Çekirdekten yetişenler ve güçlüler kamarası

Bir dünya liderini parlak üniversiteler ya da siyasetin entrika dolu kulisleri yetiştirmez. Onları asıl yoğuran, karakterlerinin dövüldüğü, hiç beklenmedik ‘hayat okulları’dır. Yakın tarih, bu iki farklı okulun mezunlarını iki keskin portreyle önümüze koyar: Bir yanda, söylenceye göre, Ege’nin ve Ortadoğu’nun kadim pazarlarından geçerek dünyanın ilk alışveriş merkezinin altı asırlık dehlizlerinde sabrı, stratejiyi ve insan sarraflığını öğrenmiş, çekirdekten yetişme bir Vladimir Putin. Diğer yanda ise, hayatı güçlüler kamarasında yoğrularak geçmiş ve derin akıntının bilgeliği yerine yüzeydeki dalgaları yönetmenin anlık hevesiyle Türkiye Cumhurbaşkanı’nın sandalyesini bir nitelikli merhamet timsali tezgahtar edasıyla çeken bir Donald Trump. Bu iki portre, iki ayrı liderlik felsefesini temsil ediyor. Ve asıl mesele şudur: Bu iki okuldan hangisi, daha kalıcı bir bilgelik ve daha gerçek bir kudret inşa eder?

İlki, “Kapalıçarşı Okulu”dur. Burası, duvarlarına asırların fısıltısının sindiği, taşlarında medeniyetlerin el izinin olduğu yaşayan bir akademidir. Bu okulda dersler, kitaplarla değil, insan yüzlerindeki gölgelerle, bir halının desenindeki sabırla, bir pazarlığın sessiz anlarındaki psikolojiyle verilir. Bu okulun mezunu, gücü bugünün gürültüsünde değil, tarihin ve insan ruhunun tozlu arşivlerinde arayan bir hafıza arkeoloğudur. Herkes anlık alkışların peşindeyken, o zamanı kendi lehine çeviren bir ustadır; bir nevi ‘zamanın arbitrajcısı’dır. İster tarihi bir gerçek ister sembolik bir efsane olsun, bu portre, bu okulun ne kadar sert ve derin bir karakter dövebileceğinin güçlü bir kanıtı olarak önümüzde durur.

Buna karşılık, ikinci okul ise “Beyaz Saray Gösterisi”dir. Bu okulun müfredatında derinlik değil, yüzey; hafıza değil, anlık etki esastır. Ancak bu okulun en ilginç dersleri, kendi yüzeysel müfredatının bile dışına taştığı anlarda ortaya çıkar. Sandalye çekme jesti, kapalı kapılar ardında yapılan bir anlaşmanın sahneye konan yüzü olarak, ilk bakışta bu okulun tipik bir dersi gibi görünür: Samimiyetten çok hesap, gelenekten çok fırsatçılık içerir. Fakat daha derinde bu jest, belki de o pragmatist eğitimin en naif ürünlerinden biridir. Bu, Trump’ın kişisel inceliğinden değil, binlerce yıllık devlet aklını temsil eden o kadim gücün karşısında ortaya çıkan istemsiz bir refleksten doğar. O an Beyaz Saray’daki sihirbazlar, sanki farkında bile olmadan, Doğu Avrupa’dan Ortadoğu’ya uzanan coğrafyanın gerçek hükümdarlarının hafızasına boyun eğiyor gibidir. Bu okulda gösteriş bir erdemdir; ama bazen en büyük gösteri bile, kendisinden daha büyük bir hakikatin önünde farkında olmadan eğilmektir.

İşte medeniyetin yol ayrımı tam da buradadır. Sadece liderler için değil, kudretli bir medeniyet olarak milletimiz için de geçerli bir yol ayrımı. Ne sıvılaştırılmış doğalgaz pazarlıkları ne de Filistin için daha önce defalarca verilmiş göstermelik sözler, artık bu eski usulün vehmini gizleyemiyor. Zamanın bundan sonra ne göstereceğini ise hep birlikte göreceğiz; zira eğer yola akıl yanılsamaları ile devam etmekte ısrar edilirse, bu illüzyonun perdesi bir gün kapanacak demektir.. Ama ümmet, ümidini günde beş vakit tazeliyor.. Kararlarımızı, ruhumuzun Kapalıçarşı’sında demlenmiş bir bilgeliğe mi dayandıracağız, yoksa dünyanın anlık alkışları için sahnelenen bir gösteriye mi devam edeceğiz? Bu bilgelik bize yeni yollar fısıldıyor: Devlet Bey’in işaret ettiği Türk Devletleri Teşkilatı gerçeği, NATO’ya alternatif olabilecek ve merkezinde Rusya ile Çin’in de olduğu bir pusula noktasıdır. Bununla birlikte bir diğer alternatif yön ise, 57 İslam ülkesinin İslam İşbirliği Teşkilatı (OIC) çatısı altında kurulabilecek olası birleşik gücün potansiyelidir: UMMAHFORCE (United Muslim Military Alliance for Defense and Security). Petrolü, değerli madenleri, teknolojiyi ve hava savunmasını elinde tutan bu güç, Ümmetin menfaati için kendini istediği her pazarlığa taşıyabilecek bir kudrettir. Bütün bu imkânlar avucumuzun içindeyken neyi beklediğimizi ise, dünya hayret verici bir şekilde izliyor. Tıpkı Kapalıçarşı’nın yüzyıllar boyunca farklı milletlerin mallarını, paralarını ve sırlarını tek bir potada eritmesi gibi, bugün de Türk dünyası ve İslam âlemi aynı stratejik pazarın ruhunu okuyarak yeni küresel güç merkezine dönüşebilir.

Bu yeni pazarı kuracak olanlar ise, gösterinin sihirbazları değil, sabrın heykeltıraşları olacaktır.

Bu kutlu yolculuğun, şimdiden hayırlı olması ve bütünlüğümüzü koruyarak ilerlemesi ümidiyle.

Jestler uçup gider; ama sabırla inşa edilen karakter, asırlara meydan okur.

Ve’s-selâm.