Beytül Hikme Sempozyumu

Geçen hafta sonu İnsan ve Medeniyet hareketi bünyesinde faaliyetine yeni başlayan Beytül Hikme İslam Düşüncesi Enstitüsü kuruluşundan uzun bir süre geçmeden Uluslar arası bir sempozyum gerçekleştirdi. Cuma günü açılış konuşmalarıyla başlayan sempozyum, açılış oturumu ile başladı. Sempozyum cumartesi ve pazar günü de hız kesmeden devam etti.

Böyle bir sempozyumun hazırlanmasında hiç kuşkusuz çok insanın emeği vardır. Bu vesile ile öncelikle İnsan ve medeniyet hareketi bünyesinde çalışan tüm arkadaşlara teşekkürü bir borç bilirim. Beytül Hikme İslam Düşüncesi Enstitüsü’nün bu faaliyeti ortak bir çabanın ürünüdür. Sempozyum düzenleme kurulunda yer alan başta mesai arkadaşım Fatih Büyükkara olmak üzere, Cem Şenel, Semih Şenkardeşler, M. Nasır Demir ve Duygu Karakaş Aydın’a kalbi şükranlarımı sunarım.

Aradan geçen bir haftalık zaman içerisinde sempozyum için çok olumlu geri dönüşler aldım. Gerçekten sempozyum tüm içerikleriyle birlikte bir karşılık buldu. Yapılan canlı yayın oldukça fazla sayıda izleyici tarafından takip edildi. Daha sonra sempozyumu istemek isteyenler linklerini yoğun olarak sormaya devam etmektedirler. Bu ilgi bizi ziyadesiyle memnun etmiştir. Fakat aynı zamanda geleceğe doğru bu ilginin sorumluluğunu yüklenerek faaliyetlerimizi sadra şifa olacak derecede sürdürmemiz gerekmektedir.

38 bildirinin sunulduğu ve tartışıldığı sempozyumun ana teması “İslam düşüncesinin meseleleri” idi. Dokuz oturumda farklı temalar ele alınıp incelendi. İslam düşüncesinin konumu, niteliğinden, ahlak ve estetiğe, kozmoloji, bilim anlayışından İslam düşüncesinin referanslarına, metodolojiden hakikate, dindarlıktan aile ve iktisada kadar geniş bir tayfta sunumlar gerçekleştirildi. Aslında bu durum İslam’ın da insanı nasıl çepeçevre kuşattığının bir göstergesi olarak okunmalıdır.

Sadece İslam dünyası değil küresel ölçekte dünya bir kriz içindedir. Bu krizi ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel tezahürleriyle izlenebilmektedir. Öyle ki, insanlık sorunu haline gelen olaylar krizin derinliğini göstermesi bakımından anlamlıdır. Dünya insanı arasında ekonomik bölüşüm giderek çarpık hale gelmekte, insanlar yoksullaşmakta, yoksunlaşmakta ve borçlandırılmaktadır. Dünya siyaseti giderek kuralsızlaşmakta, güvenlik merkezli hale geldikçe insan ezilmektedir.

Hele post/modern dünya değerler dünyasını tarumar etmiş durumdadır. Aile kavramı “imdat” çığlıklarıyla yardım talep etmektedir. İnsanlar arasında hazcı yaşam biçimi öne çıkarken tüketim çılgınlığı yaygınlaşmakta, borçlandırılan kitleler şizofrenik bir parçalanmışlığa doğru hızla gitmektedirler. Krizin derinliğine dair örnekleri uzatmak mümkündür.

İşte tam da böyle bir konjonktürde İslam düşüncesine olan ihtiyaç artık “acil” kodlu olarak düşünülmelidir. Tarihsel süreçte peygamberler insanlığın kriz dönemlerinde nasıl “tevhid” paradigması etrafında bunu aşmaya çalışmışsa, bugünün Müslüman âlimleri bu peygamberi misyonu üstlenerek insanlığa İslam’ın önerilerini en iyi temsille sunmak durumundadırlar. İnanıyoruz ki, insanlık bugün tekrar İslam’ı beklemektedir. Yağmurdan sonra yeryüzünün dirilmesi gibi İslam da insanlığı diriltecek ve içinde bulunduğu krizden kurtaracaktır.

Fakat bu otomatik bir mekanizma değildir. Dolayısıyla İslam düşüncesinin bugünün diliyle ve problemlere çözümler ve yaşam tarzı öneren çalışmalar sunması gerekmektedir. Sempozyumda net bir şekilde ortaya çıkmıştır ki, Müslüman âlimler hem geçmiş müktesebatlarını hem de kendileri dışında bilgi ve birikimi kritik ederek bu önerileri yapmak için çok çalışmak durumundadırlar. Allah’ın (CC) koymuş olduğu ilke budur.