BARIŞIN İMZASI MI, YENİ BİR ALDATMACANIN PERDESİ Mİ?

Olayın aslı ortaya çıkınca dünya adeta dondu kaldı. Aşağıdaki resim, ABD başkanı Trump’ın, geçen haftaki Müslüman ülke liderleri ile yaptığı görüşme sonunda sunduğu 20 maddelik Gazze barışı planını yayımlamasından sadece 1 gün sonra Washington’da çekilen bir resim; aslında yüzyılların (çirkin – kalleş) diplomatik geleneğini özetliyordu: Başkan Trump ve Siyonist Soykırımcı İsrailli Heyet, Oval Ofis’te, güya barış adına buluşmuştu; fakat yüzlerindeki tebessüm, bir barış kutlamasından çok, haince kurgulanmış, yalancı siyasal bir zaferin ironik yansıması gibiydi.

Trump’ın açıkladığı “Gazze Barış Planı”, İsrail’in hızla kabul ettiği, bazı Müslüman ülkelerin de aceleyle desteklediği bir metin olarak gündeme düştü. Ne var ki, tarihin hafızası bize farklı şeyler fısıldıyordu.

Bu fotoğraf, siyaset gerilimlerinin perde arkasını okuma açısından oldukça sembolik öğeler barındırıyor:

  • Görselde Trump ile Netanyahu’nun samimi ve gülümseyerek oturuyor olması, olağan diplomatik soğukluk yerine “arka plan pazarlıklarının, jest ve müttefiklik görüntüsünün” öncelendiğini düşündürüyor.
  • Bu tür sahnelerde “gülüşme”, sadece samimiyetin göstergesi olmayabilir: güç ilişkilerini dengeleme, mesaj verme ve algı yönetimi açısından da stratejik bir unsurdur.
  • Müslüman liderlerle görüşmelerden sonra bu tablonun gelmesi ise, diplomatik kodlarla “arka plandaki ilişki ağlarının” kamuoyuna sızan bir yansımasıdır: görünürdeki barış söylemi ile perde arkasında yürütülen dengeler arasındaki gerilim.
  • Fotoğraf, “iki taraf arasında” denilen ama aslında birçok aktörün sahne ardında düğmeye bastığı bir oyunun parçası olarak okunabilir. Gülüşmenin ve pozun verdiği “arkadaşlık görüntüsü”, diplomatik mesajlarla desteklenmiş bir enstrümandır.

Bu tablo, sadece anlık bir görüntü değil; bir “algı operasyonu” ve “siyasî söylem perdesi” olarak işlev görür. Hem Batı kamuoyuna hem de bölge aktörlerine, “İlişkiler normaldir, işler kontrol altındadır” mesajı verir.

Eski bir vatanperver hukukçu arkadaşın resmi aşağıdaki gibi yorumlaması da bu kanaatimizi teyit ediyor:

“Katil AmeriKAN'ın arsız Lideri Trump, İslam Ülkelerinin Yöneticilerini uğurladıktan sonra Soykırımcı Netanyahu ve ekibini ağırladı. Resim çok şey anlatıyor. Bu sırıtmalar da nesi? Yoksa bu adi gülüşmelerin sebebi Müslüman devlet temsilcilerini kandırdık, aldattık, yalvarttık, geldikleri gibi gazlarını alıp gönderdik, yetmedi biraz da soyduk gülüşmesi mi?

Ve Trump Gazze için (sözde) Barış Planını açıkladı, İsrail hemen kabul etti. Müslüman Ülkeler de hain planın arka planını hesap etmeden balıklama atladı. Katil ve Cani Trump’a teşekkür yağdıran utanmazlar, savaşı çıkarıp katliam yapanın merhametine sığınacak kadar rezil ve zelil olmayacaktınız. Bu barış planı ile kim kazandı, kimler kaybetti? Uğranılan rezaletin üstünde durmaya değer mi? Vallahi sizler bunca Katliamı tez zamanda unutur, Trump’ı da Nobel Barış Ödülüne namzet gösterirsiniz.

Ve bir Ayet: İman edenlerle karşılaştıkları zaman: "İnandık." derler. Şeytanları ile baş başa kaldıkları zaman, "Biz, sizinle beraberiz; onlarla sadece alay ediyoruz." derler. 2/14”

Bu hadise — hem fotoğraf hem plan — birkaç stratejik kırılma noktası taşıyor:

  • Algı yönetiminde değişim: Gülüşmeler ve dostane pozlar, algı diplomasisinin bir aracı. Güç gösterisinden ziyade “Anlaşma kontrol altında” mesajı veriliyor.
  • Güvenlik mimarilerinde kırılma: Batı’nın silah ve istihbarat üstünlüğüne dayalı güven paradigması sarsılıyor. Bağımlılık sistemleri sorgulanıyor.
  • Yeni aktörlerin yükselişi: Türkiye, Katar ve diğer bölge güçleri, artık pasif taraf değil; aktif aktörler olarak sahnede yer alıyor.
  • Çok kutuplu sistemin güçlenmesi: Tek taraflı politikalar değil, aktörler arası uzlaşma, çok taraflı mekanizmalar ön plana çıkıyor.
  • Önce insani, sonra stratejik: Rehineler, sivil halk, insani yardımlar meselesi, çatışma sürecinin merkezine yerleşiyor. Diplomatik süreçlerde insani boyutun yadsınamaz olduğu kabul ediliyor.

Tarihten Gelen Gölge

Son 150 yılın diplomasi sahnesine baktığımızda, emperyal güçlerin imza altına aldığı anlaşmaların pek azının sahada barış getirdiğini görürüz. 1878 Berlin Kongresi’nde Osmanlı toprak bütünlüğüne verilen sözler kısa sürede bozuldu. 1916 Sykes-Picot ile Müslüman coğrafyanın kaderi cetvellerle bölündü. Wilson İlkeleri “milletlerin kendi kaderini tayin hakkı” derken, bu ilke Müslüman Türk ve Arapların kapısını hiç çalmadı.

Yirminci Yüzyılda tablo değişmedi. Molotov-Ribbentrop Paktı iki yıl bile sürmeden çöktü; İsrail 1948’den bu yana neredeyse her ateşkesi bozarak toprak genişletti; 1993 Oslo süreci vaat ettiği Filistin devletini doğurmadan çöktü. Rusya, Çeçenistan’dan Gürcistan’a pek çok coğrafyada “garantör” sıfatıyla imza attığı anlaşmaları kendi eliyle ihlal etti. İsrail ise Gazze’de 2008’den 2021’e kadar tekrarlanan ateşkeslerin çoğunu günler içinde boşa düşürdü.

Bu tablo, barışın emperyal başkentlerde çoğu zaman bir taktiksel soluklanma, yani savaşların arasına sıkışmış bir “ara mola” olarak görüldüğünü ispatlıyor.

Tarih, tekerrürün öğreticisidir: Ateşkes madde olarak yazılınca değil; güven, denetim ve hesap verebilirlik mekanizmaları kurulunca kalıcı olur. Savaş hukuku ve sivillerin korunması meselesi politik bir tercih meselesidir; güçlüler de zayıflar da hem söylemde hem pratikte buna uymak zorundadır. Yukarıdaki seçki, 150 yıllık dönemde bu ilkenin sık sık ihlal edildiğini; bunun da hem insani bir trajediye hem de uzun vadeli stratejik kırılmalara yol açtığını gösteriyor.

Güncel Oyun: Gazze Planı Trump’ın açıkladığı 20 maddelik plan, kâğıt üzerinde “çözüm” vaat ederken, sahada hangi sonucu doğuruyor? İsrail’in hızla kabul etmesi, zaten cevabı veriyor. Eğer bir plan, taraflardan yalnızca birinin çıkarlarını parlatıyor, diğerine ise “sabır ve teslimiyet” tavsiye ediyorsa, bu barış değil, hegemonik bir dayatmadır. Washington’daki toplantıda sergilenen kahkahalar, aslında bir halkın iradesinin devre dışı bırakılmasının dışavurumuydu.

Gazze operasyonları (2008–2024) — İsrail, uluslararası raporlar ve tartışma

Geniş çaplı hava ve kara operasyonları sırasında yüksek sivil zayiatı, altyapı tahribatı ve uluslararası hukuka ilişkin tartışmalar çok sayıda raporda yer alıyor (UN, HRW, Amnesty). Bu vak’alar, ateşkes sonrası güven sarsıntıları ve yeniden “silahsızlandırma” ya da statü garantileri konusundaki krizin tekrarlayan örnekleri. Ayrıca 2022–2023–2024 dönemi savaşları ve iddia edilen katliamlar (ör. Bucha vb.) uluslararası soruşturma ve raporlara konu oldu.

Bu durum, sadece Filistin meselesi değil, tüm Müslüman coğrafyalar için bir ders niteliği taşıyor: Barış, başkalarının kalemiyle yazıldığında kalıcı olamaz.

Burada Türkiye’nin tutumu dikkat çekici. Ankara, kimseye meydan okumadan ama kendi yolunu çizerek, “yerli savunma sanayii, bağımsız istihbarat kapasitesi ve çok yönlü diplomasi” ile sahada farklı bir duruş sergiliyor. Bu, Batı’nın dayattığı planlara mahkûm olmayan, kendi vizyonunu üreten bir yaklaşımın ifadesidir.

Uluslararası ilişkilerde artık şu gerçek öne çıkıyor: Başkasının gücüne yaslanan, başkasının silahına güvenen ülkeler, er ya da geç hayal kırıklığına uğrar. Barış, kiralık kalemlerle değil; milletlerin kendi iradesiyle yazıldığında anlamlıdır.

Tarihin Öğrettiği Ders

Bugün önümüze konan her barış planı, bize geçmişin tecrübelerini hatırlatmalı. Osmanlı’nın 1878’de Berlin Barış Konferansında yaşadığı hayal kırıklığı, Osmanlı coğrafyasının Sykes-Picot sonrası parçalanması, Oslo’nun unutturulmuş vaatleri… Hepsi aynı gerçeğe işaret ediyor:

Silahı kendi olmayanın barışı da kendi olamaz.

Dolayısıyla Müslüman toplumların önünde iki yol var: Ya tarihten ders çıkarıp kendi iradesiyle barışını inşa edecek, ya da bir kez daha başkalarının tebessümlerinin gölgesinde kandırılacaktır.

Müslümanlar acilen artık, “köprüden önce son çıkış” ikaz levhası gibi, bu gidişatı durdurmak zorundadır. Bu saatten sonra Müslümanların varoluşsal bir hal tarzı seçmesini zorunlu kılar.

Politika önerileri (stratejik araştırma merkezleri / devlet karar alıcılarına)

  1. Ateşkes-mekanizmalarını bağlayıcı, çok taraflı ve denetlenebilir hale getirin. BM, bölgesel aktörler ve bağımsız sivil gözlemcilerle birlikte işleyen bir izleme mekanizması kurulmalıdır. (Sadece kâğıt değil, “işleyen mekanizma” gerekir).
  2. Teknoloji + yerel istihbarat + hukuk: Savunma alımlarında “kullanım kontrolü” ve “yerel kapasite geliştirme” şartlarını önceliklendirin; dış aktörlerin tek-destekli güvenlik modeline şüpheyle yaklaşılmalıdır.
  3. Hesap verebilirlik için uluslararası/sahaya yönelik soruşturma mekanizmalarını destekleyin. Bağımsız raporların, adli süreçlerin önünü açacak diplomatik çabalar, uzun vadede güven tesisine katkı sağlar.
  4. İnsani boyuta öncelik verin: Rehineler, sivil koruma, sağlık ve altyapı yeniden inşası gibi alanları ateşkes paketlerinin vazgeçilmez parçası kılınmalıdır. (Tarihsel geri dönüşler bunu doğruluyor).
  5. Algı diplomasisiyle şeffaflığı artırın. Sahnelenmiş “zafer” görüntülerinin yerine, adil ve şeffaf süreç vurgulanmalı; bu, uzun vade meşruiyet için önemlidir.

Son Söz: Uyanalım ve artık birleşme fırsatını bir kez daha kaçırmayalım. Vesselam…