Dünyanın en hayırlı işlerinden birisi olsa gerek barış. Hele de bu barış, 30 yıllık bir çatışma döneminden sonra geliyorsa, daha da hayırlı…
Çözüm Süreci, iki yıl önce başladı. Tam iki yıldır diplomatik ve siyasi mekik dokumaya sahne oldu Türkiye. Akan kanın durması için isimli isimsiz kahramanlar gece gündüz demeden çalıştı. Üstel süreci sabote etmek isteyen yüzlerce "merkezin" manipülasyonlarına ve sabotajlarına rağmen çalışıldı.
Çatışma ortamı, çatışmadan beslenenler için bir endüstriye dönüşmüştü.
Ekonomik endüstri, siyasi endüstri, kültürel endüstri…
Türkiye'nin kendi iç sorununda boğulması, etrafında olup bitene bakamaması, enerjisini ve potansiyelini iç sorunlarına harcaması, bu endüstrinin işine geliyordu. Hem ekonomik rant elde ediyorlardı, hem Türkiye siyasetini dizayn ediyorlardı, hem de dezenformatif kültürü rahatlıkla transfer ediyorlardı.
Ne var ki, bu endüstriyel pranga, Ak Parti iktidarı tarafından fark edildi.
Türkiye bu prangadan kurtulmalıydı. Geçmişte Türkiye'yi bu prangadan kurtarmak isteyen kahramanlar da olmuştu. Ancak tamamına yakını yok edildi, suikasta kurban gitti, iktidardan alaşağı edildi.
Ak Parti, bu yolun meşakkatli bir yol olduğunun farkındaydı, ancak her şeyi göze aldı, riski üstlendi ve barışı inşa etmek için kolları sıvadı.
İRA Barış Müzakerelerinin en tecrübeli ismi Jonathan Powell: "önemli olan pedalın çevrilmesidir" der. Ak Parti iktidarı da bunu yaptı. Bütün engelleme ve sabotaj girişimlerine rağmen pedalı çevirdi. Barış bisikletinin düşmemesini sağladı.
Çatışmasızlık ortamı genişledikçe halk desteği de arttı. Barışa olan güven her kamuoyu araştırmasında daha da fazlalaştı.
Günün sonunda barış, "herkesin barışı" haline geldi.
Artık kimse geriye dönmek istemiyor.
Gencecik bedenlerin soğuk musalla taşlarına konulmasını, cenaze başında ağlayan anneleri ve babalarının ardından gözyaşı döken minik yetimleri görmek istemiyor. Bu acıyı kimse bir daha yaşamak istemiyor.
Ancak bu acıdan nemalanan savaş endüstrisi, herkesin barışını bozmak için hala mücadele veriyor.
Savaş endüstrisinin "Türkiye mümessilleri" de var. Onlar da barışı bozmak için çok iştahlılar.
Ama şükür ki onların karşısında barışı kanıksamış, çocuklarının geleceğini bu ahlaksızların kirli emellerine kurban vermek istemeyen, "bir daha asla" diyen yüzbinler var artık bu ülkede.
Evet, kendi barışımızı kendimiz inşa edeceğiz.
Çocuklarımıza, dağlarında papatyalar toplanan bir Türkiye'yi miras bırakacağız.
İşte tam da bu yüzden, uzunca bir süre önce "barışa bak" adlı bir platform kurduk.
Cengiz Algan'ın öncülüğünde kurulan bu platform ile 6-8 Ekim benzeri olaylarla barış motivasyonunun düştüğü ve dikkatlerin dağıldığı anlarda barışa olan ilgiyi tekrar geri kazanmayı, dikkatleri barışa geri çekmeyi ve bu tarihi fırsatı bir daha avuçlarımızdan kaçırmamayı amaçlıyoruz.
Barışı çok önemsiyoruz.
Şimdi "Barış Treni"ndeyiz.
İstanbul'dan çıktık yola. 10 gün boyunca yollarda olacağız. Her durakta "barışımızı" anlatacağız.
Ve günün sonunda kazanacağız.
Hiçbir şey kazanamasak bile,bugün hayatta olan gençlerin hayatlarını kazanacağız.
İşte bu yüzden Barış Trenindeyiz.
Bir de
Savaş trenine binenlerle mücadele etmek için…