Uzun yıllar önce çalışmak için Almanya'ya gelen Makedonyalı yaşlı adam son demlerindeydi. Tüm aile gözleri dolu dolu, yaşlı adamın başında hüzünle bekleşiyordu. Bu esnada yaşlı adam bir anda gözünü hafifçe açıp güçlükle bir şeyler mırıldandı. "Evlatlarım; size söylemedim ama ben Müslüman oldum. Size vasiyetimdir sizde Müslüman olun". Ailenin şaşkın bakışları arasında dudaklarından dökülen bu cümleler yaşlı adamın son sözleri olmuştu. Kısa bir süre sonra da emaneti teslim etmişti.
Yaşlı adamın cenazesi defnedildikten sonra Ataerkil yapıda olan aile fertleri, hiç tereddütsüz babalarının son vasiyetini yerine getirmeye karar verirler. Kendilerine İslam'a ilk adımı attıracak bir hoca bulma düşüncesiyle Almanya'da faaliyet gösteren bir Türk Vakfına müracaat ederler. Vakıf yöneticileri tamda o dönem Türkiye'den ziyaretlerine gelen bir Profesörün, bu ulvi göreve daha uygun olacağına kanaat getirir. Profesör ile görüştükten sonra her iki taraf, Almanya'nın bir bölgesinde buluşmak üzere ertesi güne sözleşirler. Fakat Profesör, yoğun programından dolayı buluşma saatine yetişememiştir. Üzüntü ile Makedon aileyi arayan Profesör mazeretini bildirir, bir ertesi gün için aynı yer ve saatte görüşmek üzere tekrar sözleşilir. Ne var ki Profesörün bu sefer de konsoloslukta işleri uzamış, yine randevuya gidememiştir.
Profesör bir daha aileyi aramaktan hicap duymaktadır. Bu nedenle, vakıftan ailenin adresini aldıktan sonra ertesi gün evlerine gitmek üzere yola koyulur. Nihayet eve varmıştır ve heyecanla "Kimse yomu" diye seslenir. İçeriden cevap gelmeyince başını aralık olan kapıdan uzatır. Bir de ne görsün! İçerideki her kes namaz kılmaktadır. Profesör şaşkın bir halde bahçede beklemeye başlar. Bir müddet sonra da evden başında takkeyle biri çıkagelir. Profesöre dönerek. "Buyurun" der. Profesör kendini tanıttıktan sonra mazeretlerini sıralayarak " Ama görüyorum ki Müslüman olmuşsunuz" diye sözünü tamamlar. Takkeli adam, gözünden dökülen yaşlara engel olamamaktadır. " Hocam dün gece çok enteresan şeyler oldu" diyerek söze başlar. "Sizinle görüşemeyince acaba Allah bizi İslam'a kabul etmiyor mu diye çok üzülmüştük. Gece hepimiz o sancıyla yattık. Fakat rüyamıza Hz. Muhammed (sav) geldi. Gelin evlatlarım birlikte Kelime-i Şahadet getirelim dedi. Kuyudan su çekti ve bize abdest almayı, sonra da namaz kılmayı öğretti. Sabah kalktığımızda hepimizin aynı rüyayı gördüğünü anladık".
Evet dostlar; birinci ağızdan dinlediğim bu yaşanmış vakıadan hissemize alacağımız çok şey vardı. Hak yolda aşk ile yola çıkarsan olmazlar oluverirmiş. Dağlar delinirmiş. Hatta "En Sevgili" Allah'ın izniyle ötelerden seni ziyarete bile gelirmiş meğer. Yeter ki halisane bir niyet ve samimiyet kaybolmasındı gönlümüzde. Bu minvalde benzer birçok olayı duymuş veya bizzat yaşamış olabiliriz çoğumuz. Bu tarz olaylar, alemin sadece gördüklerimizden ibaret olmadığını, uhrevi bir yanında bulunduğunu hatırlatır bizlere. Bu gözlükle bakarsak bir olaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Geçenlerde gündeme düşen bir olay, Allah'ın bizlere olan yardımını aşikar kılmıştır.
17/25 Aralık operasyonlarından 2 ay sonra, Dünyayı meşgul eden DAEŞ ile tanışmıştık. Sıralanışı bakımından zamanlaması manidar olan bu iki olay ile sanki start verilmişti. Devamında, Devletimize "Teröre destek veren ülke" yaftası yapıştırılmaya çalışıldı birileri tarafından. Bu mesnetsiz sallamaya o kadar ümit bağlamışlardı ki, bunu belli kesimlerin hala ağızlarında sakız gibi çiğnemesinden anlıyorduk. Amaçları; bu gerekçeyle NATO üyesi olan ülkemizin İdarecilerini, Lahey'de madde/34 den yargılatmaktı. Sonuçta uluslararası sert yaptırımlara maruz kalan Devletimiz kamuoyunda meşruiyetini yitirecek ve beli bükülecekti.
Tüm bunlar yaşanırken bir taraftan PYD ve DAEŞ sınırlarımıza dayanıyor ve çıkarlarımız tehdit eder hale geliyordu. Diğer taraftan ise PKK ile bütünlüğümüze kast ediliyordu. Bir üst akıl vardı. O üst akıl elindeki her argümanı bir orkestra şefi gibi ustaca kullanıyordu. Seçimlerde birilerinin gazıyla bir parti barajı aşıyor ve ülkede koalisyon senaryoları yazılıyordu. Üst akıl, koalisyonla istikrarsızlık hesapları içindeydi. Yurt içinde ve yurt dışında yapılan projelerin aksaması ancak bu şekilde sağlayabilirdi. Çünkü, projelerde olası bir aksaklık, ekonomik ivmenin düşeşe geçmesi demekti.
Buna karşılık Devletimiz boş durmuyor stratejik bir derinlikte ilerliyordu. Ilk olarak PKK ve DAEŞ'e karşı siyasi ve askeri operasyonlar başlatıldı. Büyük başarı elde edilen operasyonlardan özellikle DAEŞ ayağıyla, Lahey planlarının çöktüğünü belirtmek isterim.
Tamda bu esnada Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve G. Afrika'dan oluşan BRICS Birliğinin ortak para birimine geçeceği, uluslararası arenada bomba etkisi yarattı. Bu, Dolar ve Euro'nun sonunu getirebilecek bir durumdu. Hatırlarsanız Saddam'ın da sonu hazırlayan asıl sebep, artık Dolar ile ticaret yapmayacağını açıklaması değil miydi? Bu anlamda BRICS'in bu düşüncesi, Dünya egemenlerini oldukça endişelendiriyordu.
Oysa başka bir açıdan bakıldığında, BRICS'in bu yaklaşımı ile elimize büyük bir koz geçmişti. "Ya Türkiye de o birliğe katılır saydı". Sn. Cumhurbaşkanımızın son Çin ve Endonezya ziyaretlerini ve buralardaki demeçlerini bu dairede değerlendirebiliriz. Üst akıla, satır aralarında büyük mesajlar veriliyordu.
Anlayacağınız Allah(cc), birilerinin oyunlarına karşı bizlere fırsatlar sunuyordu. Egemenlerin; Devletimize boyun eğdirecek restlerine karşı, rest çekeceğimiz imkanlar sağlıyordu Rabbimiz. Sırf bu bile halisane bir aşk ile yola çıkıldığının ispatı değil midir dostlarım? Birde buna mazlumların samimi duaları eklendiğinde, hangi güç Ülkemizin önünde durabilirdi ki? Yeter ki bizler sorumluluklarımızın bilincinde birlik ve dirliğimizi sağ duyu ile koruyalımdı, gerisini Rabbimiz inşallah halledecekti.
Sonuç olarak, yaşadıklarımız yukarıda anlattığımız kıssanın tezahürü ile benzeşecektir. Şuan belki bunu kavrayamasak ta ileri de idrak edeceğimiz kesindir. Sabırlı ve ümit var olunuz. Çünkü Rabbimiz bizden yanadır.
Vesselam…