BERLİN Duvarı'nın yıkılması ve SSCB'nin dağılmasından sonraki dönem, malumunuz farklı bir kıvamda seyretti. Ortaya konan YENİ KONSEPT gereği başlatılan islamafobia akımlarını, Afganistan müdahalesi, Irak işgali ve Suriye'nin belli saiklerle bir harabeye dönüşmesi izledi. Lakin daha çok kazanmak, daha çok hükmetmek, daha çok güçlenmek, kısacası var olabilmek için yedekte daima bir veya birkaç "düşman" bulundurmaları gerekiyordu. İran şimdilik bu iş için biçilmiş kaftandı belki ama Doğu'ya kayan güç dengesini tersine çevirebilmek adına da önlemler alınmalıydı.
Belli gerekçeler ileri sürerek kendi kamuoylarını İKNA ETTİKLERİ İran'ın yanına, Çin, Rusya ve diğerlerinin eklenmesi işte bu doğrultuda devreye girdi. Ne var ki beraber yürüdükleri bazı küresel ailelerle yaşanan ayrılık da, mevcut duruma bir nevi zemin hazırladı. O nedenle günümüzdeki ekonomik savaşlara, Suriye'nin doğusuna, Akdeniz'deki mücadeleye ve hatta Karadeniz'deki restleşmelere bu perspektifte bakmak hiç de ütopik sayılamaz. Zira her biri ayrı meseleler olduğu düşünülse de, aslında bir bütünün parçaları (bölgenin gaz, petrol, yeraltı kaynakları ve muhtemel iletim güzergahları) olduğu ayan beyan ortada. Bunu kontrol edenin ise paradan ziyade yeni düzende SİYASİ ÜSTÜNLÜK kazanması kuvvetle muhtemel…
ABD'nin Avrupa'daki zaafiyeti
Bu açıdan değerlendirilirse bahsettiğimiz tek merkezci hegemonik anlayış için, Avrupa'ya sağlanacak enerji konusunun ne derece önem arz ettiği tartışılmaz konumdadır. Çünkü ABD'nin, Avrupa politikasında tesis ettiği BELİRLEYİCİ ROLDE ZAFİYETE UĞRAMAMASI birazda buna bağlı şekilleniyor. O yüzden de Avrupa'nın gaz ihtiyacını ilk etapta yakın ilişkiler kurduğu Ukrayna'dan, sonrada Akdeniz'den karşılanması planlarında hep başrol oynadı. Aksi takdirde Avrupa'da yaşanacak bir eksen kaymasının, ağır bir siyasi faturaya karşılık geleceği sadece bir tahmin olmaktan çıkacaktı.
Fakat Karadeniz 'de geldiğimiz aşamada; Kuzey Akımı-2 ve özellikle de TÜRK AKIMI PROJESİ, tüm PLANLARINI BOZMUŞ olacak ki hem Ukrayna'dan, hem de ABD'nin yetkili ağızlarından "Karşıyız!, Durdurulmalı!" mealinde açıklamalar bir birini kovaladı. Akabinde ise Ukrayna-Rusya krizi gündeme bomba gibi düştü. Zamanlaması açısından dikkat çekici bu gelişme karşısında, Rusya'nın tarihi sabıkasından dolayı, Avrupa'nın güvenliğini tehdit eden bir ülke olarak tekrar hatırlatıldığı da şüphesiz. Tabi ABD'nin klasik koruma refleksiyle Türk Boğalarını kullanarak Karadeniz'e donanma göndermek istemesi de bir o kadar manidar. Kaldı ki bunun Türkiye-Rusya diyaloğuna darbe vurabileceğini hesap etmemeleri imkansız.
Çin'in konuya yaklaşımı
Anlattıklarımızın bir diğer cüzü de "Suriye denkleminde cereyan etmekte" dersek katiyen yanılmayız. Hedefte her ne kadar terör gösterilse de Çin'in İpekyolu projesini engellemek, İran'ı saf dışı bırakmak, D. Akdeniz' ele geçirmek, Türkiye'yi sınırlamak ve Suriye'den İran hududuna uzanan bir terör koridoru inşa etmek için her şeyi masaya sürdükleri net. En son ABD'nin, Suriye'nin kuzeydoğusuna gözlem noktaları kurulacağını ilan etmesi de bu minvalde okunabilir elbette. Bahane ise hazır! Türkiye'yi DEAŞ gibi radikal unsurlardan veya diğer tehditlerden korumak… Şaka gibi değil mi?
Astana Süreci'nin geleceği
Hülasa Jeffrey'nin "Astana sürecinin fişini çekme zamanı geldi" ifadesine bakılırsa, belli ki ABD'nin coğrafyada istediğini alana kadar oyunu bitmeyecek... Yani Avrupa kargaşaya sürüklendiği, Ukrayna-Rusya krizinin derinleştiği ve Suriye'de kaos devam ettiği sürece, uyguladıkları stratejilerde sonuç alacaklarını umdukları açık. Peki, Devletimizin duruşu hangi noktada derseniz? Bunu Sn. Hulusi Akar'ın Jeffrey ile olan görüşmesinde dile getirdiği; "uluslararası hukuk ve anlaşmalardan kaynaklı hak ve menfaatlerin korunmasındaki kararlılık, ABD'nin YPG/PKK ile ilişkisini sonlandırması, gözlem noktalarından vazgeçilmesi ve bir terör koridoru oluşmasına asla müsaade edilmeyeceği" gibi hususlar ipucu niteliği taşıyor. Buna ilaveten son MGK bildirisinde DOĞU AKDENİZ ve EGE DENİZİ'nde ki gelişmelere atıfta bulunulmasını da aynı çerçevede okumak mümkün.
Vesselam…