KARDEŞLİK SINIR TANIMAZ

HAZIRLAYAN:

SABRİ GÜLTEKİN

İslam sosyal dayanışma ve yardımlaşmaya büyük önem veren bir dindir. Son yıllarda milletimizde bu paylaşma ahlakı, sivil toplum kuruluşları eliyle "kardeşlik sınır tanımaz" ilkesinden hareketle bütün yeryüzünde uygulama alanı bulmuştur.

İslam, kendisini yalnızca insanın manevi kurtuluşuyla sınırlayan bir din değil aynı zamanda kişinin manevi kurtuluşunu dünyevi durum ile irtibatlandıran bir dindir. Bunun en güzel örneğini, inanç ve davranış biçimleriyle insanlığa yegane model oluşturan Hz. Peygamber (sav)'in hayatında görüyoruz. O'nun, Medine'ye hicretten sonra kurduğu ilk yapı cami, diğeri ise çarşıdır. Bunların biri İslam'ın ahiret boyutuna işaret ederken, diğeri ise, dünya boyutuna işaret etmektedir. Bu açıdan İslam önce insana, kendi ayakları üzerinde durmasını öğretir. İnsanı, çalışma ve üretime teşvik eder.

Her beş insandan birisi yoksul

İslam'a göre insanın görevleri olduğu kadar hakları da vardır. Hatta görevler haklardan önce gelir. Çünkü bir insanın hakkı, aslında diğer insanların üzerindeki görevidir. İnsanlar görevlerine özen göstermeyince haklar da korunamaz olur. Bu sebeple İslam toplumu, bir çeşit "mükellefler" toplumudur. Bu mükellefiyetlerin başında, toplumun zayıf ve yoksul bırakılmış kitlelerine karşı görevlerimiz gelir. Çağımızda pek çok insan yoksulluk içerisinde yaşıyor. Dünyada yoksulluk ve açlıkla mücadele eden sivil insani yardım teşkilatları olmasına rağmen çok ciddi anlamda gıda, sağlık ve diğer tabiu00ee ihtiyaçların karşılanmasında büyük mesafeler alındığı da söylenemez. Bugün dünyada her beş insandan birisi yoksuldur. Afrika'dan Latin Amerika ülkelerine, Filistin'den Sudan'a, Moğolistan'dan Arjantin'e, Afganistan'dan Suriye'ye varıncaya kadar milyonlarca insan, inanılmaz derecede açlık ve sefalet içinde yaşamaktadır.

İmkanlar yanlış kullanılıyor

Küreselleşme politikaları, yoksulluğu daha da artırmaktadır. Yoksulluk ve zenginlik eskiden de vardı. Durum, bugünkü kadar yoksulların aleyhine değildi. İnsanlığın, yoksulluk ve onun doğurduğu açlık problemini çözecek düzeyde zenginliği ve imkanları vardır. Burada ortaya çıkan asıl mesele, insana saygı, yardımlaşma ve dayanışma değerlerinin ortadan kalkmaya yüz tutması ve gelir dağılımındaki derin uçurumlar ve adaletsizliklerin var olmasıdır. Mesela, dünyada en varlıklı 225 kişinin toplam servetinin yüzde 4'ü ile bütün dünya nüfusunun asgari, gıda, su ve sağlık ihtiyaçları karşılanabilir. ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde bir yılda sadece parfümler için harcanan toplam para ile dünya nüfusunun gıda problemi önemli ölçüde çözülebilir. Dünyada silahlanmaya harcanan paranın sadece yüzde 1'i bile, açlık meselesini ortadan kaldırabilir. Bütün bu durumları göz önünde tuttuğumuz takdirde, İslam'da sosyal dayanışmaya verilen önemin değeri daha çok ortaya çıkmaktadır.

İslam'da bencilliğe yer yok

İslam'da sosyal dayanışmayı kolaylaştırıcı ve meşruiyetini sağlayıcı bir takım manevi etkenler vardır. Bunların başında "fütüvvet ahlakı" gelir. Fütüvvet, insanları, dünya ve ahirette kendi nefsine tercih etmek demektir. Bu husus Kur'an'da şöyle anlatılır: "Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile, yoksul kardeşlerini tercih edip onların ihtiyaçlarına koşarlar. Kim kendi nefsinin cimriliğinden korunursa kurtuluşa ermiştir" (Haşr, 9). Hz. Peygamber (sav) da hadislerinde sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı, imanla ilişkilendirir: "Sizden hiçbiriniz kendi nefsi için istediğini, din kardeşi için de istemediği müddetçe (kamil manada) iman etmiş olmaz" (Müslim, İman, 17).

İşte İslam'da bencilliği, egoizmi ve çıkarcılığı yere seren; karşılıklı sevgi, yardımlaşma ve dayanışma ru00fbh ve ülküsünü teşvik eden anlayışın arka planında böyle bir öğreti vardır. Adalet mekanizmasının doğru bir şekilde işletildiği toplumlarda buna bağlı olarak sosyal dayanışma güçlenecek, bu yardımlaşmanın tabii bir süreci olarak da sosyal güvenlik sağlanacaktır. Zira bilinmelidir ki, sevinçler paylaşa paylaşa artar, problemler ise, paylaşa paylaşa azalır.

Beden ve ruh açlığı felaket doğurur

Sonuç olarak söylemek gerekirse, İslam sosyal dayanışma ve yardımlaşmaya büyük önem veren bir dindir. Son yıllarda milletimizde bu paylaşma ahlakı, sivil toplum kuruluşları eliyle "kardeşlik sınır tanımaz" ilkesinden hareketle bütün bir yeryüzünde uygulama alanı bulmuştur. Şüphesiz bu iman hareketi ve i'sar ruhu, yeryüzünde adalet, kardeşlik, hakkaniyet ve barışın egemen olacağı yeni bir dünyanın kurulmasına büyük destek ve katkı verecektir. Unutmayalım ki, manevi fakirliği ortadan kaldırmanın yolu, maddi alanda ortaya çıkan problemleri çözmekten geçmektedir. Beden ve ruhun açlığı dengeli bir şekilde doyurulmayan toplumlarda daha başka problemler ve onarılması güç sıkıntılar ortaya çıkar. (Prof. Dr. Ramazan Altıntaş)

///

"Rabbinin rahmetini onlar mı bölüyorlar? Dünya hayatında insanların geçimlerini aralarında dağıtan biziz. Birini diğerine iş gördürmesi için kimini kiminden zengin kıldık. Rabbinin rahmeti onların topladıkları yığınlardan hayırlıdır."

(Zuhruf, 32)

///

"Herhangi bir Müslümanın diktiği ağaçtan yenen, çalınan ve eksilen şey, o ağacı diken için sadakadır."

(Riyazü's- Salihu00een, I, 168)

///

"Şunu iyi bilki safları yaran, her şeyi yenen aslanla savaşmak kolaydır; gerçek kahraman odurki önce kendi nefsini yener."

(Mevlana)

///

Hilal-i Ahmer (Kızılay) Cemiyeti

İslu00c2miyet'in ilk yıllarında ve daha sonraki harplerde ihtiyaç duyulduğu zaman kadınlar savaşa katılır, yaralıları tedavi ederlerdi. Nitekim Uhud Savaşı'nda Hazret-i Fatıma savaşta yaralanan Peygamber Efendimiz(sav)'in yaralarını bizzat sarıp tedavi etmişti. Sonraları kurulan İslam devletlerinde yardımlaşma ve harp yaralılarını tedavi, çeşitli şekillerde yapıldı.

"İnsanların en iyisi insanlara hizmet edendir" ve "Kalbinde merhameti olmayanın imanı kamil değildir" hadis-i şerifileri Müslümanların merhametli ve hayırsever olmalarını emretmektedir. Dinimizde zekat vermek farzdır. Sadaka ise durumu müsait olanların ihtiyaç sahiplerine yaptıkları yardımlardır. Osmanlı Devleti'nde vakıflar, aşhaneler insanlara hizmetin en güzel örnekleridir. Müslümanlar arasında İslamiyet'le başlayan, felaketzedelere, muhtaçlara ve yaralılara yardım, Avrupa'da 19. yüzyılda ve kısmen ortaya çıkmıştır. İnsanların isteyerek bu işe koşmamaları Avrupa'da yardım yapılabilecek idari teşkilatlar kurmayı mecbur etmiştir. Zira muhtaçlara, kazazedelere yardım elini uzatmak, bir inanç gereğidir. İnançlar zayıflayıp bu iş yapılmadığı zaman bir kuruluşa ihtiyaç duyulur.

Osmanlılarda, kurulduğu yıllardan beri belli bir sistem ve kural içinde muhtaçlara, kazazedelere, yaralılara yapılan yardım, 1877 yılında teşkilatlandırılıp bir cemiyet şekline geldi. 1877'de beyaz üzerine kırmızı hilal bayrak sembol kabul edilerek Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti kuruldu. 1923'te Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti, 1935'te Türkiye Kızılay Derneği adlarını aldı.

//