Trend

Bayezid-i Bistami kimdir?

Bayezid-i Bistami, Veliler ve salihlerden bir an olsun ayrılmamış kendisi de marifet pınarında yüzen bir veli kuldu. Bayezid-i Bistami kimdir? Bayezid-i Bistami manevi büyüklüğü ile insanlara örnek olmuş bir şahsiyettir. Bu haberimizde kıymetli ve örnek bir kişilik olan Bayezid-i Bistami''yi tanıyacağız. Mehmed Bayezid-i Bistami kimdir? Detaylar haberimizde

Bayezid-i Bistami, Veliler ve salihlerden bir an olsun ayrılmamış kendisi de marifet pınarında yüzen bir veli kuldu. Bayezid-i Bistami kimdir? Bayezid-i Bistami manevi büyüklüğü ile insanlara örnek olmuş bir şahsiyettir. Bu haberimizde kıymetli ve örnek bir kişilik olan Bayezid-i Bistami'yi tanıyacağız. Bayezid-i Bistami kimdir? Detaylar haberimizde

Ebû Yezîd Tayfûr bin Îsa Hazretleri, hicrî 161 (m. 777) senesinde Bistam'da[1] dünyaya geldi. Babası Îsa Efendi, gayet dindar ve salih bir zat idi. Annesi de son derece iffetli, ahlaklı, haya sahibi, mütevazı, ibadet ehli, saliha bir hanımdı. Çokça dua eder ve rakik kalbi Allah korkusuyla çarpardı. Hayatın değişen şartları ve acı-tatlı sürprizleri karşısında daima Allah'ın takdîrinden razı olarak yaşar ve her ahvalde Hakk'ın rızasını kazanmaya çalışırdı.[2]

Bayezîd Hazretlerinin harikulade halleri, daha doğmadan başlamıştı. Annesi ne zaman ağzına şüpheli bir lokma alacak olsa bebek tepinmeye başlar, lokmayı ağzından çıkarıncaya kadar bu hareketi devam ederdi.[3]

Bayezîd-i Bistamî Hazretlerinin, Cafer-i Sadık Hazretlerinin torunu İmam Ali Rıza Hazretlerinden istifade ettiği nakledilmektedir.[4]

ÂRİFLER SULTÂNI (SULTÂNÜ'L-ÂRİFÎN)

Bayezîd-i Bistamî Hazretleri, ilahî muhabbet deryasına dalmış bir Hak aşığı idi. Devamlı olarak bedenini mücahede, kalbini de müşahede halinde tutardı. Tasavvuf yolunun ince ve derin manalarına aşina idi.[5] Bu sebeple kendisine Sultanü'l-Ârifîn (Ârifler Sultanı), Seyyid-i Ârifan, Pîr-i Bistam gibi sıfatlar verildi. Sonraki devirlerde bir velîyi medhetmek için; "Asrın Bayezîd'i" ifadesinin kullanılması bile, onun manevî mertebesini ifadeye kafîdir.

Bazı insanlar onun tevhid ve hakîkat ilimlerine dair sözlerini anlayamadıkları için çeşitli ithamlarda bulunmuş, ona birtakım yanlış fikirler izafe etmişlerdir. Bu ithamlara ehemmiyet verilmemelidir.[6]

BÂYEZİD-İ BİSTAMİ HAZRETLERİNİN GENÇLİĞİ

Bayezîd Hazretleri daha çocukken, ilerde büyük bir Allah dostu olacağının emarelerini sergiliyordu. Her hal ve hareketi ölçülü, sözleri hikmetli, bakışları derin ve manalı, yüzü ise nurlu idi.

O zamanın meşhur mutasavvıflarından Şakîk-ı Belhî g hacca giderken Bistam'a uğramış, bir cami yanında oynayan çocuklar arasındaki Bayezîd'i hemen fark etmişti. Şakîk o camide vaaz ederken, Bayezîd çocuk haliyle gelip pür edep onu dinledi. Bayezîd'in hali Şakîk'in dikkatinden kaçmadı ve firaset göstererek:

"–Bu çocuk ilerde maneviyat ricalinden bir yiğit olacak!" buyurdu.[7]

Bayezîd-i Bistamî Hazretleri Namaza Nasıl Başladı?

Bayezîd-i Bistamî Hazretleri küçük yaşta Kur'an-ı Kerîm okumaya başlamıştı. "Ey örtünüp bürünen! Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl!"[8] ayet-i kerîmesine gelince babasına:

"–Babacığım, Cenab-ı Hak burada kime hitab ediyor?" diye sordu. O da:

"–Yavrucuğum, Cenab-ı Hak burada Resûlullah Efendimiz'i kastediyor. Rabbimiz daha sonra Taha Sûresi'nde bu hükmü hafifletti." dedi.

Bayezîd Hazretleri okumaya devam edince; "(Rasûlüm!) Sen'in, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte birini ayakta ibadetle geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor. Gece ve gündüzü takdîr eden, (içinde olup bitenleri kamilen ölçüp biçen) ancak Allah Teala'dır…"[9] ayet-i kerîmesine geldi:

"–Babacığım, ben gece ibadete kalkan bir grup insandan bahsedildiğini işitiyorum!" dedi. Babası:

"–Evet yavrum, onlar Resûlullah Efendimiz'in ashabıdır." dedi.

Bunun üzerine Bayezîd Hazretleri:

"–Babacığım, Rasûlullah ve ashabının yaptığı bir şeyi terk etmekte ne hayır olabilir ki?!" dedi.

O günden sonra babası gecelerini ibadetle geçirmeye başladı.

Bir gece Bayezîd Hazretleri uyandı ve:

"–Babacığım, bana da namazı talim et ki seninle birlikte namaz kılayım!" dedi.

Babası ise:

"–Uyu, sen daha küçüksün!" dedi.

Bayezîd Hazretleri şu karşılığı verdi:

"–Babacığım, kıyamet günü insanlar amellerini görmek için mezarlarından fırlayıp bölük bölük huzûr-i ilahîye vardıkları zaman,[10] Rabbim bana;

«–Dünya hayatında ne amel işledin ey kulum?» diye sorduğunda ben de:

«–Ey Rabbim! Babama; "Bana namazı öğret, seninle birlikte namaz kılayım!" dedim, o ise bana "Uyu, sen daha küçüksün!" dedi.» diyeceğim."

Bunun üzerine babası:

"–Hayır, vallahi böyle söylemeni istemem!" dedi ve oğluna namazı talim etti. Bundan sonra Bayezîd Hazretleri de çocuk yaşında geceleri hep kalkar ve teheccüd namazı kılardı.[11]

Hizmet Edilecek İki Kapı

Annesi onu mektebe göndermişti. "…Bana ve ana-babana şükret!.." (Lokman, 14) ayet-i kerîmesine geldiklerinde, Bayezîd Hazretleri hocasından bu ayetin îzahını istedi. Yapılan tefsîr onu derinden sarstı. Kalemi-defteri bıraktı, izin alıp koşa koşa eve geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hem ağlıyor, hem de:

"–Ne olur anneciğim!" diye yalvarıyordu. Annesi bu duruma şaşırdı:

"–Ne oldu yavrum?" diye sordu.

Bayezîd Hazretleri şöyle dedi:

"–Bir şey olmadı anneciğim! Bugün bir ayet-i kerîme dinledim. Allah Teala bu ayette hem kendisine hem de sana hizmet etmemi istiyor. Çok müteessir oldum! Ben iki evde nasıl hizmetçilik yapayım? Buna benim gücüm yeter mi? Ya hizmette kusur edersem!

Anneciğim, Cenab-ı Hakk'a dua et, bütün zamanımı sana hizmete vereyim ya da beni Yüce Rabbime bağışla, hep O'na ibadet edeyim!"

Oğlunun bu haline çok sevinen annesi:

"–Evladım, daima hizmetinde bulunman için seni Allah'a adadım ve kendi hakkımı helal ettim." dedi.[12]

Kulluk Edebi
Bir gün hadis alimlerinden bir zat, küçük yaştaki Bayezîd-i Bistamî'yi görünce ondaki güzel hal çok hoşuna gitti. Zeka ve anlayışını ölçmek için sordu:

"–Güzel çocuk! Namaz kılmasını tam manasıyla biliyor musun?"

Bayezîd-i Bistamî de ona:

"–Evet, Allah'ın dilediği kadar kılabiliyorum." cevabını verince:

"–Nasıl?" diye sordu.

Bayezîd-i Bistamî de:

"–Buyur ya Rabbî, emrini yerine getirmek üzere huzûruna durdum, hissiyatıyla tekbîr alıyor, اَللّٰهُ اَكْبَرُ diyorum; Kur'an-ı Kerîm'i usûl ve kaidelerine uygun bir şekilde tane tane okuyor; tazîm ile rükûya varıyor; tevazû ile secde ediyor; vedalaşarak selam veriyorum." dedi.

O zat hayran kalarak:

"–Ey zekî çocuk! Sende bu derin anlayış varken, insanların gelip başını okşamalarına niçin izin veriyorsun?" diye sordu.

Zira o zat, bu takdir ve iltifatların, Bayezîd'in nefsini gurura sevk edebileceğini ve onun buna mahal vermemesi gerektiğini düşünüyordu.

Genç Bayezîd-i Bistamî ise şu arifane karşılığı verdi:

"–Onlar hakîkatte benim başımı değil, Allah Teala'nın beni süslediği o güzelliği meshediyorlar. Bana ait olmayan bir şeye dokunmalarına nasıl manî olabilirim?"[13]

İşte gönlün ulaşması gereken kulluk edeplerinden biri de, bu misalde olduğu gibi, bütün güzellikleri Allah'tan bilmek, onu asla nefsine izafe etmemektir.

BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN SÜNNET-İ SENİYYE'YE BAĞLILIĞI

Hakk'a vuslat yolunda mesafe alabilmek; ancak Kur'an-ı Kerîm'in hükümlerine itaat etmeye, Rasûlullah Efendimiz'in Sünnet-i Seniyye'sine riayet etmeye ve Allah dostlarının örnek hal, ahlak ve davranışlarına büyük bir titizlikle tabî olmaya bağlıdır. Bayezîd-i Bistamî Hazretleri de bütün Hak dostları gibi, Sünnet-i Seniyye'yi büyük bir şevk ile îfaya gayret ederdi. Ondan zerre kadar taviz vermezdi.

Bir gün, insanlar arasında velî diye meşhur olmuş bir kişiyi görmek için müridleriyle yola çıkmıştı. O zat evinden çıkıp mescide giderken, kıbleye doğru tükürdü. Bayezîd Hazretleri, o zatın bu ham ve lakayd halinden çok müteessir oldu ve selam bile vermeden hemen geri döndü. Talebelerine de şöyle dedi:

"–Bu zat Rasûlullah Efendimiz'in öğrettiği edeplerden birine riayet hususunda bile güvenilir değil! Hakk'ın esrarı hususunda kendisine nasıl güvenilecek!"[14]

Sünnete Bağlılık

Bayezîd-i Bistamî Hazretlerinin şu sözleri, onun Sünnet-i Seniyye'ye ne kadar bağlı olduğunu göstermeye kafîdir:

"Allah Teala'dan beni yeme-içme ve zevce ihtiyacından kurtarmasını istemeyi düşündüm, sonra kendi kendime:

«–Allah Teala'dan böyle bir şey istemek benim için nasıl caiz olabilir ki?! Rasûlullah r böyle bir şey istememiş!» dedim ve bu düşüncemden vazgeçtim."[15]

Bayezîd Hazretleri, her halini Rasûlullah Efendimiz'in haliyle mîzan ederdi. Efendimiz onun için tam bir fiilî kıstas idi. Onun mühim nasihatlerinden biri de şöyledir:

"Kim Kur'an-ı Kerîm kıraatini ve zühd hayatını terk eder, cemaate devam etmez, cenazelere katılmaz, hastaları ziyaret etmez de sûfî olduğunu iddia ederse, o ancak bid'atçidir."[16]

Bayezîd-i Bistamî Hazretleri bir gün yolda gidiyor, bir genç de ayak izlerine basarak onu takip ediyordu. Şeyhin üzerinde bir kürk vardı. Genç:

"–Efendim, kürkünüzden bir parça verseniz de bereket ve feyzinizden istifade etsek!" dedi. Hazret ona şu muhteşem cevabı verdi:

"–Kürkünü değil, bizzat Bayezîd'in derisini giysen, onun yaptığı amelleri yapmadıkça bir fayda göremezsin!"[17]

BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN NEFİSLE MÜCÂHEDESİ

Bayezîd-i Bistamî Hazretleri, manevî hayatının merhalelerini temsîlî bir ifadeyle şöyle îzah eder:

"On iki yıl nefsimin demircisi oldum, onu riyazat körüğüne koyup mücahede ateşiyle kızarttım. Kınama örsüne koyup melamet ve mahviyet çekiciyle dövdüm. Sonra beş yıl nefsimin aynası oldum. Yani onu murakabeye aldım. Türlü türlü ibadet ve taat ile bu aynayı cilaladım. Sonra bir yıl ibret gözüyle baktım ve rûhumda, gururdan, ibadetlerime güvenmekten ve amelimi beğenmekten meydana gelen büyük bir iptilanın mevcut olduğunu gördüm. Bu musîbeti kesip atmak için beş yıl daha gayret ettim ve nihayet îmanım kemale erdi, İslam'ın o rûhanî lezzetine yeniden nail oldum."[18]

Yine Bayezîd Hazretleri, şöyle buyurur:

"Her hastalığı tedavi edip iyileştirdim, ancak nefsimi tedavi kadar zor bir şey görmedim. Halbuki bana nefsimden daha değersiz ve kolay gelen bir şey yoktu."[19]

"Nefsimi ilahî vuslata yolculuk yapmaya davet ettim, bu zor yolculuk hususunda nefsim direndi ve bana güçlük çıkardı. Ben de nefsin bütün dünyevî arzularını bertaraf ederek Cenab-ı Hakk'ın huzûruna yöneldim!"[20]

Allah'a Vasıl Olabilmek

Velhasıl, Cenab-ı Hakk'a vasıl olabilmek için nefsin arzularını bertaraf etmek ve benliğin dik yokuşlarını aşabilmek zarurîdir. Zira bir mü'minin, enaniyet ve nefsaniyet tezahürü olan gurur, kibir, ihtiras, öfke gibi bütün manevî felaketlerden kendini koruyabilmesi, ancak kendi aslının "yokluk ve hiçlik" olduğunu layıkıyla idrak etmesine bağlıdır. Bu gönül kıvamına erebilenler için, çile ve ıztıraplar karşısında nefsin isyankar feryatlarını susturabilmek ve o imtihan tecellîlerinin hikmet tarafına teksîf olabilmek son derece kolaydır.

Nitekim Bayezîd-i Bistamî Hazretleri bir gün sokaktan geçerken yanlışlıkla üzerine kül dökülmüştü. Her tarafı kirlenen Bayezîd Hazretleri, hiçbir kızgınlık emaresi göstermedi. Bilakis Allah'a şükredip elleriyle yüzünü sildi. Ardından da bu hadiseyi hikmet ve ibret nazarıyla seyrederek:

"–Aslında ben ateşe müstahaktım, ama Cenab-ı Hak lûtfuyla beni affedip üzerime ateş yerine kül döktürdü de, beni manen îkaz buyurdu. Bunda ne üzülecek ne de kızacak bir şey var!" dedi.[21]

BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN ALLAH KORKUSU VE TAKVÂ HAYATI

Bayezîd g, Allah Teala'yı zikrederken büyük bir vecd ve istiğrak hali yaşardı. Namaz kılarken, adeta kemiklerinin çatırdadığı duyulurdu. Bu hal, onun Cenab-ı Hakk'a karşı duyduğu haşyetin ve ilahî emirlere bağlılığın bir eseri idi.[22]

Yalnızken bile Allah Teala'nın huzûrunda olduğunu düşünerek daima diz üstü otururdu.[23] Şöyle buyururdu:

"Otuz senedir her namaz kılarken kendimi, nefsanî arzularını hakkıyla bertaraf edememiş bir zavallı gibi hissettim."[24]

İki Şeyi Unutma
Bir kişi gelip:

"–Bana öyle bir şey öğret ki, kurtuluşuma vesîle olsun!" deyince Bayezîd-i Bistamî Hazretleri şöyle buyurdu:

"–Şu iki cümleyi aklında tut, ilim olarak bunu bilmen sana kafîdir:

1) Hak Teala sana şah damarından daha yakındır, her şeyi bilir ve görür. [O halde kendini daima ilahî kameraların altında bil!]

2) Allah Teala'nın senin ameline ihtiyacı yoktur. [Aksine senin O'na muhtaç olduğunun idraki içinde amel-i salih işlemeye bak!]"[25]

Bayezîd-i Bistamî Hazretleri ve Mecusi
Bayezîd-i Bistamî Hazretleri bir gün camiye gidiyordu. Yağmur yağmış, yollar çamur olmuştu. Ayağı kayınca düşmemek için oradaki duvara tutundu. Bu hengamede duvarı kirletmiş oldu. Sonra düşündü ve kendi kendine:

"–Henüz ezana vakit var. Önce duvarın sahibine gidip helallik alsam daha iyi olacak!" dedi. Gidip duvarın sahibini buldu. Meğer adam mecûsî imiş. Durumu anlatıp helallik diledi. Mecûsî hayretle:

"–Dîniniz gerçekten bu kadar dikkatli ve ihtiyatlı davranmanızı emrediyor mu?" diye sordu.

"–Evet!" cevabını alınca da:

"–O halde ben de Allah'a ve Rasûlü Muhammed Mustafa'ya (s.a.v.) îman ettim!" dedi. Bayezîd-i Bistamî Hazretleri'nin bu güzel davranışı bereketiyle o evdekilerin hepsi müslüman oldu.[26]

Bayezîd g, mescid ve tekkelerin haricinde hiçbir duvara yaslanmazdı. Derdi ki:

"–Hak Teala her bir zerrenin hesabını soracaktır. Şu (duvara yaslanıp ona zarar vermek ise) zerreden daha büyük bir haktır!"[27]

Bayram günleri dışında Bayezîd Hazretlerini oruçsuz gören olmazdı. O, bu halde iken Allah'a kavuşmuştur. Onun buna benzer daha nice fazîlet misalleri eserlerde nakledilmektedir.[28]

BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN ZÜHD HAYATI

Bayezîd-i Bistamî Hazretlerine göre zahid, hiçbir mal ve mülke sahip olmayan kişi değildir. Lakin asıl zahid, malını mülkünü kendine izafe etmeyen, hakîkatte hiçbir şeye malik olmadığı şuuru içinde yaşayan ve gönlünü fanî varlıklara esir etmeyen kişidir.[29]

Zira meşrû kazancıyla servet sahibi olan mü'min de Hak katında makbûl bir kuldur. Böyle kullar daima; "Mülk Allah'ındır, hepsi Rabbimiz'e aittir, bizler ancak birer emanetçiyiz." idraki içinde olup, sahip oldukları her şeyden Allah yolunda infak ederler. Fanî dünyanın aldatıcı oyuncaklarına gönül kaptırmaz, kalplerini dünya servetinin kasası olmaktan muhafaza ederler.

Şu ifadeler, Bayezîd-i Bistamî Hazretlerinin dünyaya bakış tarzını ne güzel hulasa eder:

"Dünyanın ne kıymeti var ki, ona karşı zahid davranmaktan bahsedilsin!"[30]

"Dünya, ehli için aldanış içinde aldanıştır. Âhiret, ehli için sürur içinde sürurdur. Allah'a muhabbet ise nurdan bir sürur ve nûr üstüne nûrdur."[31]

Dünya İle Âhireti Tercih Eden Kimselerin Vasıfları
Yine Bayezîd Hazretleri dünyayı tercih eden ile ahireti tercih eden kimsenin vasıflarını şöyle sıralar:

Dünyayı ahirete tercih eden kişinin:

– Cahilliği bilgisinden,

– Gafleti zikrinden,

– Günahı sevabından çok olur.

Âhireti dünyaya tercih eden salih kişinin ise:

– Sükûtu konuşmasından,

– Fakirliği zenginliğinden (yani kanaati hırs ve tamahından),

– Son nefes endişesi, sevincinden fazla olur. Kalbinde muhabbet galip olur. Sırrı, yakınlık makamında bulunur. Nefsi, hizmet bağıyla bağlanır. Kalbi, takva ve rıza-yı ilahî istikametinde olur. Rûhu, sohbetin ünsiyetiyle huzur bulur."[32]

Hakîkî zühde üç fasılda erdiğini ifade eden Bayezîd Hazretleri; "Birinci fasılda dünya ve içindekilere, ikinci fasılda ahiret ve içindekilere, üçüncü fasılda ise Allah Teala'dan gayri her şeye karşı zahid oldum, onları gönlümden çıkardım." buyurur.[33]

Yine bu hususta şöyle buyurmuştur:

"İlk hacca gittiğimde sadece Kabe'yi gördüm. İkinci gidişimde hem Kabe'yi hem de Kabe'nin Rabbi'ni gördüm. Üçüncü gidişimde ise sadece Kabe'nin Rabbi'ni gördüm."[34]

Manevî tekamül için kalbi dünya muhabbetinden korumak kadar, "az yeme"nin de ehemmiyetine dikkat çeken Bayezîd Hazretleri şöyle buyururdu:

"Açlık, bulut gibidir. Kişi az yemeye riayet edince, kalbi hikmet yağmurları yağdırmaya başlar."[35]

HÂLIK'IN NAZARIYLA MAHLÛKÂTA BAKIŞ TARZI

Ârifler Sultanı Bayezîd-i Bistamî Hazretleri, din kardeşlerine saygısızlık etmenin ve onları hor görmenin, insanın manevî hayatına çok büyük zararlar verdiğini ifade eder[36] ve şöyle buyururdu:

"Halka, avam nazarıyla bakan, yani onları hor ve hakîr gören kişi onlardan nefret eder. Halık'ın nazarıyla bakan ise onlara merhamet eder."[37]

Allah Şu 8 Şeyi İkram Etti

Bir kişi Bayezîd-i Bistamî Hazretlerine gelip:

"–Bu makamı ne ile elde ettin?" diye sormuştu. Hazret şu hikmetli cevabı verdi:

"–Şu makam iddiasını bırak! Lakin Cenab-ı Hak bana şu sekiz şeyi ikram etti:

1) Kendimi gerilerde, halkı ise benden önde gördüm. [Tevazû.]

2) O'nun kullarına olan şefkatimden ötürü, hepsinin yerine Cehennem'de yanmaya razı oldum. [Sonsuz bir şefkat.]

3) Hayatta hedefim daima, bir mü'minin gönlünü ferahlandırmak oldu. [Diğergamlık, îsar, din kardeşini kendine tercih etme.]

4) Bugünden yarına hiçbir şey saklamadım. [İnfak, cömertlik, tevekkül.]

5) Allah Teala'nın rahmetini kendimden çok insanlar için istedim. [Cenab-ı Hakk'ın Rahman sıfatının kulundaki zirve tecellîsi.]

6) Mü'minleri sevindirmek ve gönüllerindeki gamı gidermek için bütün gücümle gayret ettim. [Yalnızların, kimsesizlerin ve matemlerin civarında bulunmak.]

7) Şefkatimden dolayı, karşılaştığım mü'minlere önce ben selam verdim. [Selam, din kardeşine dua etmek, onun hakkında hayır dilemek, gönül almak ve muhabbet vesîlesi.]

8) Kendi kendime; «Eğer Allah Teala kıyamet günü beni affedip şefaat hakkı verirse, önce bana eza ve cefa edenlere, sonra iyilik ve ikramda bulunanlara şefaat edeceğim.» diye karar verdim."[38]

Aynı şekilde Hallac-ı Mansûr da kendisini taşlayanlar için:

"Ya Rabbî, onlar hakîkati bilmiyorlar, benden evvel onları affet!" diye dua etmiştir.

Mahlukata Bakış Tarzı
Bayezîd-i Bistamî Hazretlerinin Yaratan'dan ötürü yaratılanlara şefkat ve merhameti öyle geniş ve derin idi ki, mahlûkatın ıztırabını kendi ıztırabı bilirdi. Bir gün fena halde dövülmüş bir merkep görmüştü. Öyle ki hayvan kan revan içinde yerde yatıyordu. O kadar müteessir oldu ki, onun da yanlarından aşağıya doğru kan sızmaya başladı.[39]

Şüphesiz ki bu hal, Halık'ın şefkat nazarıyla mahlûkata bakış tarzının zirve noktasıdır.

Sultanü'l-Ârifîn Bayezîd-i Bistamî Hazretleri, bir yere seyahat ederken bir ağaç altında durup yemek yemişti. Ardından yoluna devam etti. Bir hayli yol aldıktan sonra torbasında bir karınca gördü ve:

"–Allah'ın bu mahlûkunu vatanından ayrı düşürdüm." diyerek geri dönüp karıncayı yerine bıraktı.[40]

Bayezîd-i Bistamî Hazretleri Nasıl Âriflerin Sultanı Oldu?
Yine Bayezîd Hazretleri bir gün müridleriyle daracık bir yoldan giderken karşılarına bir köpek çıkmıştı. O Ârifler Sultanı, geri çekildi ve köpeğe yol verdi. Müridlerinden biri, içinden:

"–Allah Teala insanı mükerrem (üstün ve hürmete layık) kılmışken, Bayezîd Hazretleri müridlerini geri çekip köpeğe yol verdi, bu ne acayip bir hal!" dedi.

Hazret, onun içinden geçenleri fark ederek şu îzahta bulundu:

"–Gönlümde öyle bir zuhûrat oldu ki, sanki köpek hal lisanıyla bana; «Benim kusurum ne idi ki ezelde köpeklik postunu sırtıma geçirdiler. Sen ne yaptın ki sana Âriflerin Sultanı hil'atini giydirdiler? Bu halin sırrı nedir?» dedi. İşte bunun için ona yol verdim."[41]

Tefekkür Nerede Yapılır?

Velhasıl bir mü'min, Allah'ın herhangi bir mahlûkunu gördüğü zaman tefekkür halinde olmalı; "Ben onun, o da benim yerimde olabilirdi." diyerek Cenab-ı Hakk'ın bu muazzam lûtuf, ihsan ve ikramına karşı şükrünü artırmalıdır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

"O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lûtuf olmak üzere) size amade kılmıştır. Elbette bunda tefekkür eden bir toplum için ibretler vardır." (el-Casiye, 13)

Kula düşen; son nefese kadar hamd, şükür ve zikir halinde yaşayabilmektir.

BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN KERAMETLERİ

Pek çok kerameti nakledilmekle birlikte Bayezîd-i Bistamî Hazretleri keramete değil, istikamete ehemmiyet verir ve şöyle buyururdu:

"Kendisine kerametler verilmiş, hatta havada bağdaş kurup oturan birini görseniz bile hemen ona aldanmayın! İlahî emir ve nehiylere riayet ediyor mu, ilahî hudutları muhafaza ediyor mu, şer'î hükümleri hakkıyla eda ediyor mu, ona bakınız!"[42]

Zira ilahî hükümlere riayet etmeyen kimselerden zuhûr eden fevkalade haller, keramet değil istidracdır.

Bir gün Bayezîd-i Bistamî Hazretlerine:

"–Su üstünde yürüyormuşsunuz!" dediler.

"–Bir çöp de su üstünde yüzer." cevabını verdi.

"–Havada uçuyormuşsunuz!"

"–Kuş da havada uçar."

"–Bir gecede Kabe'ye gidiyormuşsunuz!"

"–Bir cin veya şeytan da bir gecede Hindistan'dan Demavend'e gidiyor."

"–Peki o halde gönül erlerinin işi nedir?"

"–Allah Teala'dan başka kimseye gönül bağlamamak!"[43]

Hakîkaten kulluk hayatında mühim olan, keramete ulaşmak değil, Kerîm olan Cenab-ı Hakk'a vasıl olmaktır. Bu sebeple Allah dostları, fizikî kerametlere ehemmiyet vermemiş, onlara takılıp kalmayı hoş görmemiş, bütün himmet ve gayretlerini asıl keramet olan "istikameti muhafaza" üzerine teksif etmişlerdir.

Bayezîd-i Bistamî Hazretlerinin şöyle dediği nakledilir:

"Bir gün Dicle Nehri'nin karşı yakasına geçecektim. Nehrin iki yakası bana yol vermek için birleşti. Derhal kendimi toparladım ve Dicle'ye şöyle dedim:

«–Yemin olsun ki ben buna kanmam! Zira sandalcılar insanı yarım akçeye karşıya geçiriyorlar. (Ama sen, otuz yıldan beri mahşer için hazırladığım amel-i salihlerimi istiyorsun.) O halde yarım akçe için otuz yıllık ömrümü ziyan edemem. Bana Kerîm gerek, keramet değil!»"[44]

MÂRİFETULLAH

Ârifler Sultanı Bayezîd-i Bistamî Hazretlerine:

"–Ârifin alameti nedir?" diye sual edilince:

"–Allah Teala'nın zikrine ara vermemesi,[45] O'nun hakkını îfa etmekten yorulmaması ve O'ndan başkasıyla ünsiyet etmemesidir!" cevabını vermiştir.[46]

Yine şöyle buyurmuştur:

"Ne mutlu o kimseye ki, bir tek endişesi vardır (yani daima bir ve tek olan Allah'ı zikir halindedir). Kalbini; gözünün gördüğü, kulağının duyduğu malayanî şeylerle meşgul etmez. Kim marifetullah sırrına ererse, kendisini Allah'tan alıkoyan her şeyden yüz çevirir."[47]

Ona göre arif, uykusunda bile Allah Teala ile beraberdir, daima rıza-yı ilahîyi tahsil etmenin gayreti içindedir. Masiva ile meşgul olmaz, Allah Teala'dan başkasını aramaz.[48]

Bayezîd-i Bistamî Hazretleri, Hakk'a vuslat yolunun uzun, engebeli, med ve cezirlerle dolu olduğunu ve O'na vasıl olmanın kolay olmadığını her fırsatta ifade ederdi. Hakk'a erdiğini zannedenlerin, aslında henüz yolun başında olduklarını söyler ve kendisi için de; "Sayısız makamı geride bıraktıktan sonra bile, hala işin başlangıcında olup hakîkate eremediğimi gördüm!" buyururdu.[49]

MUHABBETULLAH

Bayezîd-i Bistamî Hazretleri, ilahî muhabbet deryasına dalmış, büyük bir Hak aşığı idi. Bir defasında Yahya bin Muaz ona mektup yazarak:

"–Burada biri var, muhabbet deryasından bir kase içti, ondan sonra bir daha susuzluk çekmedi!" demişti.

O Hak aşığı ise, Yahya bin Muaz'a şu cevabı yazdı:

"–Halinin zayıflığına taaccüb ettim! Burada biri var, bütün kainatın denizlerini yudumladığı halde hala: «Aman su! Daha yok mu?» diyor."[50]

Kişi vardır, marifetullah yolundaki susuzluğu bir bardak suyla gider. Kişi vardır, bu yolda deryaları içer de yine susuzdur. Bu hal, kulun manevî istiabını ortaya koymaktadır.

Bayezîd-i Bistamî Hazretleri bir gün:

"–Bütün insanlar hesaptan kaçarlar, ben ise Cenab-ı Hak'tan beni hesaba çekmesini istiyorum." dedi. Kendisine:

"–Niçin?" diye sorulunca, şu muhteşem cevabı verdi:

"–Belki Cenab-ı Hak, hesap esnasında bana; «–Ey kulum!» diye hitab eder, ben de «–Lebbeyk/buyur ya Rabbî!» derim. O'nun bana; «Ey kulum!» buyurması, benim için dünya ve içindekilerden daha sevimlidir. Sonra bana dilediğini yapsın!"[51]

Allah Aşıkları
Allah aşıklarının halini şöyle tarif ederdi:

"Cenab-ı Hakk'ın bazı has kulları vardır ki, eğer Cennet'te onları cemalinden birazcık mahrum bırakacak olsa, Cehennemliklerin azaptan kurtulmak için Allah Teala'ya yalvardıkları gibi, onlar da bu mahrûmiyetten kurtulmak için yalvarırlar."[52]

Cenab-ı Hakk'a şu münacatta bulunmuştur:

"İlahî, benim Sana olan muhabbetime şaşmıyorum, zira ben hakir bir kulum. Ben asıl Sen'in beni kulun olarak sevmene şaşıyorum. Çünkü Sen, Yüce bir Rab olduğun halde zelil bir kulu seviyorsun!"[53]

İlahi Muhabbet ve Tazim
Bayezîd-i Bistamî Hazretleri, ilahî muhabbet ve tazîmini ifade sadedinde de şöyle buyurmuştur:

"Otuz senedir devam ettiğim bir adetim vardır: Ne zaman Cenab-ı Hakk'ı zikretmek istesem, O'nun zikrini tazîm için ağzımı ve dilimi iyice yıkarım."[54]

Cenab-ı Hakk'ın zikrine gösterilen tazîmin Allah katındaki kıymet ve fazîletine dair şöyle bir hadise de nakledilir:

Büyük velîlerden İbrahim bin Edhem Hazretleri, bir ayyaşın pis kokulu ve bulaşık ağzını yıkamıştı. Bunu niçin yaptığını soranlara da:

"–Eğer yüce Allah'ın adını zikretmek için yaratılan dili ve ağzı bulaşık olarak bıraksaydım, hürmetsizlik olurdu…" demişti.

Sarhoş ayıldığında ona:

"–Horasan zahidi İbrahim bin Edhem senin ağzını yıkadı…" dediler. Bu durumdan mahcub olan ayyaşın gönlü de uyandı ve:

"−Öyleyse ben artık tevbe ettim…" dedi.

Bu tevbeye vesîle olan İbrahim bin Edhem Hazretleri'ne rüyasında Hak katından şöyle nida edildi:

"–Sen Biz'im için onun ağzını yıkadın! Biz de senin için onun kalbini yıkadık!.."

MÜMİNİN 10 VAZİFESİ

Bayezîd-i Bistamî g şöyle buyurmuştur:

Şu on şey, her mü'minin vazifesidir:

1) Farzları eda, nafilelere gayret.

2) Haramlardan ve şüphelilerden kaçınmak.

3) Allah için tevazû göstermek.

4) Din kardeşlerine bar olmayıp yar olmak. [Yani din kardeşlerine yük olmayıp bilakis onların yüklerini hafifletmek.]

5) İyi-kötü, herkese karşı dürüst davranmak, nasihat etmek. [Güzel bir İslam karakteri sergilemek.]

6) Allah Teala'dan kendisi ve ümmet-i Muhammed için mağfiret taleb etmek.

7) Her hususta Allah Teala'nın rızasını istemek. [Cenab-ı Hak'tan, niyetlerimizi de amellerimizi de rızasıyla te'lif etmesini niyaz etmek.]

8) Öfkeyi, kibri ve haddi aşmayı terk etmek.

9) Tartışma ve kabalığı bırakıp, nazik ve zarif bir mü'min olmak.

10) Kendi kendine; "Ölüme hazırlan!" diye nasihat etmek.

Şu on şey de, kişiyi koruyan birer kaledir:

1) Gözleri muhafaza etmek. [Zira kıyamet günü gözlerin ne kadar hayır, ne kadar şer seyrettiği açıkça ortaya konulacaktır. Cenab-ı Hak buyurur:

"Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik edecektir." (Fussılet, 20)]

2) Dili zikre alıştırmak.

3) Nefs muhasebesi yapmak. ["Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz!" talimatına uyarak her halini Kitap ve Sünnet ile mîzan etmek.]

4) İlimle amel etmek, bilerek yapmak, marifetullah'tan nasîb alabilmek.

5) Edebi muhafaza etmek. [Zira Mevlana Hazretleri buyurur: "Aklım, kalbime; «Îman nedir?» diye sordu. Kalbim ise aklımın kulağına eğilerek; «Îman, edepten ibarettir!» dedi."]

6) Bedeni lüzumsuz dünya meşgûliyetlerinden uzak tutmak.

7) Zaman zaman yalnız kalıp ilahî azamet ve kudret akışlarının tefekküründe derinleşmek.

8) Nefs mücahedesinde bulunmak.

9) İbadeti ve Allah yolunda gayreti artırmak.

10) Her zaman ve mekanda Sünnet-i Seniyye'ye tabî olmak…[55]

BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN VEFATI

Bayezîd-i Bistamî Hazretleri hicrî 234, mîladî 848 senesinde vefat etti. Hayatı boyunca yaptığı gibi son nefeslerinde de Allah'ı zikrediyordu. Sonra:

"–Ya Rabbî! Sen'i hep gafletle zikrettim, şimdi can gidiyor! İbadet ve taatim de hep zaaf ve gaflet içindeydi. Huzûr[56] ne zaman olacak, onu da bilmiyorum!" dedi. Sonra da zikir ve huzûr halinde rûhunu teslîm etti.[57]

BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN KABRİ NEREDEDİR?

İran'ın Bistam kasabasında sade ve mütevazı bir türbesi, muhtelif yerlerde de makamları vardır.

BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN BAZI HİKMETLİ SÖZLERİ

"Sûfî; Kur'an-ı Kerîm'i sağ eline, Sünnet-i Seniyye'yi sol eline alan; bir gözüyle cennete, öbür gözüyle cehenneme bakan; dünyayı alt tarafına, ahireti de üstüne dolayarak ihrama giren ve ikisinin arasından; «Lebbeyk Allahümme lebbeyk! / Buyur Allah'ım! Emrine teslîm ve hazırım!» diye Mevlasına koşan kişidir."[58]
"–Hakk'a giden yol nasıldır? O'na nasıl ulaşılır?" diye sorulduğunda, Bayezîd-i Bistamî Hazretleri şöyle buyurmuştur:
"–Benliğini yok ettiğinde vuslata erebilirsin!"[59]

"İnsanların Hakk'a en yakın olanı; halkın cefalarına katlanan, onların ihtiyaçlarını merhametle yüklenen ve ahlakı en güzel olandır."[60]
"«La ilahe illallah» sözü Cennet'in anahtarıdır. Fakat şu bir gerçektir ki dişleri olmayan anahtar, kapıyı açmaz. Kelime-i tevhîd anahtarının dişleri ise şunlardır:
1) Yalan, iftira, dedikodu, gıybet ve boş sözlerden arınmış bir dil.

2) Hîle ve desîselerden, günahların kasvetinden arınmış bir kalp.

3) Haram ve şüpheli şeylerden temizlenmiş bir mide.

4) (Gurur, kibir, gösteriş gibi) nefsanî arzulardan ve bid'atlerden arındırılmış amel-i salihler."[61]

"Çok zikir; adedi fazla olan değil, gafletten sakınarak ve huzûrla yapılan zikirdir."[62]
"Allah'ın velî kullarını sev, sevgini belli et ve kendini onlara sevdir ki onlar da seni sevsinler. Allah Teala her gün ve her gece evliyasının kalbine yetmiş kez nazar eder. Ola ki bir velîsinin kalbinde senin ismine de nazar eder de seni sever ve günahlarını affeder."[63]
"Tasavvuf; nefsanî arzulardan temizlenmek, kalbi Cenab-ı Hakk'a ram etmek, bütün güzel vasıflarla ahlaklanmak ve daima Allah'ın rızası istikametinde olabilmektir."[64]
"Kalbimi semaya götürdüler. Bütün melekûtun çevresini dolaşıp geri döndü. Kalbime:
«–Oradan ne getirdin?» diye sordum:

«–Muhabbet ve rıza! Zira orada bunların revaç bulduğunu müşahede ettim.» dedi."[65]

[1] Bistam, İran'da, Tahran ile Meşhed arasında, Tahran'ın 410 km doğusundaki Şahrud Şehri'nin 6 km kuzeyinde tepelerde kurulmuş bir kasabadır.

Kafkas kartalı Şeyh Şamil kimdir?

İskilipli Atıf Hoca kimdir?

Sabit bin Kurra kimdir?

Hoca Ahmet Yesevi kimdir?

Ali Semerkandî hazretleri kimdir?

Abdülhakim Arvasi kimdir?

Akşemsettin kimdir?

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî Hazretleri Kimdir?

Bir beyit ile hayatı değişen Davud-i Tai kimdir?

Padişahların ardınca yürüdüğü Gönül sultanı kimdir?

Davud-i Tai kimdir

Mehmet Zahit Kotku kimdir?