Çağımızın en büyük problemi: Ahiret inancının kaybı

İnsanlık, tarihin hiçbir döneminde bugünkü kadar şaşkın, hoyrat ve istikametsiz olmamıştı. Ne ilimle ulaşılan zirveler, ne teknolojiyle kurulan dünyalar, ne de ekonomiyle inşa edilen saraylar insanın içindeki boşluğu doldurabildi. Çünkü çağımızın en büyük problemi; ahiret inancının buharlaşmasıdır. İnsan, sonsuzluğu unuttuğunda, dünyayı her şey zanneder. İşte bu vehim, çağdaş insanı hem bencil, hem zalim, hem de mutsuz kılmıştır. Ahirete inanmayan bir insan için hayat; tesadüflerle başlayan, belirsizliklerle süren ve yoklukla sona eren bir trajediden ibarettir. Oysa mümin bilir ki; hayat bir imtihandır, ölüm bir son değil, bir başlangıçtır. Hesap vardır, mizân vardır, ceza ve mükâfat vardır.

"Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Kim de zerre kadar şer işlerse onu görür."

(Zilzâl, 7-8)

Bu inanç, insanın hem kendisine hem de başkasına karşı sorumlu yaşamasını sağlar. Ahiret bilinci, insanın dizginidir, vicdanının pusulasıdır. Bugün savaşları meşrulaştıran, çocukları katleden, çevreyi talan eden, ahlâkı çürüten zihniyetin temelinde bu inançsızlık vardır. Hesap günü kaygısı taşımayan bir insan için mazlumun feryadı sadece bir gürültüdür. Çünkü bilir ki; dünya mahkemeleri her zaman çalışmaz. Ama ahiret inancına sahip biri için her gözyaşı bir şahit, her zulüm bir delildir.

"Andolsun ki, onları (kâfirleri) büyük bir azaba uğratacağız. Ama azaptan önce, daha küçük bir azaba (dünyadaki musibetlere) da uğratacağız. Umulur ki, dönerler."

(Secde, 21)

Bir zamanlar medeniyetler, mezarların gölgesinde yükselirdi. İnsan, toprağın altına gireceğini bilir, ona göre yaşardı. Şimdi mezarlıkların üstüne AVM’ler kuruluyor. Ölüm, hayatın dışına itildi. Bu dünyayı ebedi zanneden insan ise, her şeyin sahibi olduğunu düşünerek ölçüsüzleşti. Oysa Kur’an açıkça uyarır:

"Her nefis ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz."

(Ankebut, 57)

Ahiret inancı sadece bir uhrevi mesele değil, dünyevi adaletin de temelidir. Vicdanlar hesap gününe imanla çalışır. Ahlâk, bu inançla anlam kazanır. Kulluğun özü, “bir gün huzura çıkacağım” şuurudur. İşte bu şuur kaybolduğunda, toplumlar çöker, bireyler dağılır, zulüm sıradanlaşır.

Efendimiz (s.a.v) buyurdu:

"Akıllı kişi, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışan kimsedir; aciz kişi ise nefsinin hevasına tabi olan ve Allah’tan temennilerde bulunan kişidir."

(Tirmizî, Kıyamet, 25)

Bugün, okullarda, medyada, sanatta ahiret inancının sesi kısıldı. Çocuklarımıza sadece bu dünya için yaşamayı öğretiyoruz. Başarıyı kariyerle, mutluluğu maddeyle tanımlıyoruz. Ama sonra da neden bu kadar hırçınız, neden bu kadar mutsuzuz diye soruyoruz. Cevap basit: Sonsuzu unuttuk, fanide boğulduk.

Yeniden dirilişin yolu; yeniden ahireti hatırlamaktır. Her sözümüzde, her davranışımızda "Allah görüyor", "Bir gün hesap vereceğim" diyebildiğimizde; işte o gün yeryüzü yeniden yaşanabilir bir yer olacak. Çünkü ahiret inancı, insanı insan eder; hayatı hakikatle buluşturur.

"Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının. Herkes, yarın için ne hazırladığına baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."

(Haşr, 18)

Unutmayalım: Ahiret yoksa adalet de yoktur. Ahiret yoksa insan, sadece güçlü olanın oyuncağıdır. Ama ahiret varsa, her şey yerli yerindedir.