Ateşkes Yalanı ve Gerçek Soykırım

Gazze’de Batı Destekli Tiyatronun Perde Arkası

Gazze’de süren topyekûn yıkım, dünya tarihine yalnızca bir soykırım olarak değil aynı zamanda bir ahlak çöküşü ve küresel işbirlikçilik örneği olarak kazınmaktadır. Filistin halkı bombaların, açlığın ve kuşatmanın kıskacındayken Batılı aktörlerin ardı ardına gelen “ateşkes” açıklamaları artık kimseyi ikna etmeyen bir diplomasi oyununun tekrarından ibarettir. İsrail’in her türlü savaş suçuna açıkça destek veren bu yapılar “barış” kelimesini yalnızca sahte bir maske olarak kullanmakta; esas amaçları ise Gazze direnişini zayıflatmak, zamanı kendi lehlerine çevirmek ve işgali kalıcılaştırmaktır.

Batı’nın Maskeli Yalanı

2024 yazının başında “ateşkes yakın” diyen Batılı siyasetçiler ve medya organları, eş zamanlı olarak Gazze'nin güneyinde yeni İsrail askeri üslerinin inşa edildiğini gizlemeye çalıştı. Morag, Netzarim ve Philadelphi gibi alanlarda kurulan askeri koridorlar, sadece yeni bir işgal planının altyapısını değil, aynı zamanda Gazze’nin kalıcı olarak parçalanması ve kontrol altına alınması stratejisini de açığa çıkardı.

Sözde “geçici geri çekilmeler” birer askeri manevradan ibaretti. İsrail, sahada hiçbir zaman barış niyeti taşımadı; taşıyamazdı. Çünkü hedef, Gazze’deki demografik yapıyı dönüştürmek, Filistinlileri ya yok etmek ya da sürdürülebilir bir açık hava hapishanesinde yönetilebilir hale getirmekti. Öte yandan Filistinli gruplar, kuşatmanın kaldırılması, esir değişimi ve seçimle belirlenecek meşru bir yönetimin kurulması şartıyla kapsamlı bir anlaşmaya defalarca hazır olduklarını beyan etti. Ancak bu çağrılar, Batı dünyasında yankı bulmadı. Zira barış, emperyalist düzenin işine yaramaz; onların istediği şey, teslimiyettir.

İsrail’in Stratejisi: Kuşatma

İsrail için Gazze, yalnızca askeri bir cephe değil; aynı zamanda ideolojik bir savaşın merkezidir. İşgal devleti, Gazze’yi susturarak yalnızca Filistinlileri değil, tüm İslam dünyasını sindirmeyi hedeflemektedir. Bu hedef doğrultusunda yürütülen politika artık klasik bir kuşatma değil; gıda, su, ilaç, elektrik ve iletişim gibi temel yaşamsal kaynakları sistematik olarak hedef alan modern bir soykırım modelidir.

İsrail’in yürüttüğü bu Gazze politikası, aslında çok cepheli bir Ortadoğu yeniden şekillendirme planının parçasıdır. Gazze’deki “geçici sessizlik” talepleri, yalnızca daha büyük savaş planlarına hazırlık anlamı taşımaktadır.

ABD Arabulucu Değil, Bu Soykırımın Finansörü

Amerika Birleşik Devletleri'nin rolü, barışı sağlamak değil, bu soykırımı yönlendirmek ve fonlamaktır. ABD yönetimi her ne kadar “insani yardımlar” ve “barış diplomasisi” söylemleriyle kamuoyunu oyalasa da, sahadaki gerçekler bunun tam tersini göstermektedir. Washington yönetiminin, Tel Aviv’e yönelik hiçbir gerçek baskı yapmaması, aksine İsrail’in askeri operasyonlarına siyasi ve lojistik zemin hazırlaması, ABD’yi bu soykırımın asli ortağı konumuna getirmektedir. Gazze meselesinde ABD’nin pozisyonu artık tartışmalı değil, net olarak suça iştirak eden bir pozisyondur.

Avrupa Sessizce Onay Veriyor

Avrupa devletleri ise İsrail’in her saldırısına "itidal çağrısı" yaparak, gerçekte pasif destek vermektedir. Gazze’deki ölümler karşısında sergilenen sessizlik Avrupa’nın ahlaki çöküşünü gözler önüne sermekte; Brüksel’den Berlin’e kadar Batılı başkentlerde insan hakları artık yalnızca siyasi çıkarlar için araçsallaştırılmış bir söylem haline gelmiştir. Avrupa'nın, İsrail’i "savunma hakkı" adı altında meşrulaştırma çabaları, 21. yüzyılın en alçakça suskunluk suçlarından biri olarak tarihe geçecektir.

Batı medyası tarafından pompalanan “ateşkes yaklaşıyor” haberleri, her defasında yeni bir saldırı dalgasının ön perdesi olmuştur. 58 binden fazla insanın öldüğü, 138 bini aşkın kişinin yaralandığı bir soykırımda barıştan bahsetmek, yalnızca zalimin dilini konuşmaktır. Batı kamuoyu, tiyatroya alkış tutarken, Gazze’nin çocukları enkaz altında can veriyor.

Adalet Olmadan Ateşkes Olmaz

Kalıcı bir ateşkesin sağlanabilmesi için öncelikle Gazze’de bir savaş değil, bir soykırım yaşandığı kabul edilmelidir. Bu soykırımın mimarı yalnızca İsrail değildir; Washington’un onayı, Brüksel’in suskunluğu ve uluslararası kurumların ikiyüzlülüğü, bu suçu kolektif bir Batı suçuna dönüştürmektedir.