Barış ve Kardeşlik için 15 aydır her gün yeni bir hayırlı haberle, gelişmeyle uyanıyoruz. Meclisten olsun, İmralı ve Kandil’den olsun, halktan olsun hep hayır hep hayır…
Doğrusu bunu hak ettik hem de fazlasıyla. Verdiğimiz canlar, yaşanan acılar, yitirilen fırsatlar bizden çok şey götürdü. Ama biz yine dayandık, birbirimizi töhmet altında bırakmadık, birbirimizi boğazlamadık. Olan biteni doğru okuduk. Ama yanlış yorumladık. Bu da bize 40 yıla mal oldu.
Sayın Devlet Bahçeli’nin kanın durmasına, ülkemizde kardeşliğin hâkim olmasına karşın darağacını göze alması öylesine bir söz değil, o söz, bugünlere hazırlık yapılırken nelerden vazgeçtiğinin, bu uğurda neleri feda edebileceğinin ifadesidir. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Gerekirse baldıran zehri içerim” sözleri ne anlama geliyorsa Sayın Bahçeli’nin bu sözleri de aynı anlama geliyor.
Kolay değil,
Yedi değil, yetmiş yedi düvelin istemediği barış ve kardeşliği ülkede tesis etmek ağır bedeller isterdi. Bundan sadece 10 yıl önce bu uğurda neler çektiğimizi hatırlayın. En son FETÖ ihanetine karşı verdiğimiz “Millî Mücadele” ile hep birlikte uluslararası saldırıyı bertaraf etmiştik.
Geçtiğimiz günlerde barış atölyesi gibi aralıksız çalışan TBMM Komisyonu İmralı’ya, Abdullah Öcalan ile görüşmeye gitti. Neticede barış ve kardeşliğin tesisi için örgütüne silah bırakma ve fesih talimatını veren kendisiydi. Bu talimat nasıl yürüdü, ne kadar yürüdü, kendisine bağlı örgüt bu konuda başka neler yapacak/yapmalı... bütün bu konular konuşulmuş olmalı. Öcalan'ın da örgütün varsa tasfiyenin kolaylaştırıcı mahiyetteki taleplerini dile getirmesi söz konusu olabilir. Ama biliyoruz ki taraflar bahane aramıyorlar, her iki taraf da samimi bir şekilde sürecin ilerlemesini arzuluyor ve bu minvalde çaba gösteriyor.
Sürecin, belli bir seviyeden sonra Suriye’ye odaklanması endişesi her zaman vardı, oldu da. Suriye’de 2006’ya kadar pek çok Kürdün vatandaşlık belgesi dahi yoktu. Türkiye’nin tabi ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın girişimleri sonucu Suriye'de bu utanç verici yasak kaldırıldı. 1916 Sykes-Picot Anlaşması ile parçalanan Osmanlı’nın yerine adeta cetvelle haritalar çizildi. Bu haritaların iki temel özelliği vardı:
Gelecekte dini, mezhebi kimliklerin birbirine düşmesi,
Etnik kimliklerin çatışması.
İki konuda da başarılı oldular. Son 100 yılda bu coğrafyada hem etnik hem dinî sebeplerden dolayı çatışmalar eksik olmadı. Taraflar arasında geçmişten gelen düşmanlıklar olmasa da bu haritalardan dolayı parçalanan ailelerin, kabilelerin, aşiretlerin, akrabaların yaşadığı ağır travmalar düşmanlıklara kapı araladı.
Türkiye olarak biz bunu farklı yaşadık. Bizde yönetim, “Bize ille de düşman lazım” anlayışı üzerine kuruldu. Düşman üretmek hiç zor olmadı. Müslüman Türk vardı, Kürt vardı, Alevi vardı, sağcı-solcu vardı, “düşmanınız bol olsun” bedduası sanki bu topraklar için söylenmişti. İşte bu yüzden son 40 yıl yani 480 ay, 14600 gün boyunca bu ülkede anneler evlatlarını kaybetti. İşin daha acı yanı anneler ağlamasın diyen hiçbir yönetici cezasız bırakılmadı. Özal, Erbakan, Erdoğan barış ve kardeşliğin en yüksek mevkilerdeki mağdurlarıdır.
Bugüne geldiğimizde 2015 yılından beri “buzdolabında” saklanan barış ve kardeşlik projesi MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin paha biçilmez desteği ile yeniden faal hale getirildi. Ama bu sefer hakikaten geçmiş tecrübelerden ders alınarak işe başlanıldı. Herkes ne yapacağını da ne yapmayacağını da iyi kavramıştı. Süreçle ilgili acele etmeden ama kararlı çalışmalara koyuldu. Doğru adamlarla doğru adımlar atıldı.
Gelelim Suriye meselesine, hani süreçle ilgili dedik ya belli bir seviyeden sonra Suriye ile ilgili sorun bekliyorduk.
Evet, o sorun var, gidişatta tıkanma var. Saklayıp gizlemenin yararı yok. Suriye'de kimi Kürt ve çoğu Arap aşiretlerden oluşturulan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) entegrasyon için Şam yönetimi ile mesafe almıyor. Bu tıkanmanın haklı tarafı olduğu gibi İsrail ve İran’ın melanetinden dolayı olan kısmı da yok değil. SDG yüzde 60 oranında Arap aşiretlerinden oluşuyor. Geriye kalan yüzde 40 da Kürtlerden. Şayet bu yüzde 40 PKK’nin Suriye kolu ise Öcalan’ın bu konuda insiyatif alıp almadığı netleşmeli. Yok, PKK’nin Suriye kolu değilse o zaman Türkiye onlara hamilik yapmalıdır.
Aslında PKK’nin Suriye olsa da olmasa da Türkiye onlara hamilik yapmalı. Şöyle ki,
Kürtlerin Suriye'de yaşadıkları hafızalardayken gelecek için, Kürtlerin Suriye'deki geleceği için Türkiye Şara hükümeti ile konuşmalıdır. Orada yaşayan Kürtler “Suriye’nin yetimleri” muamelesi görmemelidir. Türkiye bunu yapacak güce de basirete de sahiptir. Osmanlı topraklarında barış ve kardeşliği biz sağlayabiliriz. Hep beraber, korkularımızdan sıyrılarak, İsrail’in etkisini kırarak kardeşlerimizin hak ve hukukuna kefil olalım.
Ki o büyük hedeflere emin adımlarla yürüyebilelim.