Azgın İsrail’e Karşı Türk Kürt Arap Kardeşliği

Dünyanın başına bela olan ve azgınca saldırılarını sürdüren İsrail’i durduracak tek gücün, Türk-Kürt-Arap kardeşliği olduğu kesinleşiyor.

Her şey gözümüzün önünde cereyan ediyor. Vahşeti, dehşeti ve terörü bütün dünya hayretle ve ibretle seyrediyor. İsrail terör örgütü, İpini koparmış azgın bir boğa gibi her yere saldırıyor. Dur durak bilmiyor. Filistinlilerin en güzel şehirlerinden Gazze’yi yerle bir eden, neredeyse vurmadığı bina bırakmayan bu gözü dönmüş hırsız ve katil çete, Lübnan ve İran’dan sonra şimdi de Suriye’ye hücumlarını sıklaştırıyor. Amaç belli. Çevresinde güçlü, istikrarlı bir İslam devleti istemiyor. Milletine ihanet eden ve katliamlar yapan Esat’ın alçakça firarından sonra Suriye, büyük ölçüde Türkiye’nin teşvikleri, yönlendirmesi ve desteğiyle istikrarına kavuşuyor. Ama gözü, eli ve bütün vücudu kanlı olan İsrail, buna tahammül edemiyor. Kuzeyinde düzenini kuran, dünya ile iletişime geçmiş bir Suriye Devleti istemiyor. Dilediği zaman topraklarını işgal edebileceği Filistin, Lübnan ve Ürdün gibi zayıf devletlerden hoşlanıyor.

Şüphesiz Siyonist İsrail’in hedefi ve emeli, tahmin ettiğimizden de korkunç. Hiç kimse bu azgınların bulundukları topraklarla yetineceğini sanmasın. Bunların “arz-ı mev’ud” (vadedilmiş topraklar) diye sapık bir inanışları var. Ve Lübnan’ı, Suriye’yi, Irak’ı hatta Türkiye’nin Güneydoğu bölgesini kendi hakları ve gelecekteki toprakları görürler. Peki bu şeytani güce kim karşı koyabilir? Basit kınamalardan öteye gidemeyen Birleşmiş Milletler mi? Tavrını hiçbir zaman net olarak ortaya koyamayan Avrupa ülkeler imi? Yoksa “tavşana kaç tazıya tut” ahlaksızlığını sürekli tekrarlayan, aslında İsrail’in hamiliğinden de hiç vazgeçmeyen, bundan sonra da vazgeçmeyecek olan emperyalist ABD mi? Televizyondaki uzman yorumculara bakıyorum çok doğru sözler söylüyorlar. Birisi şöyle dedi: “Bir türlü anlayamadık, ABD mi İsrail’i yönlendiriyor yoksa İsrail mi ABD’yi kullanıyor?” Aslında ikisi de doğru. ABD’nin Ortadoğu’da, İslam ülkelerine hâkim olabilmek için bir ileri karakola ihtiyacı vardı. İsrail bu rolü üstlendi. Siyonist Yahudiler de güçlü lobileriyle ABD’yi etkiliyor ve koca ülkeyi kendi amaçları doğrultusunda yönlendiriyor, hatta açıkça ve alçakça kullanıyor. Dünyanın diğer büyük devletlerinden Hindistan İsrail’i desteklerken Çin ve Rusya şimdilik suya sabuna dokunmuyor, çekimser kalıyor. Dünyanın bu hâlinden cesaret alan katil ve hırsız İsrail, katliamlarını her geçen gün fütursuzca ve küstahça sürdürüyor.

PEKİ ÇARE NE?

O zaman tek çare İsrail’in işgal ettiği toprakların yakınında, çevresinde bulunan milletlerin sahip olduğu ülkelerin birlik ve beraberlik ruhu içinde olmaları, güçlerini birleştirmeleri. Öncelikle bazı idraksiz ve art niyetli çevreleri rahatsız eden ama aslında başka kurtuluş yolumuzun da gözükmediği “Türk-Kürt-Arap Kardeşiği”ni bir an önce tesis etmek mecburiyetindeyiz. Hatta buna İran’daki Müslüman Acem kardeşlerimizi de dâhil etmeliyiz.

Şüphesiz Pakistan, Endonezya, Azerbaycan ve diğer Türk ülkeleriyle İslam beldelerini de ilave etmeliyiz. Esasen bu, geçmişten beri bütün mütefekkirlerimizin, âlimlerimizin, yazar ve şairlerimizin eserlerinde dillendirdiği “İttihad-ı İslam” mefkûresi yani “İslam Birliği” fikriyatıdır. Şayet bu birlik ve beraberlik ruhuna erişemezsek Arkasına ABD’yi ve Avrupa’nın güçlü ülkelerini alan İsrail, tek tek çevresindeki İslam ülkelerini bölüp yutmaya başlayacak. Allah korusun bu da bütün dünya için bilhassa Müslümanlar için felaket olur. O zaman tek çözüm ve tek çare ortada! Batıya yaslanmadan, ABD’den medet beklemeden, BM’den hiçbir çözüm umut etmeden, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın zaman zaman söylediği gibi “Kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz.” Zira İsrail ancak güçten anlar. Onunla masaya oturulmaz, barış yapılmaz. Onunla insanca, medenice konuşulmaz. Bugün söz verir, yarın sözünü bozar. Bugün “barış” der, yarın savaşır, Gözünü kan, kin hisleri bürümüştür.

Bunlar insanlıktan çıkmış ölüm makineleri gibi acımasızdır, merhametten yoksundur. Dolayısıyla İslam âleminin “Müminler kardeştir.” ayetini idrak etmeleri ve güçlerini birleştirmeleri şarttır, elzemdir. Öncelikle Türk-Kürt-Arap kardeşliğini güçlü ve samimi bir şekilde tesis etmek mecburiyetindeyiz. Elbette dış düşmanlarımızın içerideki uzantıları, yani yurdumuzdaki küçücük bir hain azınlık, buna itiraz edeceklerdir. “Bizim ne işimiz var Suriye’de?” şeklindeki tatsız nakaratlarını tekrarlayacaklardır. Ama kimin umurunda? Vız gelir, tırıs gider. Türkiye’nin emniyeti Suriye’den geçer, Irak güvende ise biz de güvendeyiz. Kudüs, Şam, Halep, Bağdat emniyette değilse İstanbul, Ankara, İzmir de emniyette değildir. “Komşumuzdan bana de diyemeyiz. Bugün Suriye’yi işgal eden düşmanlar, sıranın Türkiye’ye geleceğini bilir, ona göre hazırlığını yapar. Zaten Siyonist alçaklar şimdiden niyetlerini belli ediyor. Alçakça ve düşmanca, “Bizim asıl hedefimiz, düşmanımız bölgenin en güçlü ülkesi Türkiye’dir.” diyorlar. Bunu hiçbir zaman unutmamalı, aklımızdan çıkarmamalıyız. Hem çok çalışıp güçlü hâle geleceğiz hem de din kardeşlerimizle ortak düşmana karşı güçlerimizi birleştireceğiz. Başka kurtuluş çaremiz yoktur. Rabbim bu şuuru, basireti ve feraseti hepimize, bütün Müslümanlara nasip etsin, âmin.

ŞARK KLASİKLERİ

Kapı Yayınları, “Ölümsüz Klasikler Serisi”nde “Şark Klasikleri”ni yayımlamaya devam ediyor. Mahmûd-ı Şebüsterî’nin Gülşen-i Râz kitapseverlere ulaştı. Şu sözler kitaptan: “Mahmûd-ı Şebüsterî’nin Horasan’dan akıp gelen sözleri… Varlıkla yokluk arasındaki ince perdeyi aralamak için dokunmuş soru incileri… Bu eser, aşkın, bilginin, hikmetin ve marifetin çiçeklendiği bir bahçedir. Elinizdeki, yalnızca bir çeviri değil; her beytiyle asıl ruhu koruyarak, her kelimesiyle o mana bahçesinden yeni kokular taşıyan bir yolculuktur.

Şebüsterî’nin kadim sorulara verdiği cevaplardaki derinlik insanı kendi içine, kendi hakikatine doğru çağırıyor. Yol arkadaşınız olsun diye…” Asıl adı Şeyh Sa’düddîn Mahmûd . Emîniddîn Abdülkerîm b. Yahyâ Şebüsterî Tebrîzî olan Mahmûd-ı Şebüsterî’nin eserinin “Mukaddime”sinden ilk mısraları okuyalım: “Gönlü aydınlatan can ışığıyla/Cana düşünmeyi öğretenin adıyla/Lütfuyla oldu iki âlem Ruşen/Feyziyle oldu Âdem’in toprağı gülşen/Bir göz açıp kapamada öyle bir Kadir/Kaf ile Nun’dan iki âlemi eyledi zahir” Eseri tercüme deen Gökhan Çetinkaya.

AŞK HİKÂYESİ

Aynı seriden çıkan ikinci kitabın adı, Menâkıb-ı Şeyh San’ânî Mesnevîsi. Prof. Dr. Mustafa Güneş’in hazırladığı ve Bir Şeyhin Aşk Hikâyesi adıyla kitaplaştırılan klasik eser şöyle tanıtılıyor: “Aşkı, imkânsızın içinde bir sonsuz mümkünlük diye yorumlayan çarpıcı bir metin” şeklinde sunulan kitabın önsöz’ünde “İslam dünyasında 9. Yüzyıldan sonra gelişen tasavvufun etkisiyle bir yazı edebiyat türünün ortaya çıktığı” vurgulanıyor.

“Büyük mutasavvıfların ve onların yolunda yürüyen dervişlerin hayat hikâyelerini ve kerametlerini menkıbe denilen kısa hikâyeler şeklinde anlatan bu türden eserlere genel olarak sûfi tabakatları adı da verilmektedir.” deniliyor. Birinci bölüm: “Menâkıb-ı Şeyh San’ânî Mesnevîsi Günümüz Türkçesiyle Metin”. İkinci kısım ise “Menâkıb-ı Şeyh San’anî Mesnevîsi Üzerine Bir İnceleme.” Klasik Türk İslam metinlerini sevenlerin, bizim klasiklerimizden hoşlananların zevkle okuyacağı kıymetli bir eser.

HAZRET-İ ALİ SEVGİSİ

Yeryüzündeki bütün Müslümanlar, kâinatın efendisi sevgili peygamberimizin yeğeni ve damadı olan, dördüncü İslam halifesi Hazret-i Ali (Radiyallahu anh)’yi çok sever. Bu muhabbet, bütün müminlerin ruhlarını, kalplerini ve gönüllerini kuşatmıştır. Bu azim muhabbet, bu güçlü sevgi sadece Anadolu’da değil Türkistan’dadır, İran’dadır, Pakistan’dadır, bütünüyle Asya’da ve Afrika kıtalarındadır. Hatta Avrupa’da, yani Balkanlar’dadır.

Şüphesiz Müslümanların yaşadığı her iklimde Hazret-i Ali’ye gösterilen bu sıcak ilgiyi görmek, hissetmek mümkün. İslam’ın kılıncı, imanın kalesi, müminlerin serdarı olan Hazret-i Ali Efendimiz hakkında dün ve bugün yazılan kitapların sayısı pek çoktur. Onlardan birisi de İmam Ali ve Kutsal adıyla yayımlandı. Yazarı Reha Çamuroğlu. Arka kapaktaki yazının ilk satırları şöyle: “Hz. Ali. Onu nasıl anmalı, neye benzetmeli, hangi dile dökmeli? Herkesin birden sevdiği kaç kişi vardır bu âlemde? Ali, Hz. Ali denildiğinde kalbi hızlanan ne çok insan vardır? Kılıcının ucunda çiçeklenen dünya ve ahiret ideali kime nasip olmuştur?”

UMUDA İMKÂN ARAMAK

Erol Göka’yı okur musunuz? Düşünen ve düşündürmeyi seven bir ilim ve fikir adamıdır Göka. Kalbe dokunan sohbetleri, dimağa seslenen yazıları ve eserleri vardır. Yazarımızın yeni yayımlanan Umuda İmkân Ara kitabı, “fikir turu yazıları”ndan oluşuyor. Daha önce Türklerin Psikolojisi, Hayatın Anlamı Var mı?, Psikoloji Varoluş Maneviyat, Hayat Oyunu ile Aile ve Aşk Üzerine isimli kitapları yayımlanan Erol Göka’nın bu eserinde, kâinattaki ahenge temas ediliyor, unutulmuş ayrıntılar manzumesine dikkat çekiliyor, toplumdaki bozulmaların sebep ve neticeleri üzerinde kafa yoruluyor. Velhasıl, önce düşünüyor sonra da bizleri düşünmeye sevk ediyor yazar.

Bir tefekkür yolculuğuna çıkıyoruz metinleri okurken. Kitabın şu sunuşu anlamlı ve dikkat çekicidir: “Erol Göka. Ruh hekimi ve kültür adamı. Çağına ve insan ilişkilerine yakından nüfuz dene seçkin bir entelektüel. Yaşadığımız dünyaya ve insanlığın geleceğine dair esaslı endişeler taşıyan etkili bir kalem. Umuda İmkân Aramak’ta felsefe, tarih, din ve sosyolojinin teorik birikimini, yaşadığımız süreçler etrafından elekten geçiriyor. Başta Gazze olmak üzere insanın karşı karşıya bulunduğu yıkım trajedilerine vicdan eksenli projeksiyonlar sunuyor. Adalet, medya, teknoloji gibi kavramları yalnızlık merhamet, şükür, sorumluluk ve irade ekseninde elekten geçiriyor. Umudu, bir imkân bayrağı olarak insanlığın vicdanına dikiyor. Deva bazen çıkmazın tam içindedir ve onu ancak duyarlı ve erdemli yürekler fark edebilir. Umuda İmkân Aramak, fikir eksenli bir ruh ve hayat kazısı.”

Bu eserler ile birlikte Ahmed Refik’ini Kızlar Ağası, James Washbum’un Küçük Kuzgun’a Mektuplar’ı, ile Hazrat Inayat Khan’ın Kişilik Sanatı kitapları da Kapı Yayınları’ndan çıktı. İlhami Fındıkçı’nın İnsanın Anlamı eseri ise Alfa Yayınları etiketiyle vitrinlere çıktı ve okuyuculara ulaştı. İnsanlar yaz aylarında evlerinde ve işyerlerinde, gittikleri kırsal alanlarda, çekildikleri sayfiye ve tatil beldelerinde dinlenirken yapacakları en iyi işlerden birisi de kitap okumaktır. Unutmayalım, iyi seçilmiş her kitap, insanı nefis, tatlı bir yolculuğa çıkarıyor ve inci mercan değerindeki bilgilerde donatıyor.