Türkiye'nin son otuz yılına damgasını vuran hadise, hiç şüphesiz, PKK terörüdür. 1978 yılında kurulan PKK, kurulduğu günden itibaren silah, şiddet ve terör ile var olagelmiştir. Dönemsel olarak stratejisinde değişiklik yapsa da, hep silah üzerinden kendini meşrulaştırmış, topluma dayatmıştır. Unutulmamalıdır ki, devlet, güç ve meşruiyet arasındaki ilişkide bilinen açık gerçekler var. Bunların ilki, devletin meşru güç kullanım hakkıdır.
Max Weber'e göre devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde yasal olarak fiziki güç kullanma tekelini elinde tutan insan topluluğudur. Devlet, güç kullanma hakkının tek meşru kaynağıdır. Devlet kolluk kuvvetleri vasıtasıyla adaleti ve düzeni tesis ederek kaosu önler. İbn-i Haldun bu durumu devletin "yasakçı" ve "hakim" özelliği olarak tanımlar. Devlet aygıtının yasakçı özelliği; toplumu çekişme, kargaşa ve tecavüzden korur. Hakim özelliği ise, toplumun içinde adaleti inşa eder. Bu işin sosyolojik ve siyasal bağlamı…
Sol Aydının Açmazı…
İkinci, basit gerçek, sol aydınların şiddet ile olan aşk-nefret ilişkisidir. Türkiye, Julien Benda'nın ifade ettiği gibi, aydın ihaneti ile karşı karşıya. Özellikle Türkiye'de sol aydın, şiddetin sol yüzü ile yasak aşk ilişkisi yaşamaktadır. Gerçi bu ülkede aydının hakikat veya gerçek ile olan ilişkisi oldukça sancılı olmuştur.
Ben, bu durumu şuna benzetiyorum; bizim solcu aydınlar, ne hikmetse Stalin'i ve sosyalist kültürü çok sever. Sosyalist olmak kutsallaştırılırken kapitalist, liberal veya muhafazakar olmak ötekileştirilir, şeytanlaştırılır. Ancak Stalin'i eleştirdiği için "persona non grata" yani istenmeyen adam ilan edilen Aleksandr Soljenitsin de görmezden gelinir.
Soljenitsin'i hatırlatmayı bir vicdani borç olarak gördüğümü belirtmek isterim. Çünkü O, Stalin döneminde ve bizzat onun tarafından Gulag Takımadalarına sürülmüştür, düşüncelerinden dolayı. Düşünce suçlusudur. Yanlış anlaşılmasın, Gulag Takımadaları; Sovyet hapishaneleridir, çalışma kamplarıdır, Sovyet mezalimidir.
Gelelim, bizim solcu aydınlarımıza… Aydınlarımız, ne hikmetse, PKK'ya veya sol örgütlere karşı bir tek söz söylemeyi akıllarına getirmez, devlete karşı olan her eylemi ise desteklemeyi kutsal bir vazife görür. Oysa aydın, öncelikle adil veya tarafsız olmalı. Yersiz, yurtsuz, vatansız olmalı…
Aydın Bildirgesi Dikkate Alınmamalıydı!
Aydınların yayınladığı bildirge ise ne akademik, ne de adaleti gözeten bir metin. Oldukça taraflı ve önyargılı… Barış bildirgesi olarak piyasaya sürülen bu metin, savaşı kutsuyor ve savaşın dilini taşıyor. Bu metin sonrası siyasetçilerin yaptığı temel hata, bu bildiriyi fazla ciddiye almak oldu. Oysa siyasetçiler, bu bildiriyi ciddiye almamalıydı. Çünkü savaş dilini taşıyan bu bildiri, toplumu kutuplaştırmaya dönüktür. Muhatap alınmamalıydı. Aydınları kendi haline bırakın; ne soruşturun ne kovuşturun. Bırakınız, yapsınlar; bırakınız etsinler.
Diğer yalın gerçek ise, iktidar; savaşa, şiddete, teröre ve hatta aydınlara inat adalet ile beraber hukuk devletini inşa etme iradesini korumalıdır. PKK terörü bir tarafa, Kürt sorununu çözecek olan irfan, adalet ve hukuk devleti perspektifidir. PKK'nın savaşı ve duygusal kopuşu körükleme stratejisinin önüne geçecek olan siyaset de, adalet ve hukuku tesis etme siyasallığıdır. Eninde sonunda Türkiye bu kuşatmayı yaracak ve adaleti inşa edecektir. Bu böyle biline…