''BEN İKİ KURBANLIK BABANIN OĞLUYUM''

Aradan yüzyıllar geçmiş, şimdi İbrahim''in rolünü dede Abdulmuttalib, oğul İsmail''in rolünü ise baba Abdullah oynamak üzere sahnede yerlerini almışlardı. Oğullar arasında kur''a çekilir. Kurban en küçük oğul Abdullah''tır. Baba-oğul yüzyıllar öncesinde ataları Hz. İbrahim ile Hz. İsmail''in rolünü oynamak üzeredirler. Fakat yine ötelerden gelen bir Rahmet, İsmail''i kurtardığı gibi, Abdullah''ı da kurtaracaktır

Mekke'de aşkın ve mücadelenin mekanı Mina. Mina; Hac menasiki içerisinde bulunan remy-i cimar yani şeytan taşlama amelinin yapıldığı yer. Mekke'nin 8 kilometre doğusunda, Mekke ile Müzdelife arasında. Haccın tüm amelleri içerisinde, Hz. İbrahim ve ailesinin izleri gördüğü gibi, şeytan taşlama işinde de bu kutlu ailenin izleri görülüyor.

Rahman'ın misafirleri; 'Bismillah Allahu Ekber rağmen li'ş-şeytani ve hizbih; Allah'ın adı ile tüm şeytan ve yandaşlarına karşı savaşım olsun' diye taşlarını atıp, Kabe'ye doğru yürürken, Efendimiz'in: 'Ben iki kurbanlık babanın oğluyum' sözü tekraren hatırlanıyor. Allah Resulü'nün iki babadan kastı; biri Mina hatırasının sahibi Hz. İsmail, diğeri ise öz babası Abdullah'tır.

Hepimizin çok iyi bildiği bu iki kurban kıssasını, sözün sultanı olan Efendimiz, çok özlü bir ifade ile aslında peygamberler silsilesinin öyle rasgele bir olay ile seçilmediklerini, o yüce silsilenin ısmarlama insanlar olduğunu bizlere beyan ediyor.

Büyük imtihanın başlangıcı

Hz. İbrahim'in Harran'da başlayan hayat serüveni, orada ateşe atılma gibi büyük bir imtihan ile devam ediyor, sonrasında genç hanımı Sare ile Mısır topraklarına geliyorlardı. Burada Mısır'ın o günkü Firavun'u karşısındaki teslimiyetleri Hacer isimli bir cariyenin kendilerine hediye edilmelerini sağlıyor ve Mısır'a iki kişi olarak gelen bu kutlu aile, üç kişi olarak Filistin topraklarına gidiyorlardı. Bir müddet sonra, Hz. İbrahim, karısı Sare'nin ısrarlarıyla, Hacer ile evleniyor ve ondan İsmail adında nu00fbrtopu gibi bir erkek çocuğu oluyordu. Şimdi daha büyük bir imtihanın başlangıcı olarak Hz. İbrahim toprağında bir tek ot bitmeyen bu vadiye getirip genç hanımı ile kundaktaki bebeğini bırakıyordu.

Hicretin nazlı gelini

Hicretin nazlı gelini Hacer, büyük bir teslimiyet gösteriyor ve melekleri hayran bırakan bu teslimiyet, zemzem gibi mucizevu00ee bir rahmet ile ödüllendiriliyordu.

Zemzem'in ortaya çıkışı bölgeye bir canlılık katıyor, Yemen'den gelen Cürhümilerin orada yerleşmesini sağlıyordu. Bu dönem içerisinde birkaç kez ailesini görmeye gelip giden Hz. İbrahim, Allah'tan aldığı emir ile yeryüzünün ilk mabedi olan Kabe'yi ihya etmek için kolları sıvıyor, oğlu İsmail ile birlikte Hz. Nuh'tan beri kayıp olan temelleri gün yüzüne çıkarıyordu.

Ateşten daha büyük imtihan

Beyt'in ihyasının sonrasında Hz. İbrahim'i ateşten daha büyük bir imtihan bekliyordu. O şimdi yıllardır evlat hasreti ile yanıp tutuşan yüreğini tam teskin etmişti ki, Allah'ın emrini yerine getirme adına Mina'da keskin bıçağı, oğlu İsmail'in naif boğazına dayayacaktı. Yaşlı baba elinde bıçak, önünde ana Hacer'den süt yerine teslimiyet emmiş bir oğul olan Hz. İsmail'in boğazını kesmeye çalışıyor; ama bıçak bir türlü kesmiyordu. Gözleri bağlı olan İsmail, babasının şefkatten dolayı kesmediğini zan ederek; 'Kes Baba! Sen Allah'ın emrine karşı mı geleceksin?' diyordu.

İbrahim, o rahmetin babası, yüreğine taş bağlayarak büyük bir teslimiyet ile kesmeye çalışıyordu, ama bıçak aldığı bir emir gereği kesmez olmuştu. Nuh'un gemisini sahili selamete ulaştıran, Musa'nın asası ile Kızıldeniz'i ikiye ayıran, balığın karnını Yunus'a güvenli bir mekan kılan, ateşi İbrahim'e serin ve selamet yapan güç, şimdi de keskin bıçağa 'kesmeyeceksin', diyordu. Bıçak da kesmiyordu. Ve baba-oğul teslimiyetlerinin karşılığını kazanıyorlardı.

Abdulmuttalib'in duasıu2026

Aradan yüzyıllar geçmiş, şimdi İbrahim'in rolünü dede Abdulmuttalib, oğul İsmail'in rolünü ise baba Abdullah oynamak üzere sahnede yerlerini almışlardı. Dede Abdulmuttalib Cürhümilerden beri kayıp olan 'zemzem'i ilahi bir işaret ile aramaya koyulmuş, zemzemden önce büyük bir hazine bulmuş, Mekkeliler ise bu hazinede hak iddia etmişlerdi. Dede Abdulmuttalib bu hazinenin Kabe'nin hakkı olduğunu söyleyince aralarında büyük bir tartışma yaşanmış, işin sonunda bazıları; 'Ey Abdulmuttalib! Sen şimdi bize 12u201315 yaşlarında bir tek oğlun olan Haris'le mi karşı geleceksin?' demişlerdi. Bu söz öyle bir dokunmuştuki Abdulmuttalib'e, orada ellerini semaya kaldırmış, İbrahim, Hanne ve Zekeriya gibi, yakarmış ve şöyle demişti: 'Allah'ım, görüyorsun bu kara yüzlü adamları. Ne olur bana 10 erkek evlad versen de, Senin evini bunlara karşı savunsam. Eğer bana 10 erkek evlat verirsen, birini Senin yolunda kurban edeceğim.'

Yeni kurban Abdullahu2026

Allah bu duaya icabet eder, Abdulmuttalib hem zemzemi bulur, hem 10 erkek evladın sahibi olur. Şimdi ise adağın yerine getirilme zamanıdır. Oğullar arasında kur'a çekilir. Kurban en küçük oğul Abdullah'tır. Baba-oğul yüzyıllar öncesinde ataları Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'in rolünü oynamak üzeredirler. Ama yine ötelerden gelen bir Rahmet, İsmail'i kurtardığı gibi, Abdullah'ı da kurtaracaktır. Çünkü İsmail yaşamalıydı, onun soyundan gelecekti Abdullah, o da yaşamalıydı, çünkü onun soyundan gelecekti u00c2lemlerin Sultanı olan Efendimiz.

Kurbanlık babaların çocuğu olan Peygamber Efendimiz, adeta bize bu kıssalarla kurbanın arkasında duran asıl ruhu hayatı ile öğretircesine; 'Kurban teslimiyettir' diye haykırmaktadır. İbrahim'in kurbanı İsmail, Abdulmuttalib'in kurbanı Abdullah'tı.

Sizce bizlerin kesecekleri kurbanlar yok mu? Kesilen her koyun, koç ve sığır birer semboldür. Asıl kurban edilmesi gereken yüreklerdeki İsmaillerdir.

(Adım Adım Hac ve Umre, Beşir Kitabevi)

***

HZ. u00c2MİNE BİNTİ VEHB

HAZRETİ Peygamber'in annesi. Babası Vehb b. Abdimenaf, annesi de Berra binti Abduluzza'dır. Ne zaman doğduğu bilinmeyen u00c2mine(r.a)'nin 577 yılında hayata gözlerini yumduğu tahmin edilmektedir.

Kureyş kabu00eelesi içinde ileri gelen bir kola mensup olan u00c2mine binti Vehb, güzel konuşan ve zekasıyla tanınan bir kadındı. Haşimoğulları reisi olan Abdulmuttalib, u00c2mine'yi oğlu Abdullah'a istedi ve onunla evlendirildi. u00c2mine ile Abdullah'ın bu güzel evliliğinden Hz. Muhammed (sav) dünyaya geldi. Abdullah, u00c2mine hamile iken Suriye'ye yaptığı bir seferi sırasında Yesrib (Medine)'te vefat etti. Böylelikle Hz. Peygamber dünyaya yetim olarak geldi. u00c2mine gebelik ve doğum sırasında hiç bir ağrı ve sızı çekmediğini anlatmıştır. Resulullah (sav), kendi doğumu hakkında şöyle buyurmuştur: 'Ben atam İbrahim'in duası, İsa'nın müjdesi ve annemin gördüğü rüyayım. Annem rüyasında içinden çıkan bir aydınlığın Şam diyarı saraylarını aydınlattığını belirtmişti. Peygamber anneleri hep böyle rüyalar görürler. '(Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 127, 128).

u00c2mine daha sonra, Hz. Peygamber altı yaşlarında iken, onu alıp dayılarının yanına Yesrib'e gitti ve eşi Abdullah'ın kabrini oğlu Muhammed (sav) ile birlikte ziyaret etti. Bu seyahatlerine, Abdullah'tan kalan tek miras, cariyeleri Ümmü Eymen de katıldı. Dayıları olan Neccaroğulları ile oğlunu tanıştırdıktan sonra Yesrib (Medine)'den ayrılan u00c2mine, Ebva denilen yere geldiğinde hastalanmış ve orada hayatını kaybetmişti. O sıralarda altı yaşında olan Resulullah, annesinin defninden sonra Ümmü Eymen ile birlikte Mekke'ye dönüp dedesi Abdulmuttalib'in yanında kalmıştı.

Bazı tarih kaynakları u00c2mine'nin bazı şiirler söylediğini naklederler. u00c2mine binti Vehb, İslam tarihinde, Asiye binti Müzahim, Meryem binti İmran ve Hadu00eece binti Huveylid ile birlikte anılmaktadır.

***

BİR AYET

'Onların etleri ve kanları asla Allah'a ulaşmaz. Fakat O'na sizin takvanız (Allah'a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele.'

(HAC, 37)

***

BİR HADİS

'Allah uğrunda birbirine muhabbet eden kimseler, O'nun gölgesinden başka gölge olmayan günde, O'unu Arş-ı Alasının gölgesindedirler. Kendilerine nu00fbrdan kürsüler kurulur. Onların Rableri ile olan meclislerine, Peygamberler, sıddıklar ve şehidler bie imrenirler.'

(Ramuz el-Hadis s, 233)