Sahabelerin bilinmeyen özellikleri

Zeyd bin Sabit''in Resulullah''ın emriyle 10 günde öğrendiği dil. Ve yine Resulullah''ın emriyle casusluk yapan sahabe. İşte sahabelerin bilinmeyen özelliklerinden bir kaçı...

İlim ve İrfan Dergisi'nden Hamza S. Toprak, Saadet Asrındanİlginç Portreler yazısında sahebelerin bilinmeyen özelliklerini tek tek kaleme aldı. İşte o yazı...

Sözlükte 'bir kişiyle birlikte bulunmak, onunla dost ve arkadaş olmak' anlamındaki sohbet kökünden türeyensahabe, sahip kelimesinin çoğuludur. Sahabe ile birlikte ashap da sıkça kullanılmaktadır. Bunun tekili, sahabidir. Yine sahabe, sohbet etmek, arkadaşlık etmek manalarına da gelir. Bir anlamı da sahiplenenler demektir. Sahabe, Peygamber Efendimizin tebliğini ve hayatını candan sahiplenmiştir. Onların hayatı Efendimizin sevgisiyle ve çevresinde şekillendiği için, günlük ibadetlerinden, savaş hukukuna kadar geniş bir alanda varlıklarını, hayatlarından çok farklı kareleri tespit edebiliyoruz.

Hayatın tüm alanlarında varlıklarını sürdüren sahabe efendilerimiz, bu yönleriyle de kendilerinden sonra gelenlere örneklik teşkil etmişlerdir.

Onların hayatına baktığımızda dini ve dünyayı birbirinden ayırmadıklarını, ibadet eder gibi çalıştıklarını, çalışır gibi de ibadet ettiklerini, dahası ibadet hayatı ve çalışma hayatı diye bir ayrım yapmadıklarını görüyoruz. Asr-ı saadeti incelediğimizde Resulullah Efendimizin İlahi desteğin yanında kul olarak her zaman tedbirlere başvurduğunu ve tüm hayatında plan ve programlar yaptığını da anlıyoruz.

Kaynakları taradığımızda çok ilginç ve bize sunulan sahabe portresinin yanında, bazı yeni manzaralarla da karşılaşabiliyoruz. Bu yazıda onların (Allah hepsinden razı olsun) hayatından farklı desenler, tablolar sunacağız:

Altı dil bilen sahabe

Zeyd bin Sabit (ra) hükümdarlara gönderilen mektupları yazar ve Resulullah'ın huzurunda konuşmaları cevaplardı. Efendimizin Farsça, Rumca, Kıptice ve Habeşçe tercümanıydı. Bu dilleriMedine'de, bu dilleri konuşan insanlardan öğrenmişti. Zeyd (ra), Farsçayı Kisra'nın elçisinden, Rumcayı Resulullah'ın hacibinden, Habeşçeyi O'nun erkek hizmetçisinden, Kıpticeyi de kadın hizmetçisinden öğrenmişti. Yine Resulullah'a Süryanice mektuplar geliyordu. Resulullah Zeyd bin Sabit'e (ra) Süryaniceyi öğrenmesini emretti, o da on küsür günde öğrendi.

Şiir ve mersiye söyleyenler

Hafız el-Azefi, Mevlid adlı eserinin sonunda Resulullah'ın vefatından sonra Efendimiz hakkında sahabenin söylediği birçok mersiyeye yer vermiştir. Bunlar, Hazret-i Ebubekir, Hazret-i Ömer, Hazret- Ali, Safiyye bint Abdülmuttalip (ra), Ebu Süfyan bin Haris (ra), Ka'b bin Malik (ra) gibi sahabelerdir.

Şiir konusunda şöyle çok enteresan bir hadise yaşanmıştır: Ebu Cervel el-Cüşemi (ra) şöyle demiştir: Resulullah bizi Hevazin gazvesinde esir alıp esirleri ayırmaya koyulduğunda yanına gelerek şöyle dedim: 'Bize bağışta bulunan kereminle ey Allah'ın Resulü/ Sen o kimsesin ki, senden umar ve bekleriz/ Bağışta bulun kaderin bağladığı aile ve aşirete/ Birliği parçalanmış hali vakti bozulmuş...'

Resulullah bu şiiri duyunca şöyle buyurdu: 'Bana ve Abdülmuttalipoğullarına ait ne varsa sizindir.' Bunun üzerine Kureyşliler, 'Bize ait ne varsa Allah ve Resulü'nündür.' Ensar ise, 'Bize ait ne varsa Allah Resulü'nündür.' dediler. Kendisinden bu şiirle şefaat istendiğinde Resululah'ın Hevazin kabilesine geri verdiği kadın-çocuk esirlerin sayısı altı bin, develerin yirmi dört bin, koyunları kırk bin idi.

Okuma-yazmaya verilen önem

Çocukların okuma yazma öğrenmeleri için okul açılmıştır. Ümmü Seleme (ra), okul (küttab) öğretmenine haber yollayarak kendisine çocuklar göndermesini istedi. Buhari, bir eserinde 'Çocuklara selam verme' bölümü açar ve şunu kaydeder: İbn Ömer (ra), okulda (küttab) çocuklara selam verirdi.

Kadının okuma yazma öğrenmesi ve öğretmesi hususunda şu örnek vardır: Allah Resulü, Şifa Ümmü Süleyman bin Ebu Hasme'ye (r.anha), 'Hafsa'ya yazı yazmayı öğrettiğin gibi nemle afsununu da öğret.' buyurdu.

Nureddin el-Heysemi Mecmau'z-Zevaid adlı eserinde, 'Kalemi ile hayır veya başka bir şeyi yazan kimse babı' başlığını vererek Ata'dan (ra) şöyle dediğini zikreder: 'Ben İbn Abbas'ın yanındaydım, bir adam ona gelerek şöyle dedi: Ey İbn Abbas, benim hakkımda ne dersin?' O, 'Senin hakkında ne diyebilirim?' deyince, adam, 'Ben kalemle çalışan, yazan biriyim.' dedi. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: Resulullah'ın şöyle dediğini duydum: 'Kalem sahibi kimse kıyamet günü ateşten kilitlerle kilitlenmiş ateşten bir sandık içinde getirilir. Eğer kalemini Allah rızası ve Allah'a itaat yolunda kullanmışsa sandıktan kurtulur, eğer Allah'a isyan yolunda kullanmışsa kalemi açan ve sivrilten, mürekkebi hazırlayan da dahil olmak üzere sandık yetmiş sonbahar onunla aşağı düşer.'

Tarih koyma ve takvim

Hicret-i Nebeviye esas alınarak tarih koymanın Ömer bin Hattab'ın halifeliği sırasında ortaya çıktığı bilinmektedir. Fakat Ebu Cafer (ra) şöyle nakleder: 'Resulullah Rebiülevvel ayında Medine'ye geldiğinde tarih konulmasını emretti.' Kalkaşandi şöyle der: Buna göre tarihin başlangıcı Hicret yılında olmuştur. Yine kaynaklarda şu bilgi vardır: Resulullah Necran Hristiyanlarına mektup yazdığında Hicret'e göre tarih koydu ve Hazret-i Ali'ye mektubun Hicret'in beşinci yılında yazıldığını yazmasını istedi.

Kağıt kullanımı ve bilimsel araştırmalar...

Yusuf bin Amr el-Mekki (ra) Miladi 707 yılı dolaylarında Hicaz'da pamuktan kağıt yapımını icat etti. Musa bin Nusayr (ra) da Mağrib memleketlerinde keten ve kenevirden kağıt yaptı. Her ne kadar bu sanatı Çinliler başlatmışlarsa da Müslümanlar onu geliştirmeye önem vermiştir. Kağıt yapımını Avrupalılar Müslümanlardan öğrenmişlerdir. Halit bin Yezit bin Muaviye (ra) şair bir hatip, özlü ve fasih konuşan bir kimseydi. O astronomi, tıp ve kimya kitaplarını tercüme eden ilk kimsedir. Onun hakkında, Halit bin Yezit bin Muaviye mütercim ve felsefecilere ihsanda bulunan, hikmet ehli ve her sanat erbabının reislerine yakınlık kuran, astronomi, tıp, kimya, savaş, adap ve sanatlarla ilgili kitapları tercüme eden ilk kimsedir, denilmiştir.

Resulullah'ın sırdaşı ve rüya yorumcusu

Huzeyfe bin Yeman (ra) Allah Resulü'nün sırdaşıdır. Onun bu şekilde adlandırılışı Nesai'nin Sünen'inde de geçmektedir. Bir gün Ebü'd-Derda (ra) ona şöyle der: 'İçinizde, kendisinden başkasının muttali olmadığı sırları bilen sırdaş yok mudur?' Allah Resulü'nün münafıklar konusundaki sırdaşı Huzeyfe (ra) idi. Münafıkları Huzeyfe'den başkası bilmezdi, onları kendisine Resulullah bildirmişti. Hazret-i Ömer ona, 'Valilerim arasında münafıklardan bir kimse var mı?' diye sorduğunda, 'Evet, bir tane var.' dedi. Hazret-i Ömer, 'O kimdir?' diye sorunca, 'Onun ismini anmam.' dedi. Huzeyfe (ra) sonra, Hazret-i Ömer'in o ismi görevden aldığını söyler ki, muhtemelen onun ismini vermek yerine, kim olduğuna delalette bulunmuştur.

Hazret-i Ebubekir Efendimiz rüya yorumu ilminde zirveydi. Efendimiz zamanında rüya tabir ederdi. Muhammed bin Sirin (ra) şöyle der: 'Hazret-i Ebubekir, Allah Resulü'nden sonra rüya tabirinde bu ümmetin en üstünü idi.' Onun Efendimizin bir rüyasını tabir etmesi şöyle anlatılmaktadır:

Resulullah bir defasında bir rüya görmüş ve şöyle anlatmıştı: 'Gördüm ki, 'hays' yemeğinden bir lokma aldım, tadından hoşlandım fakat yutarken bir parçası boğazıma takıldı. Ali elini soktu ve onu çıkardı.' Hazret-i Ebubekir, rüyayı şöyle tabir etti: 'Ey Allah'ın Resulü! Bu senin seriyyelerinden bir seriyyedir. Ondan sana hoşlandığın bir haber gelmesi yanında bir de aksilik söz konusu oluyor. Sen de Ali'yi gönderiyorsun, durumu düzeltiyor.' Gerçekten de Halid'in (ra) seriyyesi Tihame'ye gitmiş, Resulullah'ın hoşlanmadığı bir durum vuku bulmuş ve Hazret-i Ali'yi göndermişti.

O'nun sevgisi ve oyun

Resulullah, Hazret-i Aliye, 'Sen bendensin ben de sendenim.' Cafer'e (ra), 'Yaratılış ve ahlakta bana benzemişsin.' Zeyd'de de (ra), 'Sen kardeşimizsin.' buyurdu. Bunun üzerine Cafer (ra) kalktı ve Hazret-i Peygamberin etrafında seksek oynadı. Resulullah ona, 'Bu nedir?' dedi. O da, 'Habeşlilerin kendi hükümdarlarına yaptıklarını gördüğüm bir şey.' karşılığını verdi. Bir başka rivayette her üçünün de böyle yaptıkları belirtilir. Böyle yapmaları kendilerine söylenen sözün lezzetinden dolayı olup Hazret-i Peygamber de yaptıklarını olumsuz karşılamadı. Bu ulaştıkları vecd lezzetiyle sufilerin raksetmelerinin meşruiyetine de temel teşkil eder.

Ticarete teşvik

Ömer bin Hattap (ra) şöyle dedi: 'Ticarete önem verin. Şu kırmızılar (Arap olmayanlar) dünyanız konusunda sizi yanlış yola sevk etmesinler.' Ömer bin Hattap halifeliği sırasında pazara gitti ve oradakilerin çoğunun Nabatilerden olduğunu görünce üzüldü. Halk Hazret-i Ömer'in yanına toplanınca, onları pazarda ticareti terk etmelerinden dolayı kınadı. Halk da kendisine şöyle dedi: 'Allah bize nasip ettiği zaferlerle bizi pazarlara muhtaç kılmadı, bizim bu ticarete ihtiyacımız yok.' Bu söz üzerine Hazret-i Ömer şöyle buyurdu: 'Allah'a andolsun, eğer böyle yaparsanız, muhakkak ki, erkekleriniz onların erkeklerine, kadınlarınız da onların kadınlarına muhtaç duruma düşecektir.'

Hazret-i Ebubekir ticaret yapmakla tanınmıştı. Resulullah'a peygamberlik geldiğinde onun kırk bin dirhemi vardı. Bununla köle alıp azat ediyor, Müslümanlara yardımda bulunuyordu. Medine'ye geldiğinde beş bin dirhemi kalmıştı. Vefat ettiğinde ne bir dinar ne de bir dirhem bırakmıştı.

Sağlık hizmetleri

Cabir'den (ra) şu rivayet nakledilmiştir: 'Resulullah, Übey bin Ka'b'a bir tabip gönderdi, o da Übey'den bir damarı kesti. Sonra da onu dağladı.' İbn Cülcül'den de, Ebu Rimse'nin cerrahlıkta alim olduğu nakledilmiştir. Bir gün Sa'd bin Muaz'ın (ra) kolundaki can damarına ok isabet etti. Resulullah orayı okun uç demiriyle dağladı. Orası sonra şişti. Hazret- Peygamber orayı ikinci kez dağladı. Hendek savaşında Sa'd (ra) yaralandı, Kureyş'ten biri ona ok atmıştı. Resulullah mescitte onun için bir çadır kurdurttu, onunla yakından ilgileniyordu. Resulullah mescitte Sa'd bin Muaz'ı (ra) Eslem kabilesinden Rufeyde (r.anha) adlı bir kadının çadırına koydurttu. Rufeyde (r.anha) adlı kadın, yaralıları tedavi ediyor, Müslümanlardan sıkıntıya düşmüş olanların hizmetine kendisini adamış bulunuyordu.

Bilirkişi ve şehir planlamacıları

İki kardeşin ortak bir evi vardı. Ortasına bir duvar yapmışlardı. Sonra her biri ardından çocuklar bırakarak vefat ettiler. Her birinin çocukları duvarın kendilerine ait olduğunu iddia edip Allah Resulü'ne geldiler. Resulullah aralarında hüküm vermesi için, Huzeyfe bin Yeman'ı gönderdi. O da lif düğümlerinin bulunduğu taraftakinin lehine hükmetti, sonra gelip Resulullah'a durumu bildirdi. Resulullah da, 'İsabet ettin, güzel yaptın.' buyurdu. Resulullah Medine'de evleri ikta verdiği zaman Osman bin Affan'a (ra) bugünkü evinin yerini, planını çizdi. Denir ki, bugün Osman bin Affan'ın (ra) evinde, Allah Resulü'nün Hazret-i Osman'ın evine girdiği zaman, çıktığı kapının karşısına düşen aralık yerdir burası. Yine Hazret- Ömer'in halifeliği zamanında, Basra ve Kufe şehirleri kurulmuştur. Buralarda caddeler yirmi arşın eninde, kırk arşın uzunluğunda; sokaklar dokuz arşın, malikaneler ise altmış arşın olarak planlamıştır. Merkez cami, (Cuma cami) ise caddelerin ayrıldığı orta yere yapılmıştır.

İstihbarat çalışmaları

Resulullah Ebu Süfyan'ın kervanının ne yaptığını öğrenmesi için Büseybese'yi (ra) casus olarak gönderdi. Bedir savaşında Büseybese (ra) ve el-Cüheni (ra) casus olarak gönderildiler. İkisi deniz sahiline yakın yere varıncaya dek gittiler. Resulullah'ın amcası Abbas bin Abdülmuttalip'le (ra) ilgili de şu bilgi verilir: Abbas (ra), Hayber fethinden önce Müslüman oldu fakat Müslüman olduğunu gizliyordu. Böylece müşriklerin haberlerini Resulullah'a yazıyordu. Hazret-i Peygamber de kendisine, 'Mekke'de kalman daha hayırlıdır.' diye yazdı.

Yüzme, okçuluk ve silah

İbn Mende İmran en-Nahli yoluyla Ümmü Seleme'nin (ra) azatlısı Ahmer'den (ra) şu rivayeti nakleder: Gazaya çıkmıştık. Bir vadi veya nehirden insanları karşıya ben geçiriverdim. Hazret-i Peygamber bana, 'Sen bugün bir geminin yaptığı işi yaptın.' buyurdu. İbn Abbas'tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah yüzdü ve yüzerken, 'Herkes arkadaşına doğru yüzsün.' buyurdu. Kendisi de Ebubekir'e (ra) doğru yüzdü. Yanında vardığında onu kucaklayıp, 'Ben ve arkadaşım, ben ve arkadaşım.' dedi. Yine Efendimiz, 'Çocuklarınıza yüzme ve ok atmayı öğretin.' buyurmuştur. Allah Resulü, Sa'd bin Zeyd'i (ra) kendisine at ve silah alması için Necd'e göndermişti. Hazret-i Peygamber o sırada milletlerin sahip oldukları silah çeşitlerini elde etmişti. Kaynaklar Resulullah'ın her birinin özel adı bulunan dokuz kılıcı bulunduğunu kaydeder.

At ve gemi bir arada

Allah Resulü'nün bir atının adı, Sekb idi. İlk sahip olduğu at bu at olup, bir bedeviden satın almıştı. Alnında ve sol ayağında beyazı vardı, kırmızı siyah arası bir renkteydi. Allah Resulü atlarını yarışa sokar, bunun için kalabalık içinde oturur, yarışı kazanan at ve binicisine sevinci belli ederdi. Yine Hazret-i Ömer, ortaya çıkacak herhangi bir duruma karşı hazırlık maksadıyla, her şehirde Müslümanların mallarının fazlasıyla imkan nisbetinde at ediniyordu. Kufe'de bunlardan dört bin at vardı.

Siyer kaynaklarında Resulullah zamanında sahabenin kullandığı birçok gemi ile ilgili haberler zikredilir. Ebu Musa el-Eşari (ra) iki kardeşi ve kavimleri Resulullah'a hicret ettiklerinde, gemileri onları Habeşistan'a vurarak Necaşi'ye götürdü. Necaşi'nin yanında Cafer bin Ebu Talip (ra) ve arkadaşlarıyla karşılaştılar ve birlikte dönünceye dek orada kaldılar. Cafer bin Ebu Talip (ra) ve yanındakiler de gemiyle Habeşistan'a gitmişlerdi.

Sahabe hayatın içindeydi

Ashabın kimi özellikleri çok ön plana çıkmıştır: Hazret-i Ebubekir, 'ashabın en alimi ve en zekisi'; Hazret-i Ali, 'ilim şehrinin kapısı'; Hamza bin Abdülmuttalip, 'Allah'ın arslanı' ve Halid bin Velid 'Allah'ın kılıcı' gibi. Sahabe efendilerimizin tıp ilminden ticarete, kağıt yapımından okul açılmasına kadar geniş bir hayat çerçevesi içinde oluşturdukları faaliyetler sadece şahsi bir ilim, meslek ya da sanat olmayıp aynı zamanda Müslümanların hayır ve yararına meydana getirdikleri hizmet ve çalışmalardır. Sahabe efendilerimiz içinde attar, sarraf, anber ve civa ticareti yapan, mızrak satıcısı, buğday satıcısı, tıbbi ilaçlar satıcısı, ziraat ve ağaç dikimiyle uğraşan, oduncu, boyacı, bina ustası, marangoz, terzi, kuyumcu, nakkaş, demirci, sütçü, kebapçı, fırıncı, ebe, kılıç yapımcısı, taş yontucusu gibi meslek veya sanatları kendisine iş edinmiş kimseler de vardı.

DERGİNİN BU AYKİ 16. SAYISINDA YER ALANLAR...

Derginin Aralık sayısında ashab-ı kiram 'Sevgilinin sevgilileri' ifadesiyle ilkesiyle dosya konusu olarak işleniyor. Dosya kapsamında, sahabe efendilerimize çok daha yeni ve farklı yönlerden bakışın da yazılarda yansıdığını görüyoruz. Bu kapsamda Prof. Dr. Süleyman Uludağ, en çok tartışılan bir meselede, tasavvufun kökeni meselesinde, doğrudan dikkatleri Peygamber Efendimize ve O'nun rahle-i tedrisinde İslam'ı yaşayan sahabe efendilerimize çekiyor. Hamza S. Toprak ticaretle, sanatla, ilimle uğraşan sahabe portrelerinden okuru haberdar ediyor. Doç. Dr. Selahattin Yıldırım meseleye temel bir yaklaşım getiriyor ve bir sahabe ile ilgili kavramlar sözlüğü sunuyor okura. Selim Haşimoğlu ise, ümmetin en hayırlı nesli olan ashab-ı kirama Ehl-i Sünnet'in nasıl baktığını işliyor. 'İslam tasavvufunun kökünün ve kaynağının Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye'nin dışında olduğunu iddia edenler daima mevcut olmuştur. Bunlara göre ne kelime olarak ne de ilim olarak Kur'an'da ve Sünnet'e tasavvuf vardır. Bu görüş isabetli değildir. Zira Hazret-i Peygamber ve sahabesi döneminde fıkıh, kelam, hadis, tefsir, meğazi ve siyer gibi ilimler de yoktu ama bunların temel ilkeleri ve özü bu iki kaynakta mevcuttu.' diyen Prof. Dr. Süleyman Uludağ, sahabe-i kiramın hayatı ile tasavvuf hayatını yanyana getirdiğinde ortaya son derece uyumlu diri, ahlaki bir hayatın ortaya çıktığını vurguluyor. Bu konuda Batılı araştırmacıların çalışmalarına işaret eden Uludağ, sufi hayatın köklerinin bütünüyle Efendimizin ve ashabının hayatında var olduğunu belirtiyor.

Altı dil bilen sahabe Hayatın tüm alanlarında varlıklarını sürdüren sahabe efendilerimiz, bu yönleriyle de kendilerinden sonra gelenlere örneklik teşkil etmişlerdir. Onların hayatına baktığımızda dini ve dünyayı birbirinden ayırmadıklarını, ibadet eder gibi çalıştıklarını, çalışır gibi de ibadet ettiklerini, dahası ibadet hayatı ve çalışma hayatı diye bir ayrım yapmadıklarını görüyoruz. Hamza S. Toprak ise sahabenin sadece ibadet hayatında öncü olmadığını, sanattan edebiyata, ticaretten mimarlığa birçok alanda sahabenin önder, örnek ve öncü olduğunu vurguluyor. Yazıda, altı dil bilen sahabe şöyle anlatılıyor: Zeyd bin Sabit (ra) hükümdarlara gönderilen mektupları yazar ve Resulullah'ın huzurunda konuşmaları cevaplardı. Efendimizin Farsça, Rumca, Kıptice ve Habeşçe tercümanıydı. Bunları Medine'de, bu dilleri konuşan insanlardan öğrenmişti. Zeyd (ra), Farsçayı Kisra'nın elçisinden, Rumcayı Resulullah'ın hacibinden, Habeşçeyi O'nun erkek hizmetçisinden, Kıpticeyi de kadın hizmetçisinden öğrenmişti. Yine Resulullah'a Süryanice mektuplar geliyordu. Resulullah Zeyd bin Sabit'e (ra) Süryaniceyi öğrenmesini emretti, o da on küsur günde öğrendi.

Usta hatip Ömer Döngeloğlu, günümüz evlilik hayatında yaşanan çatırdamaları gündeme getirerek, aile huzurunun temini için Efendimizin hayatından çizgilerle kadına bakışı konusunda örnek kareler sunuyor. Biz hatalı, kusurlu kullar olarak Efendimizin tertemiz hayatında gösterdiği örneği kendi hayatımıza taşımadıkça evlerimizde huzuru bulmamız mümkün değildir, diyen Döngeloğlu en güzel örnek olarak Efendimizin aile hayatının inceliklerini anlatıyor.

Orta sayfada düzenli olarak İrfan Kaynağı köşesinde sohbetleri yer alan Şeyh Muhammed Muta' Haznevi bu sayıda, aşık muhabbetini ispatlamak zorundadır, diyor. Sevgi, muhabbet teması etrafında örülen yazı, ölümsüzü sevmenin gerçek sevgi olduğuna vurgu yapıyor. 'Sevginin pek çok belirti ve işaretleri vardır. Her şeyden önce sevgiliyi görme arzunu taşımak gerekir. Çünkü sevgilisini görme özlemi içerisinde olmayan hiçbir kalp düşünülemez. Şu halde Hazret-i Peygamberi seven kimse O'nu görmeyi arzular. Allah'ı seven Allah ile buluşmaktan hoşlanır. Bu yüzden gerçek sevgi sahibi olan muhabbet ehli hep: 'Ya Rab, bizi nur-u cemalini seyretmekle onurlandır.' şeklinde dua etmişlerdir.' diyen Şeyh Muta' Haznevi sevginin ispatlanırsa ancak anlam bulacağına vurgu yapıyor.

u00c2şıkların piri Aralık Mevlana Celaleddin Hazretlerinin sevgilisine kavuştuğu zamandır. Sami Bayrakçı aşıkların piri Mevlana Celaleddin Hazretlerini portre yazısıyla gündeme taşıyor ve, 'Şems'in aşk tezgahından geçerek İlahi aşkın sonsuz ummanına kanat açan Mevlana, İlahi hakikati gönül aynasında seyretmeye başladığı andan itibaren müritleri ve sevenleri ile ömrünün son demine kadar aşkı söyledi, aşkı yaşadı, aşkı yaşattı.' diyor.

Her sayı bir manevi hastalığı adeta ameliyat masasına yatıran İsmail Acarkan, bu sayıda riyayı işliyor. Riyanın insanda açtığı derin ve sonsuz boşluğa işaret eden Acarkan, amelin heba olmaması için riyadan arındırılmış olarak, halis bir niyetle yapılmasının önemini vurguluyor.

Saadettin Acar, en köklü, en temel ve en derin meselelerin çözümü için atılacak ilk adımın sabah namazı hassasiyeti olması gerektiğine işaret ederken, o temel soruyu yöneltiyor: Sabah namazını kıldın mı?

Kamil Yeşil kalp ağrılarını gündeme taşıdığı yazısında okura kalbinizle aranız nasıl diye soruyor ve aklın kalp olmadan tek başına yetersizliğini şöyle dile getiriyor: 'Akıl insanın bir kabiliyetidir hem de en önemli bir kabiliyetidir. Akıl, yalnız kendi başına çalıştığı zaman yetersiz kalır. Akıl diğer kabiliyetlerimiz ile birlikte çalışırsa sıhhatli neticeler ortaya koyar.'

Said Yavuz medeniyetimiz içinde kaybolmaya yüz tutmuş her yanı derin anlamlar yüklü kavramları modern hayatın ortasına getirip dikkatleri çekiyor. 'Bir Eşiğe Baş Koymak' başlıklı yazı, eşik kavramının tasavvufi ve kültürel arkaplanına bir kazı yapıyor. Eşiği, bütün anlam katmanlarıyla dünden bugüne taşıyor.

İlim ve İrfan Ailemiz ekiyle birlikte Aralık'ta da dolu dolu bir dergi sunuyor, okurlarına.