Diğer

Bugün tarih Ali Şükrü Bey -2-

0

Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey'in 27 Mart 1923 Salı günü Mustafa Kaptanla birlikte oturdukları Karaoğlan Çarşısı'nda Kuyulu Kahvehaneden kalkıp gitmesi sonrasında vuku bulan gaybubeti (yokluğu) nedeniyle kardeşi Deniz Yarbayı Şevket Bey'in Türkiye Büyük Millet Meclisine başvurması neticesinde Türkiye Büyük Millet Meclisince emrolunan geniş çaplı ve hassas bir taharriyat süreci başlatılmıştır.

Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey'in gaybubeti (yokluğu) ve sonrası gelişen vakalar ile nihayetinde bulunması anına denk düşen sürece dair dönemin diğer gazetelerinde de anlatımlar söz konusu olsa da hadise-i elem ile ilgili en kapsamlı bilgilerin yer aldığı İkdam Gazetesi Muhabirinin haberine ait ilk bölüm, gazetenin orijinal arşiv evraklarından müteşekkil olarak bu yazımda nakledilmiştir.

Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey nasıl öldürüldü?

Merhumun cesedi çok şayanı hayret tahkikat neticesinde Ankara'dan saatlerce uzak bir yerde, hiç belli olmayacak surette gömülmüş olarak bulunmuştur.

Taharriyata İştirak Eden "İkdam Muhabiri Mahsusunun" Müşahedesi

Ankara 2 Nisan, Muhabir Mahsusumuzdan: Bu esrarengiz karışık hadisenin teferruatını bildireyim:

Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Mustafa Kaptanla birlikte oturdukları kahveden kalkıp gitmişler. Ali Şükrü Bey akşam bir daha Tan Matbaasına avdet etmemiştir. Şimdi; anlaşıldığına göre Ali Şükrü Bey zaten o akşam Osman Ağa'nın evine davetli imiş ve yarım saat tehir ettiğini görünce Mustafa Kaptan kendisini bulmaya gelmiş, kahveden alıp götürmüştür.

Acı Sesler:

Kendisinin o gece gelmediğini gören arkadaşları, hükümete müracaatta bulunarak meseleyi izah etmişlerdir. Ertesi gün öğleyin meseleye vakıf olan zabıta tahkikata başlıyor. Evvela Mustafa Kaptan isticvab ediliniyor. Osman Ağa'nın evine gidilerek bazı meseleler hakkında tahkikatta bulunmak üzere evi taharrî edeceğini söyleyen bir zabıtaya, Osman Ağa nezaketle müsaade ediyor. Evin taharrisi neticesinde hiçbir emare elde edilemiyor. Karışık şüpheli hiçbir iz görülemiyor. Ancak minderin üstünde telve ve kahve izleri müşahede olunuyor ve odada kırık ve hasırları zedelenmiş bir iskemle görülüyor.

Komşulardan yapılan tahkikatta evin bitişiğinde oturan birkaç kadın, acı feryatlar duyduklarını "Ah anacığım!… Ah yapmayın!…" diye inleyen sesler işittiklerini söylüyorlar. Kadınlar bunu tavsîf ederken "bir canavar sadasına benzettik" demişlerdir. Kadınlar bundan korkarak ve erkeklerinin de eve henüz gelmemiş olduğunu görerek karşıki komşularının evine iltica etmişlerdir. Ertesi gün Osman Ağa, yemekten sonra meclisin idare odasına gelerek orada İstanbul Mebusu Şükrü Bey'e rast gelmiş; birçok mebuslarla görüşmüş, koridorda gezinmiştir. Akşama doğru avdet ettiği ve karanlık basınca iki süvarinin evinden çıkarak karanlığa doğru gayb oldukları müşahede olunmuştur. Osman Ağa cinayetten bir gün sonra kadınların gürültüyü duyduklarını sezdiği cihetle, kadınları çağırarak evvelki akşamki meseleden bahsetmiş ve demiştir ki: Dün akşam Çankırı Kapısı'na (umumhanelerin bulunduğu yer) giderek, sarhoş olarak dönen iki neferimi dövdüm. Mesele bundan ibarettir. İşte bunlar anlaşılınca gerek Osman Ağa'nın gerekse akrabasından Mustafa Kaptanın ve Emir Berinin tevkifleri müdde-i umumilikte talep olunmuş ve tevkif müzekkereleri Müdafaa-i Milliye vekaletine tevdi edilmiştir. Mustafa Kaptan ve Emir Beri tevkif olunabilmiş, fakat Osman Ağa firara muvaffak olmuştur.

Ceset:

Osman Ağa'nın evinin taharriyatı neticesinde gerek kahve telveleri gerekse kırık iskemle ve zedelenmiş hasırı ve komşulardan duyulan sesler ve bilhassa Mustafa Kaptanın Ali Şükrü Bey'i kahveden alıp götürmesi, zabıtaya bu vakanın muhakkak Osman Ağa'nın Koyunpazarı'ndaki evinde ifa olunduğunu göstermekte idi.

Bilhasaa Osman Ağa'nın ibtida evini taharrî etmeleri için müsaade ettiği halde tevkif müzekkeresinin çıktığı anda ortadan gaybûbeti şüpheleri kuvvetlendiriyordu. Bu suretle zabıta, Ali Şükrü Bey'in sağ salim bir yere götürülmediğini anlamakta zorluk çekmemişti, öldürülmüştü. Nasıl ve nereye götürülmüştü? Zabıta ile teşriki mesai eden jandarmanın bu işlerde vukufu olan tecrübedîde zabıta neferleriyle birlikte taharriyata koyuluyorlar. Ankara'nın her tarafı taharrî edilmişti. Cesedin ya bir dereye, ya kuyulara veyahut da bir çukur kazılarak içine saklandığı muhakkak gibidir. Fakat Ankara'nın hangi tarafında böyle bir cesedin ihfa olunabileceği mesele idi.

Ayaş ciheti vardı ki Osman Ağa'nın evine mesafe (uzak kalıyordu) geliyordu. Coğrafi tetkik nazarından arazinin düz olması itibariyle bu işe müsait değildi. Osman Ağa'nın evinin Koyunpazarı'nda olması, Cebeci mevkîne yakın olması, o cihetlerden birine götürüldüğü ihtimalini daha ziyade arz ediyordu. Bu suretle zabıta Ayaş cihetlerini değil, Cebeci'nin arka taraflarını, bağların civarını, şehre birer, ikişer, üçer saatlik mesafede bulunan köyler etrafını arıyor veyahut da cesedin o civardaki derelerden birine atıldığını ve daha kuvvetli bir ihtimal ile kuyulara bırakıldığını zan ediyordu.

Zabıta bu suretle şehre dörder beşer saat mesafede bulunan bilumum kuyulara çengel atarak taharrî etmiş ve nihayet kuyularda böyle bir ceset olmadığı meydana çıkmıştır.

Köy civarları, dere kenarları, dağ sırtları - tepeleri, çalılıklar, taş altları, kaya araları birer birer, yorulmaz bıkmaz bir azim ile zabıta tarafından taharrî olunmuş ve pazar günü öğleye kadar bu taharriyatın neticesinde bir emare elde edilememiştir. Jandarma Mülazım Erlerinden Kemal Bey dün maiyetindeki müfreze ile birlikte Mühye Köyü civarında tahkikata koyulmuştur. Mühye Köyü civarı fazla tenha olmak itibariyle böyle bir vakaya esasen çok müsait görülüyordu.

Kemal Bey esasen her akşam "ben bu vakayı meydana çıkarmadan, mühim bir emare elde etmeden dönmeyeceğim. Geceleri mehtaptan istifade ederek taharriyatı ilerletecek, ne olursa olsun bu meseleyi meydana çıkaracağım" demişti. Mühye Köyü'nü geçtikten sonra Kemal Bey arka yolda bir araba izi elde etmiş ve izi takip ederek yürümüştü. İz öyle bir şekilde devam etmekte imiş ki; bir arabanın gidip ancak aynı izleri takip ederek ve şayan-ı hayrettir ki, sanki dikkatle ve kasten aynı izin takip edilmesi istenmiş gibi arabanın gidip dönme izleri aynı çizikleri teşkil ediyormuş. Hatta işin garib ciheti, arabanın durduğu yerde ve izlerin nihayet bulduğu noktada arabanın döndüğüne dair yeni bir iz, bir dönemeç hattı görülmemekteymiş. Bir suretle arabanın o noktaya kadar geldiği ve orada çok kurnazcasına çevrilerek, ihtimal kaldırıp döndürülerek aynı izlerden geriye döndüğü pekala anlaşılıyordu.

Kara Sinek:

Kemal bey maiyeti efradını o noktadan muhtelif civarlara saldırmış bir iz bulmalarını, kabarık toprak çukur veyahut da ceset gördükleri taktirde haber vermelerini tembih etmişti. Efrad bir saat devam eden taharriyat neticesinde amirlerine hiçbir şey elde edemediklerini haber vermişler, bu sefer Kemal Bey maiyeti ile yavaş yavaş şüphelendiği menatıka doğru yürümeye başlamış ve Mühye Köyü'nün şarkında Dikmen Deresi'nin tam başlangıcında me'mûl edilmeyen bir mahalde toprağın iri kum tanelerini andıran bir yerinde sert bir yerde yavaş yavaş etrafı ve yeri tetkik ede ede yürürken, Kemal Bey birden bire aynı toprağın yumuşadığını hissetmiş ve yere doğru nazar ederken birdenbire kara bir sineğin ansızın havalandığını müşahede etmiştir. Kemal Bey tecrübesinden, zekasından istifade ederek yumuşak toprak ve sineğin kalkması hadiseleri üzerine şüphelerini o noktada temerküz ettirmiştir. Toprağa dikkat etmiş, muayene etmiş bunun sert fakat ayrı kum tanelerini andıran pişkin toprak olduğunu görmüştü.

Sineğin bu hali arazide bulunması, şüphesini daha çok kuvvetlendirmişti. Zira cesedin etrafında karasineğin bayramı olduğunu pekala biliyordu. Toprağın fazla pişkin olması, güneşin tesiriyle uyanmış kısmını dokunulmuş yerlerden zahirde fark ettirmiyormuş. Fakat ayakla muayene edildiği zaman ancak yumuşaklık his olunuyormuş. Her halde Kemal Bey mühim bir noktaya temas ettiğini his etmişti. Ellerinde ne kazma ne de kürekleri varmış. Eski sistemdeki eğerlerinin büyük bir yardımı dokunacaktı. Kemal bey, atından eğerini çıkartmış kazan ismi verdikleri eski biçim üzengi ile yumuşak yeri eşmeye başlamıştı. Beş dakikalık bir faaliyet neticesinde üzengi sert bir yere dokunmaya başlamış, faaliyet ilerlemiş, bir torba ucu aralığında gözüken siyah bir ayakkabı meydana çıkmıştır.

Ceset Karşısında:

Bu yeni konmuş bir ceset ve çok muhtemel ki, muhtemel değil belki de emniyet etmişti ki, Ali Şükrü Bey merhumun cenazesi idi. Çukur bu suretle açılmış ve bir paltoya sarılmış beyaz bir hastahane torbası içinde bir ceset elde edilmişti. Ceset çıkartılmış ve çukurun yarım metre derinliğinde olduğu görülmüştü. Cesedin baş tarafı torba içinde çukurun dibine sokulmuş, üst tarafta torbanın ağzında ayakları vardı. Torbanın ağzı kendi bağıyla bağlandığı halde üstüne bir de çamaşır ipi sarılmıştı.

Kemal Bey bir cesedin bulunduğunu, şehre birkaç süvari yollayarak haber vermiş ve tahkik heyetinin derhal gelmesini istemişti.

Cesedin bulunduğu mahalde hukuki nokta-i nazardan alî hale muhafaza edilmesi ve tahkik heyetinin gelmesinin beklenmesi icap ederken Kemal Bey ani bir hadiseye, belki de hazırlanmış bir vakaya mahal vermemek için cesedi yarım saat mesafede bulunan Mühye Köyü'ne götürmeyi muvaffık bulmuş, cesedi taşıtarak köyün camine koymuştu.

NOT: Trabzon Mebusu Merhum Ali Şükrü Beyin bulunmasına dair nakledilen bu bilgiler dönemin İkdam Gazetesinin orijinal Osmanlıca arşiv kaydına bire bir sadık kalınarak tercüme edilmiştir.

Devam edecek…