ma'ruf: İslam'ın ve aklın meşrû ve makbul saydığı şeydir. Kötülük, yani münker ise:İslam'ın ve aklın gayri meşrû, kötü saydığı şeydir. Bu görev, yalnız yöneticilerin değil, imkanlarına göre bütün müminlerindir. Hayırlı ümmet olmak için, çoğunluğun bu vasfı taşıması gerekir. Ehl-i kitabın kınanmasının sebebi, çoğunluğun kötü tarafta yer alıp, az olan iyilerin de bu görevi terketmeleri idi.
111. Onlar size hiçbir zarar veremezler, olsa olsa incitirler. Sizinle savaşacak olurlarsa, arkalarını dönüp kaçarlar. Kendilerine yardım eden de bulunmaz.

112. Allah'tan gelmiş olan bir ipe ve insanlar tarafından uzatılan bir ipe (sisteme) tutunmaları müstesna, onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine zillet damgası vurulmuştur. Allah'ın gazabına uğramış, meskenete mahkûm edilmişlerdir. Bu, onların Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyle olmuştur. Çünkü asi olmuşlar ve haddi aşmışlardır.

Yani: Onların dünyada elde ettikleri güvenlik, kendileri tarafından kazanılmış değil, başkalarının yardımı sayesinde olmuştur. Onlar bu güvenliği ya Allah'ın hükmüne göre müslümanlardan veya başka sebeplerle gayri müslim devletlerden almaktadırlar.
113. Ehl-i kitabın hepsi bir değildir. Onların içinde öyle dosdoğru bir cemaat vardır ki, Gece saatlerinde Allah'ın ayetlerini okuyarak secdelere kapanırlar.

114. Bunlar Allah'ı ve ahireti tasdik eder, iyiliği yayar, kötülükleri önler ve hayırlı işlere yarışırcasına koşarlar. İşte onlar salihlerdendirler. [3,110]

115. Yaptıkları hayır ve iyiliklerden, mükafatsız kalan bir tek iyilik bile bulunmayacaktır. Allah günahlardan korunan takva ehlini pek iyi bilir.

116. Kafir olanların ne malları ne de evlatları, kendilerini Allah'ın cezasından asla kurtaramaz. Onlar cehennemlik olup orada ebediyyen kalacaklardır.

117. O batıl yollarda olanların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, Kendi öz canlarına zulmeden kimselerin ekinine isabet eden Ve o mahsulü kasıp kavuran bir rüzgarın durumuna benzer. Doğrusu Allah onlara zulmetmedi, ama onlar kendi kendilerine zulmettiler.

Hak dini inkar eden akımlar değişik de olsalar, batıl olmakta müşterektirler. Bunlar servetlerini sırf dünya için değerlendirirler. Fakat sırf dünyaya yöneldikleri halde dünyayı da doğru dürüst yönetemezler. Zira dünya-ahiret dengesi üzerinde duran fıtrata karşı çıkarlar. Bu sebeple harcamalar dengesiz olur. Tahrib edici silahlanma uğruna milyarlar seferber olur. Yüz milyonlar aç iken böylesi harcamalar yapılır. Fakat sonunda, dünya hayatı bile perişan olur.
118. Ey iman edenler! Siz müslümanlardan başkasını sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size şer ve fesat çıkarmada ellerinden geleni bırakmazlar. Daima sizin sıkıntıya düşmenizi isterler. Size olan düşmanlıkları, zaten ağızlarından taşıp meydana çıkmıştır. Kalplerinin gizlediği düşmanlık ise daha fazladır. Âyetlerimizi size iyice açıkladık. Eğer akıllarınızı kullanırsanız, onlardan yararlanırsınız.

119. İşte siz o kimselersiniz ki düşmanlarınızı seversiniz, Halbuki siz bütün kitaplara iman ettiğiniz halde, onlar sizi sevmezler. Hem huzurunuza geldiler mi "amenna!" biz de "inandık!" derler. Aralarında başbaşa kaldıkları vakit de, size duydukları kin ve düşmanlık sebebiyle, parmaklarını ısırırlar. De ki: "Geberin kininizle!" Allah bütün kalplerin künhünü bilir.

120. Size bir ferahlığın, bir nimetin ulaşması onları tasalandırır. Bir fenalığın gelmesine ise, adeta bayılırlar. Şayet siz sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, onların tuzakları size hiçbir zarar veremez. Çünkü Allah, elbette onların yaptıklarını ilmiyle, kudretiyle kuşatmıştır.

121. Hani bir vakit, ey resulüm, sen ailenden sabah erken ayrılmış, müminlere savaş mevzileri hazırlamak için yola çıkmıştın. Allah, semî ve alîmdir (hakkıyla işitir ve bilir).

Buradan itibaren Uhud savaşı vesilesi ile birtakım ilahî buyruklar, müminlere ebediyyen ders vermek üzere tescil ediliyor. Hicretin 3. yılında Kureyş, müslümanlara göre çok daha üstün bir kuvvetle Medine'ye saldırdı. Savaş pek zorlu geçti. Müslümanlar galip gelmişlerdi ki Hz. Peygamber (a.s.)'ın talimatını unutma ve ganimet peşine düşme sonucu, durum değişti. Müslümanlar yetmiş kadar şehit verdiler. Galibiyet ortada kaldı. Allah'ın hikmeti, müminlere çeşitli dersler vermek istedi.
122. Ve hani sizden iki bölük, Allah da kendilerinin yardımcıları olduğu halde, korkarak geri çekilmeye yeltenmişlerdi. Halbuki müminlere düşen, yalnız Allah'a dayanıp güvenmeleridir.

Bunlar Beni Seleme ile Beni Harise olup münafıkların başkanı İbn Übey 300 adamı ile ayrıldığında onlar da tereddüde düşmüşlerdi. İbn Übey, istişare sırasında Medine dışına çıkmamayı önermişti. Hz. Peygamber'in de şahsî görüşü bu şekilde idi. Onun için, gönülsüz olarak Uhud'a çıkmıştı.
123. Gerçekten, sizler birkaç biçare iken, Bedir'de Allah sizi yardımına mazhar etmişti. O halde Allah'a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.

Bedir, Medine'nin 120 km. güneybatısında, Kızıldeniz sahiline 20 km. uzaklıkta, Mekke-Suriye yolu üzerinde bir köydür. Hicrî 2. yıl ramazan ayında vuku bulan savaş müslümanların kesin zaferleriyle sonuçlanmıştı.
124. O vakit sen müminlere: "Rabbinizin, indirdiği üç bin melek ile size imdat göndermesi yetmez mi?" diyordun. [8,9-10; 9,26.40; 33,9]

125. Evet, eğer sabreder ve itaatsizlikten sakınırsanız, -düşmanlarınız da hemen üzerinize geliverirlerse- Rabbiniz, formalı formalı tam beş bin melek göndererek size yardım edecektir.

126. Allah bu imdadı sırf size müjde olsun ve kalpleriniz bununla müsterih olsun diye yaptı. Nusret ve zafer, ancak (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi), azîz ve hakîm olan Allah tarafından gelir. [9,25-27; 47,4; 3,160]

127. Evet, Allah Teala kafirlerden ileri gelenleri imha etmek Veya onları başaşağı ederek ümitsiz bir hale düşürmek için size bu imdadı gönderdi.

128. Bu hususta sana ait bir iş yoktur: Allah ister onlara tövbe nasib edip bağışlar, ister nefislerine zulmettikleri için onları cezalandırır. Senin görevin sadece uyarıp irşad etmektir. [13,40; 28,56]

129. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. O dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. Allah gafurdur, rahimdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).

130. Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki felah bulasınız. [2,275]

Cahiliye döneminde faizli borçlar vadesinde ödenmez ve borçlu sürenin uzatılmasını isterse, tefeci borcun miktarını artırır, böylece zamanla faiz, anaparayı geçerdi. Âyet faizi mutlak olarak yasaklamakta olup, kat kat olma şartı o zaman carî olan durumu bildirmektedir. (Bkz. 2,275-278)
131. Hem kafirler için hazırlanmış bulunan o ateşten korunun!

132. Allah'a ve Resulüne itaat edin ki merhamete nail olasınız.

133. Rabbiniz tarafından bir mağfirete, genişliği göklerle yer kadar olan ve müttakiler için hazırlanmış olan bir cennete doğru yarışırcasına koşuşun! [57,21]

134. O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.

135. O müttakiler ki çirkin bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde, peşinden hemen Allah'ı anar, günahlarının affedilmesini dilerler. Zaten günahları Allah'tan başka kim affeder ki? Bir de onlar, bile bile işledikleri günahlarda ısrar etmez, o günahları sürdürmezler. [9,104; 4,110]

136. İşte onların mükafatları, Rab'leri tarafından büyük bir af ile, kendilerinin ebedî olarak kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler olacaktır. Güzel iş yapanların mükafatı ne de güzel!

137. Sizden önce, Allah'ın koymuş olduğu hayat kanunlarına uygun olarak, nice olaylar, ümmetler geçti... İsterseniz dünyayı gezip dolaşın da dîni yalan sayanların akıbetlerini görün!

138. İşte bu, bütün insanlara yöneltilen bir açıklamadır, Haramlardan korunacak müttakiler için bir hidayet ve öğüttür.

139. Sakın yılmayın, üzüntüye kapılmayın, eğer iman ediyorsanız mutlaka üstün gelirsiniz.

Muhtemel başka manalar:
"Eğer mümin iseniz, yılmayınız, üzüntüye kapılmayınız! Çünkü siz hep üstünsünüz."
Şu mana da mümkündür:
"Siz, konum bakımından daha üstün iken yılmayın, üzüntüye kapılmayın! Zira siz, Allah rızası gibi yüce bir gaye ile, O'nun dinini yüceltmek için savaşıyorsu