Ay Vakti 22 yaşını doldurdu

Kurulduğu günden bu yana farklı dallardan pek çok sanatçıyı okurlarla buluşturan Ay Vakti 22 yaşına girdi.

Edebiyat dünyasının köklü dergisi Ay Vakti 200. Sayısına ulaştı. Böylece 23 yılı geride bırakmış oldu. Dergi, kurulduğu gündem bugüne pek çok şair, fikir adamı ve yazara kucak açtı. Ay Vakti’nin kurucu Genel Yayın Yönetmeni Şeref Akbaba, derginin serüvenini anlattı ve gençlere çağrı yaptı.

Neden Ay Vakti ismini tercih ettiniz?

Hicret’i çağrıştırıyor. Peygamberimiz’in (S.A.V.) kutlu yürüyüşünü, o geceyi, benim de gece ile olan dostluğumuz bir nişanesidir. Sevimli bir isimdir. Dergiye ulaşan bir çok ismin bize yönelme sebebi de Ay Vakti’dir. Bir edebiyat mahfili içerisinde güzel bir isim.

23 yıl uzun bir süre. Bu kadar uzun olmasının gerekçeleri vardır. Bunu ileride bu alanın uzmanı olan kişiler inceler diye umuyorum. Bir sermaye dergisi olmadığımız için bir vakıf ya da resmi kuruluşa sırtımızı yaslamadığımız için kendi ayaklarımız üzerinde durmaya çalışıyoruz. Gidebildiğimiz kadar da durmaya devam edeceğiz. Ben kendi payıma sanatın özgür olmasından yanayım. Ay Vakti de öyle oldu, Elhamdülillah. İnşaAllah, devam ediyor.

Dergicilikte karar vermenizin sebebi nedir?

Bu dergiye 2000 Ekim ayında yayına başladık. 200. Sayı ile 23. yıla girdik. Dergiler bizim coğrafyamızın kimyasını yansıtır. Kitap yazarsınız bir düşünce etrafında bir şeyler şekillenir ama dergilerde sadece bulunduğunuz şehirdeki insanlar değil, Türkiye veya dünyada başka bir ülke farklı insanlara yer veriyorsunuz. Dolayısıyla ülkenin kimyasının bir bileşkesi olur dergiler. Oradan kültür ve sanat dünyasını görebilirsiniz.

Giderek büyüyen dijital dünyada dergilerin gidişatı sizce ne olur?

Üniversiteler var, formal eğitim yapıyorlar ama dergiler informel eğitim ocaklarıdır. Bu yönüyle herkesin söylediği acilen dijital aleme geçilmeli çağrıları, matbaa ve kağıtla uğraşmama söylemleri bende çok revaç bulmuyor. Sanal alem olsun, ama nitelik açısından çıtayı daha yükseltmek için bu toprağım kimyası iki kapak arasına getirilmedir. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz, İnşaAllah başarılı olmuşuzdur.

Aynı zamanda bir iletişimcisiniz. Kağıt medyadan dijital medyaya geçiş süreci hakkında ne düşünüyorsunuz?

Dünya yeni şeyler deniyor. Bize de lanse etmeye çalışıyorlar. Yapar et, yapay zeka, çip gibi… Bunlar insan fıtratıyla çelişiyor mu buna bakmak lazım. Konunun ehilleri bununla ilgili bir şeyler söylerler. Ehil derken olaya fıtrat ve inanç çerçevesinden bakanlardan bahsediyorum.

Sanal alem matbuatı destekleyemez, yakın zamanda gazetelerin kağıt olarak çıkmayacağı söyleniyor. Zaten çoğu kağıt baskıyı bitirdi. Sanal alemde düşünce alanında da işler yapılıyor. Kültür sanat ve sözlükler gibi… Bunların hepsi hizmettir ve olması gerekir. Peygamberimiz’in (S.A.V.) hadis-i şerifi var ‘Düşmanın silahıyla silahlanın’ diye. Önümüzde böyle bir imkan var bunu kullanalım ama matbuat devam etmeli. Daha önce de söylediğim gibi dergiler niteliği yükselterek baskı sayısına bakmadan varlığını sürdürmeli.

Görsel unsurları arttırmak niteliği arttırır mı?

Edebiyat sözdür, düşünce sözdür. Tabi ki özellikle gençlere ulaşmak için görsellik de önemli. Görselliği de arttırarak, insanların sadece gönlüne değil gözüne de hitap ederek bir değişimden geçmek gerekiyor.

Dünya, blok zincir kavramıyla birlikte sanat eserlerinin artık NFT (Nitelikli Fikri Tapu) olarak sunulmasını konuşuyor. Şiir ve edebiyatın bu yeni teknolojide gelişimi sizce nasıl olur?

Bunları hepsi araçtır, amaç değildir. NFT de sosyal medya da araçtır. Sonuçta şiir şairin ikliminden beslenir. Dün hattatlar yazıyordu, sonra gazete radyo televizyon derken internet vasıtalar gelişerek geldi. Söz ise insan üretimidir. Bu tür gelişmeler daha çok insan yazdıklarını paylaşmasına imkan sağladığı için güzeldir ama nitelikli eserleri şu an bu alanlarda görmek zor.

Eğitimde ve sanatta batılı isimler ya da akımlar üzerinden gidiliyor. Halbuki biz kadim bir medeniyete sahibiz. Bu iki alanda kendi köklerimize eğilsek nasıl olur?

Bizim köklerimiz vahye dayalıdır. Yani biz vahiy kültüründen gelen vahiyden beslenen bir medeniyetiz. Kuran-ı Kerim var, Peygamberimiz’in (S.A.V.) hadisleri var, sonra da o vahyin yansıması var. Ona kültür diyoruz biz. Hem akıl hem bilim hem de inanç var. Diğer tarafta inancı bir tarafa bıraktığınız zaman bugünkü seküler dünya da bunun mücadelesini veriyor. Son günlerdeki tartışmalarda fıtrat ve kaderi çöpe atın. Biz akılla bu işleri çözeceğin mantalitesi var.

Batıyı da doğuyu da kullanmanın mahsuru yok ama kendimizi yok sayma gibi bir hünerimiz var. Burada kadim bir kültür var, gerek mimaride gerek edebiyatta gerek sosyal hayatta ürettikleri var. Yok saymak bazı çevrelerin adeta zaten. Biz hiçbir şey yapmamışız gibi bütün göstergeleri bir tarafa çeviriyoruz. Oradan itibaren genç kuşaklara işaret olsun diye batılı düşünürleri örnek gösteriyoruz. 90’lı yıllarda bir kişisel gelişim yaşadı bu toplum. Ne kadar malumat varsa tercüme ettiler. Şuraya Peygamber’in (S.A.V.) dört hadisini koy, Kuran-ı Kerim’in yanında. Bunların hepsini insan profiline giydirebilirsiniz. Kişisel de toplumsal da gelişimi sağlar. Ama bunu görmüyoruz, din merkezli olduğu için. Bu hep olacak. Biz buna hak ve batıl mücadelesi diyoruz. Aslında farkında olmadan herkes bu iki saftan birinde yer alıyor. Biz değer üreten bir medeniyetin mensuplarıyız. Bugün de bugünün kazanımlarıyla üreten düşünürlerimiz, akademisyenlerimiz, şairlerimiz var. Ümitsizlik yok, ümitvar olacağız. Ay Vakti de bu minval üzere kapısını aralayan, gençlerin çalışmalarına yer veren bir dergidir.

Biraz da sizin şiirlerinizden bahsetmek istiyorum. Şiirlerinizde doğaya genişçe bir yer veriyorsunuz.

İnsanlara Allah’ın yarattığı tabiatla iç içe olmasını tavsiye ediyorum. İlla deniz diyerek kirli denizlere takılıp kalmasınlar. Rüzgar da yağmur da dağlar da gece de çok geniş. 5 milyar insana da 50 milyar insana da yeter. Nedense bunları pas geçiyoruz. Uzağız, ama tabiatta olmak lazım. Statik değil dinamik bir hayat içerisinde doğada olmak lazım. Orada soluklanabilir, tefekkür edebiliriz.

Kehribar şiiriniz var bir de. Erzurumlu olmanız şiirlerinize yansımış sanırım..

Bizde Oltu taşına kehribar denir. Oltu taşından hareketle o şiiri yazdım. Çok fazla şiir hakkında konuşmuyorum, çünkü şair şiiri yazdıktan sonra o artık toplumun olur. Herkes kendi zihnindeki kehribarı kurgulasın, benimki bana kalsın.

Ben de köy çocuğuyum, sırtımızı Palandöken’e yaslamışız, Erzurumluyuz. Erdem Beyazıt öyle demişti, Allah rahmet eylesin. Palandöken’e çıktık birlikte, 5-6 şair arkadaş daha vardı. Beraber inerken ‘Abi burası serhat şehri. Doğunun Paris’i diyorlar. Güzeldir Erzurum’da kış ayı’ dedim. ‘Tabi ki serhat şehri olur. Sırtını Palandöken’e o yaslamış ben yaslamamışım’ dedi. O söz bana şehri daha çok sevdirdi. Karla büyüdük, doğa ile büyüdük. Gurbetçi bir ailenin çocuğuyuz. Şiirlerimiz onları bir yansıması, normaldir.

Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Her çalışmanın kendine ait bir alanı var. Her dergi de kendi alanını doldurur. Üretim merkezleridir ve gençlerin yetişmesine sebep olurlar. Edebiyat yol açar. Doğru düşünmek ve kendini doğru ifade etmek için insanlara buralarda üretilenleri okumalarını tavsiye ediyoruz. Kabiliyetleri varsa buralara katılmalarını tavsiye ediyoruz. Ay Vakti bugün olur yarın olmaz ama bu gelenek bir şekilde devam eder diye düşünüyorum.

Ay Vakti’nin kapısı gençlere açık yani…

Elbette. Gençlerle başladık, onlarla devam ediyoruz. Bir 23 yıllık bir dergiyiz ama genç bir dergiyiz. İlk başladığımız gün etrafımızda gençler varsa şimdi de liseli, üniversiteli gençler var.

Dergimiz sadece şiir üzerine değil. Düşünce kültür sanat edebiyat. Şiir sadece bir tarafı. Sanat sadece şiir değil. Deneme yazan var hikaye yazan var inceleme yazan var. Bu yüzden düşünce kültür ve edebiyat dergisi diyoruz. Bir de bunlar bugün okundu yarın bırakmıyorsunuz. İlk sayısı son sayısından çok daha fazla aranan eserlerdir.