Başörtüsü, öfkenin manifestosu olamaz

İnanç, siyasete da yaranmak için, öfkeye kapılıp terk etmek için de yaşanmaz.

Bazen bir cümle, bir tavır ya da bir eylem yalnızca kişisel bir tercih olarak kalmaz; toplumsal hafızada bir sembole dönüşür. Geçtiğimiz günlerde Berrin Sönmez’in, “Başörtümü Diyanet’in ve iktidarın ayaklarının altına attım” sözleri de böylesi sembolik bir çıkış olarak gündeme oturdu. Bir Cuma hutbesini gerekçe göstererek başörtüsünü çıkarması, halk arasında “pireye kızıp yorgan yakmak” tabirinin tam karşılığıydı.

Burada mesele, bir kadının başını örtüp örtmemesi değil. Asıl mesele, inancın ve kutsalların iktidara, muhalefete, sisteme veya şahıslara bağlı kılınarak yaşanması. İnanç, siyasi terazinin bir kefesine konulduğunda, Allah ile kul arasındaki o saf ve mahrem bağ zedelenir. Ne iktidara yaranmak için örtünmek doğrudur ne de öfkeyle başını açmak.

Bir öfke anı vardır ki, insanın ömründe köprüleri yıkar. Ama bazı köprüler yıkılınca geri dönüş olmaz; çünkü o köprü, kul ile Rabbi arasındaki yoldur. İnancını siyasete, ideolojiye ya da anlık duygulara bağlayan, onu istikrarlı değil kırılgan hâle getirir. Böyle bir noktada ne örtünmek ibadet olur ne de açılmak özgürlük.

Bugün toplumun önünde acı bir tablo var: Dindar ve mütedeyyin kimlikler, genç kuşak nezdinde hızla itibar kaybediyor. Bunun en önemli sebeplerinden biri, temsilin samimiyetini yitirmesi. Sosyal medyada fenomenleşen kimi isimler, başörtülerini adeta merasimle çıkararak bunu “özgürleşme manifestosu” gibi sunuyor. Bu, hem dini sembollerin içini boşaltıyor hem de bu tavrı meşrulaştırarak yeni bir “trend”in önünü açıyor.

Bu noktada sosyal medya mecralarının rolü inkâr edilemez. TikTok, Instagram Reels gibi platformlar, her şeyi birkaç saniyelik içeriklere sıkıştırıyor; hız derinliği yok ediyor. Manevi değerler bile bir “akım”a, bir “challenge”a dönüşüyor. Bugün başörtüsünü çıkarmak bile bir “canlı yayın” malzemesi olabiliyor. İbadetin hikmeti, sabrın anlamı, teslimiyetin edebi; izlenme sayılarının ve beğeni oranlarının gölgesinde eriyip gidiyor.

İnanç, rüzgârın yönüne göre eğilip bükülen bir dal değildir. Ancak sosyal medya, bu bağı kırılgan, oynak ve gösterişe açık bir hâle getiriyor. Göstermelik fotoğraflar, anlık tepkiler, öfkeyle yapılan paylaşımlar; hepsi imanla bağdaşmayan bir tüketim kültürünün parçası oluyor.

Oysa asıl ihtiyacımız; ne iktidara yaranmak için ne de öfkeye kapılıp yakıp yıkmak için şekillenen bir inanç duruşu. Başörtüsü ne bir siyasi rozet ne de öfke manifestosudur; o, sahibinin Allah’a verdiği bir sözdür. Ve bu söz, beğeni butonlarına, takipçi sayılarına, sosyal medyanın dalgalı gündemine kurban edilmemelidir.

Unutmayalım: İman, hız çağında bile sabır ister; gösterişin ortasında bile sadakat ister. Değerler, ekranlarda gösterilerek değil, hayatta yaşanarak korunur.

Bugün asıl ihtiyacımız, ne rüzgâra göre yön değiştiren ne de öfkeyle yakıp yıkan bir duruştur. Çünkü iman, öfkeye teslim olduğunda söner; samimiyet ise ancak sadakatle ayakta kalır.