Diğer

Bize ne oldu?

0

Şükrü Kahraman sukrukahraman45@gmail.com

Öncelikle 'Bize Ne Oldu?' sorusunu cevaplandırmadan evvel yazıma Arif Nihat Asya'nın 'Bize Bir Nazar Oldu' isimli şiiriyle başlamak istiyorum. 'Bize Ne Oldu' sorusuna cevap niteliği taşıyabilecek şiirinde Üstat bakın neler söylüyor;

Bize bir nazar oldu Cumamız Pazar oldu

Ne olduysa bize hep azar azar oldu

Ne şöhretten hastayız, ne de candan hastayız

Ne ruhça ne vücutça, ne de kandan hastayız

Avrupa'ya bir değil iki pencere açtık

Uzun yıllardan beri cereyandan hastayız

Batı batı diyerek eyvah hep batıyoruz

Yaklaştıkça her sene öz yurdumda yılbaşı

Yapılır milletime Frenkçe sahte aşı

Buna ağlar ağacı hem toprağı, taşı

Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz

Sen Hıristiyan mısın? Diye sorsan darılır

Yılbaşında hindi kaz yemesine bayılır

Çam deviren hindi ki nasıl mümin sayılır

Bilmiyoruz çoğumuz ne edip yapıyoruz

Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz

Evet, Üstadın şiirinde de ifade ettiği gibi, bize bir nazar olmuştu. Bu nazarın neticesinde öz kültürümüze giden tüm damarlara neşter vurulmuştu. Cumhuriyet'in kurulmasından sonra, ülkeye sözde demokrasi kılıfı altında birçok yasak ve toplumu öz kültüründen koparmaya yönelik bir takım uygulamalar yürürlüğe girmişti. Bu uygulamaların şüphesiz en can alıcısı 1 Kasım 1928'de gerçekleştirilen 'Harf İnkılabı' olmuştu. Yüzyıllardır Osmanlıca ile yazıp çizen, tarihinin ve edebiyatının en nadide eserlerini Osmanlıca ile vermiş, her şeyden önemlisi de, tarihin kendisine yüklediği misyonu Osmanlıca ile yerine getirmiş Türk milletinin, çok farklı amaçlarla gerçekleştirilen bu sözde devrim ile kültürel ve tarihi bağlarına öylesine keskin bir bıçak darbesi vurulmuştu ki…

Dil üzerinde yapılan bu elim tahribatın etkileri dalga dalga tüm kültürel unsurlara da yansımıştı şüphesiz. Öyle ki toplumun gelenek ve göreneklerinden hayat tarzına, dünyayı algılayışına dek her şey batıya uydurulmaya çalışılıyordu.

Oysaki zihinlerden ve gönüllerden silinmeye çalışılan Osmanlı medeniyetinde terk ettiğimiz o kadar anlamlı ve kendimize has, dünyayı kendimize hayran bıraktırıp, derin bir saygı uyandıran o kadar çok hasletlerimiz vardı ki… İşte Osmanlı medeniyetinin hayranlık uyandıran bazı incelikleri;

Bizi biz yapan özelliklerimiz

* Osmanlı medeniyetinde şehirler kurulurken, nasıl ki bir suya taş atıldığında halkalar merkezden çevreye doğru yayılır. Aynı şekilde de önce bir mabet yapılır ardından da ev ve işyerleri bu mabetlerin çevresine inşa edilirdi.

* Eğer bir Osmanlı evinin camında sarıçiçek varsa bu benim evimde hasta var. Ey satıcılar veya sokaktan geçenler sakın yüksek sesle bağırıp ta, bu hastamı rahatsız etmeyesiniz demekti. Eğer bu sarı değil de kırmızı bir çiçekse bu evde evlilik çağına gelmiş genç bir kız vardır. Sokaktan geçen gençler ölçüsüz laflar edipte hanımefendiyi mahcup etmeyesiniz anlamına gelirdi.

Hayat elbette ki faniydi. Bu sebepten evlerin duvarlarına 'Ey Allah'ım bütün mülk senindir. Ben kapının bir kölesiyim. Her şey sendendir. Benim ise sahibi olduğum hiçbir şeyim yoktur' manasına gelen 'Ya Mali kül Mülk' lafzını asarlardı.

* Osmanlı'da işyerlerinin kapı tokmaklarında 'Ya Fettah' tabelası bulunurdu. Yani bütün kapalı kapıları açan ve sıkıntıları gideren. Günümüzde ise birçok işyerinin kapısında 'itiniz' yazar. Bu da medeniyetimizin nereden nereye doğru değişim yaşadığını gösteren dikkat çekici bir durumdur.

* İnsanımız eskiden edeplerindeki incelikten 'ışığı yak' demezlerdi. Zira yakmak olumsuz bir anlam ihtiva ettiğinden onun yerine 'ışığı uyandır veya ışığı dinlendir' derlerdi.

* Eskiden eve bir misafir geldiği zaman ev sahibi misafirlerin ayakkabılarının burunlarını dışarıya doğru değil de, içeriye doğru baktırırdı. Böyle yaparak misafire 'biz sizin misafirliğinizden çok hoşnut kaldık, evimizi yeniden şereflendirmenizi bekleriz' mesajını vermek isterlerdi.

* Yine eve bir misafir geldiği zaman kahvenin yanında mutlaka su ikram edilirdi. Misafir aç ise suyu, tok ise kahveyi alırdı. Eğer suyu alırsa ev sahibi bunu anlar, hemen sofra kurup misafirine ikramda bulunurdu.

*Osmanlı insanları, kurdukları vakıflarla sadece insanları değil, hayvanları da düşünmüşlerdi. Kuşlar için uçuş güzergahlarında yaralanıp düşmeleri halinde onların tedavisini yaparak sürülerine yetiştirmek üzere çalışmalar yapan 'Göçmen Kuşlar Vakfı', kışın kar ve buzdan yerlerde yiyecek bulamayan kuşlar içinde 'Darı Vakfı' kurmuşlardı.

*Osmanlı kültüründe çarşıda büyüklere hürmeten bir yaşlı zatın yanından geçip gidilmezdi. Ancak onun 'Geç oğlum ben yavaş yürüyorum' deyip müsaade vermesinden sonra gidilirdi.

* Evde kimse ayakta yemek yemez, önce eller yıkanır, sofraya hep beraber oturulur, evin büyüğü yemeğe başlamadan kimse yemeğe başlamazdı. Evin büyüğü de yemeğe başlarken herkesin hatırlaması için besmeleyi yüksek sesle çeker, sofradan 'hayırların fethi, şerlerin defi' için Fatiha okunmadan kalkılmazdı.

Günümüzde bu güzel hasletlerin hangi birine sahibiz? Kültürümüzün gereği olan bu kazanımların hangi birini hayatımıza aktarabiliyoruz? Ve tüm bunlarla birlikte hangi birimiz Osmanlı medeniyeti mirasını hakkıyla taşıyabiliyoruz? Bana kalırsa, bu medeniyet mirasının üzerimizdeki sorumluluğunu taşıyabilme ölçüsünde geleceğimizle ilgili ümit var olabiliriz…