Asıl Akıl

NATO Genel Sekreteri Rutte’nin, Rusya’nın hedefinde kendileri olduğunu savunarak; "Rusya 5 yıl içinde NATO’ya karşı askeri güç kullanmaya hazır hale gelebilir" ifadelerini okuyunca, ne düşündünüz merak ediyorum? Hatta Avrupa’daki bazı yöneticilerin, bu hususta 2027/2029 gibi tarihler vermesi de cabası. Biz kâhin değiliz elbette. Lakin gidişatın, nelere gebe olacağını tahmin etmekte hiç zor değil. Zira “bir takım küreselcileri yanına alan Trump’lu Ulus Devlet Yanlılarının”, diğer tarafta yine “bazı küresel elitler ve İngiliz Anglosakson” ittifakıyla, kıyasıya bir mücadelede olduğu artık netleşmiş durumda. “21. Yüzyıla Hâkim Olma Kavgası” da denen bu savaşta Yahudileri sorarsanız, İngiliz Anglosakson tarafında DAHA BASKIN bulunsalar da, her iki cephede de mevcutlar. O yüzden Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Karim Khan’ın; “Netanyahu hakkında tutuklama emri çıkarılması halinde, İngiltere hükümetince UCM fonlarını kesmekle tehdit edildiği” iddiasına hiç şaşırmamak gerekiyor. Ne alakası var, demeyin sakın! Bunu idrak etmek için evvela İsrail’i, kimlerin kurduğuna bakmak yeterlidir sanırım. Zaten merhum Prof. Teoman Duralı Hocanın, dünyadaki “İNGİLİZ-YAHUDİ MEDENİYETİ HEGEMONYASINDAN” ısrarla bahsetmesi de özetle buna işaret ediyor. Siz bakmayın ABD’nin küresel ağırlığına, sonuçta kendi orijinal dili bile olmayan bir devletin kimi zaman Siyonistlerin, kimi zaman Evangalistlerin, kimi zaman da Küresel Elitlerin “MECBUREN” düdüğünü çaldığı nasıl inkâr edilebilir ki?

Mecburen diyorum, çünkü ABD içerisinde bu boyunduruktan kurtulmak isteyen Ulus Devlet Yanlılarının (MAGA), son seçimlerde sağladığı başarı geldikleri noktayı gösteriyor. Trump’un ise söz konusu taraflarla şiddetli bir ÇATLAMA YAŞAMADAN, kendince bir ORTA YOL bulup işini yürütmeye çalıştığı açık. Elbette dışarda, diğer cephenin kendilerine karşı oyunlarının da pek ala farkında. Gerçi Ukrayna-Rusya Savaşına, NATO marifetiyle ABD’yi dahil etme gayretlerini görmemesi de imkansız. Nitekim Trump’un savaşı bitirmeye dönük hamlelerini, bu minvalde okumakta yarar var. Gelgelelim tamda bu esnada, Karadeniz’de ticari gemilere yönelik saldırıların artmasıysa manidar. Kaldı ki bu hadiselerin sadece ekonomik hedeflerin tehdit edilmesi ile sınırlı kalmayacağı, ÜÇÜNCÜ ÜLKELERİN ÖRTÜLÜ SALDIRILARI ile niteliğini değiştirebileceği muhakkak. Tabi gemilere Türk karasularına yakın bölgelerde saldırılması ve Türk gemilerinin de hedef alınması hesaba katılırsa, bizi de bu girdaba dahil etmeye çabaladıkları ihtimal dahilinde görülebilir. Keza öteden beri bizimde içinde yer alacağımız, bir Karadeniz Savaşı planladıklarını duymayanımız yok.

Fakat benzer bir senaryonun, Suriye sahasında da seyrettiği gözlerden kaçmamalı. Öyle ki Trump tarafı her ne kadar Suriye’nin BÜTÜNCÜL İSTİKRARINDAN yana olsa da, buna karşın Anglosakson-Yahudi kanadının AYRI TELDEN çaldığı aşikâr. Yani Trump’un, PKK/YPG’nin Suriye Ordusuna entegrasyonu konusunda, Türkiye ile aynı çizgiye geldiğini açıklamalardan anlıyoruz. Hatta şaşılacak şekilde, CENTKOM’un bile… Ama bahsettiğimiz gücün yedirdiği yürekten olsa gerek, YPG bir türlü buna yanaşmadı malumunuz üzere. Zira Sn. Fidan’ın; “İSRAİL'İN SURİYE'DEKİ HAREKETLİLİĞİ İLE SDG’NİN (ENTEGRASYONA KARŞI) İSTEKSİZLİĞİ ARASINDA BİR İLİŞKİ VAR. BUNU ARTIK SÖYLEMEK GEREKİYOR" sözleri özetle bizi doğruluyor. Derken Türkiye’nin, “bu koşullarda harekât sinyali verdiği” bir anda da, Suriye’de ABD askerleri DEAŞ’ın üslendiği bir saldırıya uğruyor. Hem de tesadüfe bakın ki, Abdi’nin “DEAŞ koalisyonuna girmek istediğini” dile getirmesinden hemen sonra. İnanın ABD bu akıl karşısında ne eder bilmiyorum. Ancak Türkiye’nin ne Karadeniz’deki tuzağa kolay kolay DÜŞECEĞİNE, ne de Suriye’de çevrilen FİLMİ ÖYLECE İZLEYECEĞİNE KESİNLİKLE İNANMIYORUM. Gereken mutlaka yapılır/yapılıyor da. Neticede başımızda, Zelensky gibilerinin olmaması büyük lütuf… Bilmem anlatabildim mi?