Akif'i, şair olarak kabul etmeyenler kimlerdir?

Prof. Dr. Fazıl Gökçek "Mehmet Akif'in Şiir Dünyası" kitabında Âkif'in en çok ihmal edilen şiiri ve sanatı üzerine yoğunlaşmış bir akademisyen. Âkif'in şiirlerini adeta deşerek incelemiş, tahlil etmiş bir yazar. Herkesin Âkif'in hayatı ve fikriyatı üzerinde durduğu bir sırada, O, Âkif'in şiir sanatının inceliği, estetiği, anlamı ve Türk edebiyatındaki yerine dikkat çekmiştir. İstiklâl Şâiri Âkif'in şiiri üzerine yaptığımız bu röportajı severek okuyacağınızı umuyoruz.

Röportaj: Mehmet Kurtoğlu

-Türk edebiyatında Akif’in şiiri üzerine değil de hayatı üzerine yüzün üzerinde biyografi eserinin yayınlandığını ve yüzlerce makalenin yazıldığını söylüyorsunuz. Hayatı böylesine ilgi gören bir şairin nedense şiiri ve sanatı aynı ilgiyi görmemiştir. Bunu neye bağlıyorsunuz?

-Doktora tezimi yazarken yaptığım ön araştırma sırasında elde ettiğim bulgular sonucunda böyle bir hüküm vermiştim. O tarihten bu yana sayılar daha da arttı. Artık “yüzün üzerinde” yerine “yüzlerce” kitaptan söz edebiliriz. Makaleler de aynı oranda artmıştır. Bunların içerisinde Akif’in sanatı üzerinde duranların sayısı yine çok azdır. Bunun iki sebebi var sanıyorum. Birincisi, Akif’in hayat ve olaylar karşısındaki duruşuyla, tavır alışıyla da önemli bir şahsiyet olmasıdır. Bu bakımdan üzerinde konuşulmayı ve yazılmayı hak eden bir isimdir. Bu sebeple onun bu yönünü ele alan yayınlar ilgi görmektedir. İkincisi ise sanatı üzerinde konuşmanın zorluğuna karşılık fikirleri üzerinde söz söylemenin nispeten kolaylığıdır. Çünkü ilki şiir sanatı hakkında belirli bir teorik alt yapıyı ve birikimi gerektirir, Türk şiirinin geçirdiği evreleri, bu evrelerin özelliklerini bilmeyi ve nihayet Mehmet Akif’in şiirinin bu süreçteki yerini tayin etmeyi gerektirir. Fikirleri üzerinde konuşurken buna ihtiyaç yoktur. Veya daha doğrusu buna ihtiyaç olmadığı sanılmaktadır. Elbette fikirlerin de bir tarihi vardır ve bu konu üzerine söz söylemek için de belli bir birikime sahip olmak gerekir. Fakat bu –elbette bunu hakkını vererek yapanları tenzih ederek söylüyorum- çoğu kez ihmal edilebilmektedir. Bu hususta sübjektif veya keyfi hükümler vermek daha kolaydır. Ayrıca kendi ideolojimizi veya fikrî kabullerimizi itibarlı bir isim üzerinden meşrulaştırmanın bir cazibesi olduğu da unutulmamalıdır. Mehmet Akif’in şiiri yerine fikirlerinin ön plana çıkmasının en önemli sebebi budur diye düşünüyorum.

-Akif’i şair olarak kabul etmeyen, hatta görmezden gelen bir kesimin olduğunu biliyoruz. Ancak Akif’i şiiri ve düşüncesiyle benimseyenlerin de onu büyük bir şair olarak kabul etmelerine rağmen şiirine mesafeli durduklarını görüyoruz. Fikri boyutuyla toplumu ciddi şekilde etkileyen Akif’in şiirinin edebiyat dünyasında sönük kalmasını neye bağlıyorsunuz?

-Akif’i şair olarak kabul etmeyenlerin büyük bir kısmı onun fikriyatına uzak olanlardır. Nazım Hikmet’in şiirlerini okumak ve beğenmek için sosyalist veya komünist olmak bir ön şart olmadığı gibi Akif’in şiirlerini okumak için de İslamcı olmak gerekmiyor. Ama ne yazık ki bizim hayatımızın bütün alanlarına hâkim olan kamplaşma veya kutuplaşma bir çeşit körlüğe yol açıyor ve bu körlük birçok değeri görmemizi engelliyor. Sorunuzun diğer kısmına, Akif’i fikir adamı olarak beğenenlerin de onun şairliğini takdir edemeyişine gelince, bunun sebebi, yukarıdaki soruya cevap verirken söylediğim gibi, şiir sanatı üzerine söz söylemenin zorluğudur. Şiir sanatı ve özel olarak Akif’in şiiri üzerine yazmak veya konuşmak zordur, bunun için öncelikle şiirleri anlamak, bunları alelade sözün dışına çıkaran unsurları tespit etmek gereklidir. Bu da büyük bir çaba ve teorik hazırlık gerektirir. Ayrıca bu tür çalışmalara okurların ilgisi sınırlıdır. “Marifet iltifata tâbidir” ilkesi burada da hükmünü yürütmektedir.

-Bugün Akif’in şiirini sözlüksüz okuyamamaktayız. Son yıllarda Safahat’ın sadeleştirilerek yayınlandığını görüyoruz. Safahat’ın sadeleştirilerek yayınlanması, Akif’in şiirine ilgiyi arttırır mı? Sadeleştirme konusuna nasıl bakıyorsunuz?

-Şiiri yazıldığı kelimelerin dışına taşımak yanlıştır, bunun esasında tartışılacak bir tarafı yok. Şiir bir söz sanatı olduğuna göre vücut bulduğu sözlerle kaimdir. Evet, o “söz”lerin bir anlamı da vardır, ama şiir anlamdan mı ibarettir? Haşim’in sözünü hatırlayalım: “Mana aramak için şiiri deşmek…” Akif’in şiirlerini sadeleştirerek yayınlamak onlardaki şiiriyetten feragat etmek, bunların bir sanat eseri olduğunu baştan reddetmek demektir. Dolayısıyla olması gereken, şiirleri orijinal dilinden okumaktır elbette. Ama gelin görün ki Türkçe, belki başka hiçbir dilin başına gelmeyen bir –ne demekse- “özleştirme” ameliyesine tâbi tutuldu ve bugünkü kuşaklar yüz yıl önce yazılmış metinleri anlamıyorlar. Ben de Akif’in şiirlerinin sadeleştirilerek yayınlanmasına katkıda bulunanlardan biriyim maalesef. Çünkü bu tür yayınların da bir ihtiyaç olduğu kabul ediliyor ve bu ihtiyaca da ister istemez cevap vermek gerekiyor. Siz yapmazsanız bu defa birileri yalan yanlış yapıyor. Yine de bu tür yayınların orijinal metinleri okumak için sadece bir basamak olabileceğini düşünüyorum. Akif’in ve daha birçok şairimizin, romancımızın, hikâyecimizin eser verdiği dili yeni nesillerin anlamasını sağlayacak bir eğitim müfredatına şiddetle ihtiyacımız var. Ancak o sayede söz sanatlarımızda devamlılığın ve yeni imkânların yolunu açabiliriz. Hayal gibi görünüyor biliyorum ama “Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”

-Akif’in şiiri üzerine yayınlamış olduğunuz “Mehmet Akif’in Şiir Dünyası” kitabınızda şiir anlayışı ve şiirleri üzerinde dururken, onun şiir işçiliğine önem verdiğini, Divan şiirini gerçekçi bulmadığını söylüyorsunuz. Akif’in şiir anlayışında dönemin ruhu mu etkili olmuştur yoksa onun kişiliği mi?

-Elbette Mehmet Akif de içinde bulunduğu dönemin ruhunu taşır. Onu Tanzimat’la başlayan yenileşme dönemi Türk şiirinin içinde değerlendirmemiz gerekir. Tanzimat nesli, bu neslin edebiyattaki ilk temsilcileri Divan şiirini reddederek işe başlamışlardır. Edebiyatı ve o dönemde hâlâ en etkili edebî tür olan şiiri, “Tanzimat” olarak adlandırılan yeni toplum projesini tabana yaymak ve kabul ettirmek için bir araç olarak kullanmak istemişlerdir. Divan şiiri ne diliyle ne de imajlar dünyasıyla bu iş için elverişli değildi. Bu yüzden önce onunla mücadele etme gereğini duymuşlardır. Bu neslin edebiyattaki en güçlü temsilcisi Namık Kemal, Divan şiirinin bütünüyle “ahlak” ve “edep” bakımından zararlı olduğu kanısındadır. Bu düşünceleriyle hem çağdaşlarını hem de sonraki nesilleri etkilemiştir. Mehmet Akif de bu görüşlerin etkisindedir. İkici Meşrutiyet döneminde Namık Kemal’in şiir ve edebiyat konusundaki düşüncelerini en fazla benimseyen şairimizin Mehmet Akif olduğunu söyleyebiliriz. O bu bakımdan –aynı dönemde eser verdiği hâlde- Servet-i Fünunculardan ayrılmıştır. Bu noktada onun kişiliğinin ve dünya görüşünün de onu Servet-i Fünunculardan uzaklaştırdığını söyleyebiliriz. Ancak bu hüküm düşünce yönünden geçerlidir, şiir tekniği bakımından Mehmet Akif’in şiiri Servet-i Fünuncuların şiirine yakındır. Nazım tekniği bakımından Tevfik Fikret ve Ali Ekrem gibi Servet-i Fünun şairleri ile Mehmet Akif’in şiiri arasında büyük bir fark yoktur. Şiir işçiliğine gelince, evet Mehmet Akif şiirin büyük ölçüde bir “zenaat” olduğu fikrindedir. Şiirlerini her mısra üzerinde titizlikle çalışarak üreten bir şairdir. Bu sebepledir ki yayınladıktan sonra da şiirlerini bırakmamış, üzerinde düşünmeye ve içine sinmeyen yerlerini değiştirmeye devam etmiştir. Şiirlerinin dergide yayınlanan ilk hâli ile kitap baskıları ve kitaplarının sonraki baskıları karşılaştırıldığında bu değişiklikler görülebilir. Dikkat edildiğinde bu değişikliklerin çoğunun fikrî değil, edebî-estetik kaygılarla yapılmış olduğu görülür. Bu da onun şiirde şekil ve üslup mükemmelliğine büyük önem verdiğini gösterir. Şiirde ilhamın yerinin çok az olduğunu, şiirin çalışılarak elde edilen bir verim olduğunu kendisi de bazı yazılarında ifade etmiştir.

-Akif’in şiirlerinin Tevfik Fikret’in şiirleriyle karşılaştırmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Akif’in şiirlerini Fikret’in şiirleriyle karşılaştırmak yanlış değildir. Rahmetli Orhan Okay hocamız, ideolojik mülahazaların dışında bu karşılaştırmayı yapmış ve her iki şairin şiirleri arasında şekil ve üslup özelliklerinin yanı sıra tema bakımından da benzerlikler olduğunu ortaya koymuştur. Şekil ve üslup özellikleri ve nazım tekniği bakımından Akif’in şiiri –yukarıda belirttiğim gibi- Servet-i Fünun şiiri çizgisindedir. Nitekim Yahya Kemal, “Vezinler” başlıklı yazısında Mehmet Akif’i Fikret’in “felsefede muarızı, sanatta muakkibi” olarak gördüğünü belirtmiştir. Bu bence de doğru bir tespittir. Bu Akif’in şiirinin değerini küçümseyen bir tespit değildir, tam tersine sanatta devamlılık, kendisinden önceki halkaya bağlanmak sanatçının değerini arttırır. Ancak Fikret ve Akif arasındaki karşılaştırmayı dünya görüşü veya ideoloji bakımından yaparsak elbette her ikisinin birbirinden çok farklı yerlerde durduklarını görürüz. Yine de bu karşılaştırmayı fikir münakaşasının bizde ne yazık ki ihmal edilen ölçü ve düzeyiyle yapmalıyız. Buradan bir kavga çıkarmanın veya kendi kavgalarımıza cephane devşirmenin anlamı yoktur.

-Akif’in şiirlerine şekil ve muhteva açısından baktığınızda döneminin edebiyat dünyasındaki yerini nasıl görüyorsunuz?

-Yukarıda belirttiğim gibi Akif de döneminin edebiyat cereyanlarının içinde ve onların etkisinde kalem oynatmış bir şairdir. Hem bizim şiir geleneğimizi bilir ve hem de Tanzimat’la başlayan yenileşme çabalarının yanındadır. İlk gençliğinden itibaren önce Divan şiiri tarzında yazarak, sonra Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Muallim Naci, Recaizade Ekrem gibi şairleri taklit ederek kendisini yetiştirmiş, sağlam bir nazım tekniğine ulaşmış, kendi şiir üslubunu kurmuştur. Bu ilk şiirlerle aruzun ortaya çıkardığı güçlükleri aşmayı da başarmıştır. Öyle ki Türk şiirinde aruz veznini neredeyse hiç kusursuz kullanan ilk şairin Mehmet Akif olduğu edebiyat tarihçisi ve eleştiricilerin ortak kabulüdür. Aruz yüzyıllar boyunca kullanılmış olmasına rağmen –esasında Türkçeye çok uygun bir vezin olmadığı için- şairlerimizin en çok şikâyet ettiği bir alettir. Tanpınar’ın belirttiği gibi Türkçe, aruza, mesela Fransızcadan daha az elverişli bir dildir. Çünkü Türkçe kelimelerde kısa heceler ağırlıklı olduğu hâlde aruz vezninde uzun hecelerin oranı daha fazladır. Bunun doğurduğu güçlük ancak 19. yüzyılda ve Servet-i Fünun şairleri tarafından aşılabilmiştir. Ne var ki Servet-i Fünun şairlerinin şiirlerinde bile birtakım vezin kusurları bulunabilirken Akif’in şiirleri bu bakımdan kusursuzdur. Dolayısıyla Türk şiirinin aruz vezniyle uyumuna en büyük katkıyı yapan şairlerden biri Mehmet Akif’tir. Ancak devam eden süreçte hece aruz münakaşalarından hece galip çıkmış, Türk şiiri aruzu hemen tamamen terk etmiştir. Çok geçmeden hece de yerini büyük ölçüde serbest şiire bırakacaktır. Mısır’da bulunduğu yıllarda Akif bu süreci izlemiş, heceyle de çok güzel şiirler yazıldığını kabul etmiş fakat kendisi aruzu bırakmamıştır. Mehmet Akif şiirde şekle ve şekil-muhteva ilişkisine önem veren bir şairdir. Özellikle ilk Safahat’taki birçok şiirinde farklı nazım şekillerini aynı şiirde bir arada kullanması, yine aynı şiir içinde muhtevaya bağlı olarak vezni değiştirmesi onun şekil ile muhteva arasında bir uyum bulunması gereğine inandığını gösteriyor. Bu esasında Servet-i Fünuncuların anlayışıydı ve Akif de bu bakımdan Servet-i Fünun anlayışına bağlıdır.

-“Âkif’in hayatının şiirinden daha büyük olması” şiirinin gölgede kalmasına neden olmuştur diyebilir miyiz?

-Bu kısmen doğru. Ama şiirinin gölgede kalması, onunla aynı veya yakın dönemlerde yaşamış hangi şairimiz için geçerli değil ki! Biz Türkçeyi kaybettik, onunla birlikte şairlerimizi ve şiirlerimizi de kaybettik. Namık Kemal’i mi, Abdülhak Hamit’i mi, Tevfik Fikret’i mi bugünkü nesiller, örneğin bir Fransız’ın Baudelaire’i okuduğu gibi okuyabiliyor? Mehmet Akif yine de çağdaşları içerisinde bu bakımdan talihlidir; bugün en fazla okunan şairlerimizden biridir. Bu da onun şiirinin büyük ölçüde günlük konuşma diline yakın olmasıyla ilgilidir. Sokağın dilini şiire en iyi yansıtan şairimiz Mehmet Akif’tir. Bunun Orhan Veli ile başladığı yönünde genel bir kabul vardır, ama bu doğru değildir, bu konuda Mehmet Akif’in öncülüğünü görmek gerekir. Mehmet Akif’in hayatının zaman zaman şiirinin önüne geçtiği doğru, ama önünde sonunda bir şekilde Akif’le münasebet kuran okurların –en azından bir kısmının- onun şiir dünyasına da girmeleri kaçınılmazdır. Bizim yazar ve şairlerimizin talihsizliği –Cemil Meriç’in belirttiği gibi- bir “ba’sü ba’de’l-mevt” imkânına sahip olamamalarıdır. Bunun sebebi de Türkçenin kendi tabiî seyrinde gelişmeyip dışarıdan müdahalelerle değiştirilmiş olmasıdır. Bu hatadan geri dönebilir ve mümkün olabildiği kadar bugünle dün arasındaki bağlantıları kurabilirsek şairlerimiz de şiirleriyle belki yeniden hayat bulacaklardır.

-Safahat yayınlandığında büyük bir ilgi görmüş, hakkında kitap hacminde yazılar kaleme alınmıştır. Bu yazılara baktığımızda bir kısmı onun şiirinin büyüklüğünü dile getirirken bir kısmı da eleştirmiştir. Akif’ini şiirlerini çalışmış biri olarak birbirine zıt bu iki yorum hakkında neler söylersiniz?

-O yazılara bakıldığında bir kısmının objektif ve şiir sanatının ilkeleri doğrultusunda kaleme alındığını görürüz. Akif’in fikriyatına ve dünya görüşüne mesafeli olan bazı kalemlerin eleştirilerinde de bu objektif tutumu görebiliriz. Bir kısmının ise Servet-i Fünun şiir anlayışını mutlaklaştırdığı ve Akif’in şiirlerini de bu açıdan değerlendirerek eleştirdiği görülür. Bu şiirlerin çok fazla günlük hayatla ilgili olması ve gündelik hayatın dilini kullanması başlangıçta yadırganmıştır. Yine de özellikle ilk kitabın yayınının ardından kaleme alınan birçok yazı, Akif’in şiiri üzerinden, o dönemde şiirden beklentinin ne olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Mehmet Akif de bu eleştirileri dikkate almış ve bunlardan yararlanmıştır. Sonradan bazı şiirlerinde yaptığı değişikliklerden bunu anlayabiliyoruz. Ardından birbiri peşi sıra yayınladığı şiir kitaplarıyla Mehmet Akif hem kendisini geliştirmiş hem de kendi şiir tarzının benimsenmesini sağlamıştır. Nihayetinde Cenap Şahabettin gibi bir Servet-i Fünun şairinin Akif’i sadece asrımızın değil bütün tarihimizin en büyük destan şairi olarak selamlaması, Asım’ı bir “belagat kasırgası” olarak nitelemesi üzerinde dikkatle durmak ve düşünmek gerekir. Yine o, Mehmet Akif’in şiirinde “sanat”ın çok gizli olduğunu ve bu sanata ulaşmak için bir donanım ve çaba gerektiğini söyler ki çok doğru bir tespittir. Servet-i Fünun’un, şiirde estetik güzelliği en fazla önemseyen bir şairinin verdiği bu hükümler, sonuçta Akif’in bu eleştiri sınavından başarıyla geçtiğini göstermektedir.

-Toplumcu gerçekçi bir şair olarak Âkif şiirini belli bir poetika çerçevesinde kaleme almıştır. Âkif’in şiir poetikası hakkında neler söylersiniz?

-Akif, Tanzimat’la başlayan yeni Türk şiirine bağlıdır. Dolayısıyla onun şiir poetikasını bu çizgi içerisinde aramak gerekir. Bunun içinde –o kadar aleyhinde olsalar da- Divan şiiri de var, Arap-Fars şiiri de var, Fransız şiiri de var. Ama bu şiirin gerek şekil ve gerek işlenen konular bakımından daha çok Batı, daha doğrusu Fransız şiiri etkisinde olduğu, hâkim çizginin bu olduğu bir gerçektir. Bu bakımdan Ahmet Haşim ve Yahya Kemal ne kadar Batı şiiri çizgisinde ise Akif de o kadar o çizgiye mensuptur. Akif’in, çağdaşları arasında Fransızcayı en iyi bilen aydınlardan biri olduğunu unutmayalım. Çok beğendiği ve sürekli okuduğu, etkisinde kaldığı Fransız şairler var. Şiir poetikasını oluştururken bütün bunlardan etkilenmiştir.

-Âkif, fikri için sanatını kurban etmiş diyenlere katılıyor musunuz?

-Bu fikre kesinlikle katılmıyorum. Hiçbir şairin yazdığı bütün şiirler aynı düzeyde olmaz. Ahmet Haşim gibi çok az yazan şairlerin bile “yazmasa da olurdu” diyebileceğimiz şiirleri, mısraları vardır. Dolayısıyla elbette Akif’in şiirlerinin içinde de bir fikri günlük konuşma diliyle anlatan, “şiir” seviyesine çıkamayan “manzumeler” vardır, ama yine onun şiirleri içerisinde lirizmin en yüksek noktalarını yoklayan, hâlâ okurken bizi sarsan, tüylerimizin ürpermesine yol açan şiirler, parçalar, mısralar da vardır. Akif’in şiirleri sadece ifade ettiği fikirler bakımından önemli olsaydı, şiirleriyle aynı dönemde kaleme aldığı ve benzer fikirleri dile getirdiği makalelerinin, “mevize”lerinin de şiirleri kadar biliniyor ve okunuyor olması gerekirdi. Oysa bu yazıların çoğu bugün bilinmiyor, ama şiirleri sürekli yeniden basılmaya ve okunmaya devam ediyor.

-İslamcılık düşüncesinin öncülerinden olan Akif’in yenilikçi modernist bir anlayışa sahip olduğu bilinmektedir. Kitabınızda son şiirlerini “tasavvufi şiirler” başlığı altında değerlendirmişsiniz. Akif’in şiirlerindeki tasavvufi bir boyut var mıdır?

-Bence yoktur. O hâlde niye bazı şiirlerini kitapta “tasavvufi şiirler” başlığı altında değerlendirdik? Son yıllarında yazdığı birkaç şiirde tasavvufi terminolojiyi veya mazmunlar dünyasını kullanmıştı ve bu şiirleri tasnif içinde bir yere koymak gerekiyordu. Bu zaruretle bu başlığı kullandık. Kitapta bunun gerekçeleri de açıklanmıştır. Belki de daha uygun bir adlandırma bulmalıydık, bilemiyorum. Akif’in tasavvufa mesafeli olduğu bir gerçektir. Sebebi de açıktır; o, uygulanan şekliyle tasavvufun İslam dünyasını uyuşukluğa, tembelliğe sevk ettiğini ve “muasır medeniyet”in dışında kalmasına yol açtığını düşünmektedir. “Sürdüler Türk’e tasavvuf diye olgun şırayı / Muttasıl hakikat kusuyor şimdi Sıtkı dayı!” diyen bir şairin tasavvuf konusunda ne düşündüğünü anlamak zor olmasa gerek. Bunu altıncı kitabı olan Asım’da söylüyor. Yani ilk şiirlerinden birinde böyle söylemiş de sonra fikir değiştirmiş değil. Evet, bu fikir Köse İmam tarafından dile getiriliyor, ama yine Orhan Okay hocamızın isabetle belirttiği gibi Mehmet Akif hem Hocazade’dir hem de biraz Köse İmam’dır. Kaldı ki başka şiirlerinde de tasavvuf aleyhinde ifadeleri vardır. Son yıllarında yazdığı birkaç şiirdeki tasavvufi edaya bakarak onun bu konuda fikir değiştirdiğini sanmıyorum. Yakın aralıklarla yazılan ve birbirinin devamı sayılabilecek “Gece”, “Hicran” ve “Secde” şiirlerinde görülen tasavvuf dünyasına ait mazmunlar olsa olsa onun bu dili de çok iyi bildiğini gösterir. Bu noktada da Akif’in fikriyatı ile ilgili konuda yapılan yanlışa düşülüyor; herkesin kendi fikrine meşruiyet kazandırmak için Akif’ten dayanak bulmaya çalışması gibi, tasavvufa yakınlık duyan Akif severler de onu mutasavvıf yapmaya çalışıyorlar. Bu yaklaşımı doğru bulmuyorum. Elimizdeki metinler Akif’in tasavvufa yaklaşımının müspet olmadığını gösteriyor.