Trend

Cuma suresi kaç ayettir?

Cuma suresi kaç ayettir? Cuma suresi okunuşu ve anlamı nasıldır? Cuma suresinin tefsiri nasıldır? Cuma suresi Arapça ve Türkçe okunuşu nasıldır? Cuma namazı ile ilgili hükümlerin yer aldığı Cuma suresine dair merak edilenler haberimizde...

Cuma suresi kaç ayettir? Cuma suresi okunuşu ve anlamı nasıldır? Cuma suresinin tefsiri nasıldır? Cuma suresi Arapça ve Türkçe okunuşu nasıldır? Cuma namazı ile ilgili hükümlerin yer aldığı Cuma suresine dair merak edilenler haberimizde...

Cum'a suresi Medine döneminde inmiştir. 11 ayettir. Sûre, adını 9. ayette geçen "el-Cumu'a" kelimesinden almıştır. Surede başlıca, Hz. Muhammed'in peygamber olarak gönderilişi, Yahudilerin Allah'ın dininden yan çizmeleri ve Cuma namazı ile ilgili bazı hükümler konu edilmektedir.

Kısaca Konusu : Esma-i hüsnadan dört ismin yer aldığı bir tesbih ifadesiyle başlayan sûrede Hz. Peygamber'in gönderilmesinin hikmetlerine değinilmekte, kendilerine Tevrat verilenlerin bu ilahî emanetin sorumluluğunu taşıyamadıkları belirtilip yahudilerin bazı bencilce iddiaları eleştirilmekte, cuma namazının müslümanlar açısından taşıdığı önem ve bu ibadetin anlamı üzerinde durulmaktadır.

Bazı müfessirlere göre bu sûrede yahudilerin kendileri için övünç konusu yaptıkları şu üç iddia çürütülmüştür:

a) Yalnız kendilerinin kutsal kitap sahibi oldukları ve başka bir toplumun içinden peygamber çıkamayacağı,

b) Kendilerinin Allah'ın has ve imtiyazlı kulları oldukları,

c) Allah'ın kendileri için kutsal bir gün (cumartesi) belirlediği ve müslümanların kutsal kitaplarında ise böyle bir belirleme bulunmadığı (bk. Zemahşerî, IV, 97).

CUM'A SÛRESİ TÜRKÇE OKUNUŞU

Bismillahirrahmanirrahîm

1-Yesebbihu lillahi ma fiyssemavati ve ma fiyl'ardıl elmelikilkuddusil-'aziyzilhakiymi

2-Huvelleziy be'ase fiyl'ummiyyiyne resulen minhum yetlu 'aleyhim ayatihi ve yuzekkiyhim ve yu'allimuhumulkitabe velhıkmete ve inkanu min kablu lefiy dalalin mubiynin

3-Ve ahariyne minhum lemma yelhaku bihim ve huvel'aziyzulhakiymu

4-Zalike fadlullahi yu'tiyhi men yeşa'u vallahu zulfadlil'azıymi

5-Meselulleziyne hummiluttevrate summe lem yahmiluha kemeselilhımari yahmilu esfaren bi'se meselulkavmilleziyne kezzebu biayatillahi vallahu la yehdiylkavmezzalimiyne

6-Kul ya eyyuhelleziyne hadu in ze'amtum ennekum evliyau lillahi min duninnasi fetemennevulmevte in kuntum sadikıyne

7-Ve la yetemennevnehu ebeden bima kaddemet eydiyhim vallahu 'aliymun bizzalimiyne

8-Kul innelmevtelleziy tefirrune minhu feinnehu mulakıykum summe tureddune ila 'alimilğaybi veşşehadeti feyunebiiukum bima kuntum ta'melune

9-Ya eyyuhelleziyne amenu iza nudiye lissalati min yevmilcumu'ati fes'av ila zikrillahi ve zerulbey'a zalikum hayrun lekum in kuntum ta'lemune

10-Feiza kudıyetissalatu fenteşiru fiyl'ardı vebteğu min fadlillahi vezkurullahe kesiyren le'allekum tuflihune

11-Ve iza reev ticareten ev lehveninfaddu ileyha ve terekuke kaimen kul ma 'ındallahi hayrun minellehvi ve minetticareti vallahu hayrurrazikıyne

CUM'A SÛRESİ ANLAMI

Bismillahirrahmanirrahîm.

1. Göklerde ve yerde olanların hepsi; mülkün sahibi, mukaddes, Azîz, Hakîm olan Allah'ı tesbih ederler.

2. O Allah ki okuma yazma bilmeyen ümmî bir kavmin içinden, onlara Allah'ın ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermiştir. Halbuki onlar daha önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.

3. Allah o Peygamber'i ümmî Araplar'dan başka, henüz kendilerine erişip ulaşmamış bulunan diğer bütün insanlara da göndermiştir. O Azîz'dir, hükmünde hikmet sahibidir.

4. Bu Allah'ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir. Allah büyük lütuf sahibidir.

5. Kendilerine Tevrat yükletildiği halde, onu taşımayanların (onunla amel etmeyenlerin) durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah zalimler gürûhunu hidayete erdirmez.

6. De ki: "Ey yahudiler! Bütün insanları bir yana bırakarak, yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız ve bu iddianızda samimi iseniz, ölümü temenni ediniz."

7. Fakat onlar elleriyle önden gönderdiklerinden (yaptıklarından) dolayı ölümü asla temenni etmezler. Allah zalimleri çok iyi bilir.

8. De ki: "Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O size yaptıklarınızı haber verecektir."

9. Ey iman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman hemen Allah'ı zikretmeye koşun. Alış-verişi (işi-gücü) bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

10. Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın, Allah'ın fazlından nasibinizi arayın. Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.

11. Onlar bir ticaret veya bir oyun eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp oraya yönelirler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: Allah'ın nezdinde bulunan, eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.

CUM'A SÛRESİ TEFSİRİ

1. Melik, Kuddûs, Azîz, Hakîm olan Allah için göklerde ne varsa ve yerde ne varsa tesbihte bulunur.

1. Bu mübarek ayetler, Aziz, Hakîm olan Allah-ü Teala'yı bütün kainatın tesbîh ve kutsamada bulunduğunu bildiriyor. O Yüce Yaratıcının bir kısım ümmîlere ve onlardan sonra gelecek milletlere Son Peygamberi ayetler ile göndermiş olduğunu haber veriyor. O Yüce Peygamberin yüksek mesaisini ve onu Kerem Sahibi Yaratıcının dilediği kullarına ihsan buyurmuş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Melik) Bütün kainata sahip, bütün mükemmelliklere malik ve (Kuddûs) ilahlık şanına layık olmayan şeylerden Yüce ve (Azîz) her şeye galib ve (Hakîm) her emir ve iradesi, birer hikmet ve faydaya dayanmış (olan Allah için) O Yüce Yaratıcı için (göklerde ne varsa yerde ne varsa) bütün mahlûkat (tesbîhte bulunur) onun kudretine, büyüklüğüne, noksanlıklardan yüce olduğuna delalet ve şahadet eder durur.

2. O, O Kerem Sahibi Mabut dur ki: Ümmîler arasında kendilerinden bir Peygamber gönderdi, onlara karşı ayetlerini okur ve onları temizler ve onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Halbuki: Onlar evvelce pek açık bir sapıklık içinde idiler.

2. (O) Allah-ü Teala (O) Kerem Sahibi Mabut (dür ki: Ümmîler arasında) vaktî ile ümmi ümmet olan, yazıp okuma bilmeyen arap kavmi arasında (kendilerinden) kendileri gibi vakti ile okuyup yazmakla meşgul bulunmamış bulunan bir zatı, Hz. Muhammed Aleyhisselam'ı (Peygamber gönderdi) onları İslam dinine davete memur etti. Öyle ki: O Mübarek Peygamber, (onlara karşı ayetlerini okur) bir ilahî kitap olan Kur'an-ı Kerim'deki ayetleri okuyarak o kavmi aydınlatmaya İslam dini ile şereflenmelerini temine çalışır.

(Ve onları temizler.) O kavmi pek kötü inançlarından, fahiş hareketlerinden temizlemeye, arındırmaya, himmet eder (ve onlara) o cehalet içinde kalmış bir zümreye (kitabı ve hikmeti öğretir) onlara Kur'an-ı Kerim'i öğretir ve bir nice hikmetleri, faideleri içeren mübarek hadislerini, sünnetlerini telkin buyurur.

Onları İslamî hükümlerin faidelerinden, esrarından, yüce gayelerinden haberdar etmeğe çalışır. (Halbuki, onlar) O arap kavmi (evvelce) o Yüce Peygamberin kendilerini ilahi dine davete başlamadan önce (pek açık bir sapıklık içinde idiler) onlar, eskiden İbrahim Aleyhisselam'ın dînine tabi' iken bilahare o ilahî dîni unutmuş, Allah'ın birliği inancından mahrûm kalmış, şirke düşmüş, hidayet yolunu gayıp etmişlerdi. İşte onlar böyle bir halde iken pek büyük bir ilahî lütuf olan Son Peygamber Hazretleri, kendilerini Tevhîd dinine davete memur olmuş, onlara nice ayetleri, hikmetleri telkine çalışmış, nicesinde de pek büyük muvaffakiyetler elde eylemiştir.

Halbuki: O Yüce Peygamber hikmet gereği evvelce birşey okuyup yazmamıştı, bilahare böyle fevkalade başarılara kavuşması, onun ilahî vahye mazhar, yücelikleri öğreten olduğuna en parlak bir delîl teşkil etmektedir.

3. Ve onlardan başkalarına da göndermiştir ki, henüz onlara erişmemişlerdir. Ve O azîzdir, hakîmdir.

3. (Ve) Allah-ü Teala o pek seçkin Peygamberi olan Muhammed Aleyhisselam'ı (onlardan) araplardan (başkalarına da) Peygamber (göndermiştir) O'nun Peygamberliği bütün insanlığa yöneliktir. Türkler de, Farslar da Rumlar da ve diğer kavimler de onun dinini kabul etmekle mükellef bulunmuşlardır, (henüz onlara erişmemişlerdir.) O Yüce Peygamberin risaletini ilk tebliğe başladığı zaman Ashab-ı Kiram'ı arasında bulunmayıp bilahare dînen onlara katılan ve kıyamete kadar dünyaya gelecek olan bütün kavimlere, fertlere şamildir, onun mukaddes dini, kıyamete kadar yer yüzünde devam edecektir.

4. İşte bu, Allah'ın lütfudur ki, bunu dilediğine verir ve Allah pek büyük lütuf sahibidir.

4. (İşte bu) Öyle Yüce bir Peygamber'in bütün insanlığı aydınlatma ve irşada memur olması, onlara Kur'an-ı Kerîm gibi en yüce ayetleri içermiş olan bir ilahî kitabın teblîğ edilmesi (Allah'ın lütfudur ki, bunu) bu ilahî lütfunu kullarından (dilediğine verir) lütfen ihsan buyurur. Evet.. Peygamberlik ve risalet, ilahî vahye nailiyet bir ilahî lütuf olduğu gibi İslamiyet'e nailiyet, ilahî lütfa kavuşmak da Hikmet Sahibi Yaratıcı Hazretlerinin bir lütuf ve keremidir ki, kabiliyeti olan, iradesini, asli yaratılışını kötüye kullanmamış bulunan kullarına ihsan buyurur. (Ve Allah pek büyük lütuf sahibidir.)

Evet… O kullarına dünyevî ve uhrevî selametlerini temin edecek olan hükümleri bildiren ve kendilerini aydınlatmaya çalışan Son Peygamber Hazretlerini göndermiştir ki, bu en büyük bir ilahî lütuftur. Artık beşeriyet için lazımdır ki, bu muazzam ilahî din dairesinde yaşayarak ahlakî fazilet ile, içtimai yüce vasıflar nitelenmiş bulunsunlar. Bu pek muazzam ilahî lütfa karşı nankörlükte bulunarak kulluk vazifesinden kaçınmasınlar.

5. Kendilerine tevrat yükletilmiş, sonra onu yüklenmemiş olanların durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin duruma gibidir. Allah'ın ayetlerini tekzîb eden kavmin durumu, ne kadar fenadır ve Allah, zalimler olan kavmi doğru yola iletmez.

5. Bu mübarek ayetler, kendilerine yöneltilmiş ve tebliğ edilmiş olan dini hükmleri, haberleri bildikleri halde gereği ile amelden kaçınıp tekzîbe cür'et eden Yahudilerin pek cahilce hallerini pek fena bir örnek ile bildiriyor. Ve öyle zalimlerin hidayete eremeyeceklerini ihtar diyor. Allah katında mevki sahipleri olduklarını iddia eden öyle inkarcı, kendini öven kimselerin bir vuslat vesilesi olan ölümü temennî etmeyeceklerini beyan, bu cihetle de onların boş ve zalimce iddialarını red ile teşhîrde bulunuyor.

Fakat öyle ölümden kaçınanların işin sonunda öleceklerini ve Cenab-ı Hak'kın Yüce mahkemesine sevkedileceklerini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Kendilerine Tevrat yükletilmiş) O ilahî kitap ile amel etmekle mükellef bulunmuş (sonra onu) o Tevrat kitabını (yüklenmemiş) onunla amel etmemiş, onun verdiği haberleri tasdik eylememiş, mesela: Hz. İsa'nın da, Hz. Muhammed'in de -Aleyhimesselatü Vesselam-birer Peygamber olarak Allah tarafından gönderileceğini haber veren Tevrat ayetlerini red ve tahrîfe cür'et göstermiş (olanların meseli) çirkin örneği (ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir) ki: O, hayvanların en kalın kafalısı olup sırtına yükletilen büyük büyük ilim kitaplarından hiçbir şey anlayıp faidelenemez.

işte kendilerine tebliğ edilen ayetlerden, kitaplardan müstefit olamayıp onları inkar edenler de bu hayvanlara benzemektedirler ve belki de onlardan daha fena bir durumdadırlar. Çünkü bu hayvanlar, zaten anlamaktan mahrûmdurlar. O inkarcı insanlar ise esasen anlamak kabiliyetine sahip oldukları halde onu kullanmayıp zayi ettikleri için büyük bir alçaklığı işlemiş bulunmaktadırlar. Evet.. (Allah'ın ayetlerini tekzîb eden) Yüce Peygamber tarafından tebliğ edilen ilahî kitapların içeriğini değiştirmeğe, inkara cüret gösteren bir (kavmin durumu, ne kadar fenadır) öyle eşeğe benzetilişleri, kendilerinki ne kadar insanlıktan mahrûm olduklarını göstermektedir.

Bunu anlayacak olsalar, yüzleri kızarmak lazım gelir. Ne yazık ki, onlarda öyle bir anlayış yoktur. (Ve Allah zalimler olan kavmi) Kendilerini azaba maruz bırakmış bir taifeyi (doğru yola iletmez) ilahî dine muhalif hareketlerde bulunan, karşılarında parlayan bir hakikat nûrunu söndürmek isteyen, en açık delilleri kabul etmeyen kimseler, elbette ki: Hidayete nail olamazlar. Bir hayırlı gayeye kavuşamazlar, nihayet kendi rezilce hareketlerinin cezasına çarpılmış olurlar.

6. De ki: Ey Yahudi bulunan kimseler… Eğer siz, Allah için insanlardan ayrı dostlar olduğunuzu iddia ediyor iseniz, imdi ölümü temenni ediniz eğer siz doğru söyleyenler oldu iseniz.

6. Ey Peygamberlerin en şereflisi!. (De ki: Ey Yahudi bulunan) Yahudilik dinine girmiş olan (kimseler!. Eğer siz Allah için) başka (İnsanlardan ayrı) onların üstünde (dostlar olduğunu iddia ediyor iseniz) eğer biz Allah'ın özellikle dostlarıyız, bizden başkaları cennete girmeyecektir. Diye iddiada bulunuyor iseniz (îmdi ölümü temennî ediniz) O Yüce Yaratıcı, sizi bu meşakkat yurdundan kurtarsın, bir saadet yurduna kavuştursun, ebedî bir hayata nail buyursun (eğer doğrular oldu iseniz) artık ne duruyorsunuz? Ölümünüzü temennî etmeli değil misiniz? Çünkü iddianıza göre o mutlu gelecek size mahsustur.

7. Halbuki, onu ebediyen temennî etmezler, ellerinin takdim ettiği günah sebebi ile. Allah ise zalimleri hakkı ile bilicidir.

7. Halbuki, o gururlu kimseler (Onu) o ölüp bir an evvel ahirete gitmeyi (ebediyen temennî etmezler) ölünce bir selamet ve saadete kavuşacaklarını asla ummazlar, (ellerinin) Kendi nefislerinin, kendi kötü tercihlerinin (takdim ettiği) küfür ve isyan (sebebi ile) öyle bir ümitten mahrûm bulunurlar. Artık ölümden korkar, onu asla temennî etmezler. Hatta rivayet olunuyor ki: Eğer bu ayet-i kerîmenin indiği ve bu ilk teklifi zamanında böyle bir temennîde bulunacak olsalar idi, hepsi de birden ölüme maruz kalarak ceza yurduna sevk edilmiş bulunurlardı.

(Allah ise zalimleri hakkı ile bilicidir.) Öyle nefislerine zulmeden, küfür ve isyanı işleyerek îman dairesinden çıkan kimselerin bütün hallerini ve amellerini bilicidir. Onlar, ölümden kaçınsalar da elbette bir gün ölecekler, layık oldukları azaplara kavuşacaklardır.

8. De ki: O ölüm ki, siz ondan firar edersiniz, şüphe yok ki: O size gelip kavuşacaktır. Sonra gaybı da, aşikareyi de bilene döndürüleceksinizdir. Artık o da size neler yapar olduklarınızı haber verecektir.

8. Evet Ey Yüce Resûl!. O inkarcılara (De ki: O ölüm ki, siz ondan firar edersiniz) o firarın size ne faidesi vardır? (şüphe yok ki, o) ölüm bir gün (size gelip kavuşacaktır.) sizi hiçbir şey o ölümden kurtaramayacaktır. (Sonra, gaybı da, aşikareyi de bilene) kısaca, sizin halka karşı Tevrat ve İncîl adına neler gösterdiğinize ve Hz. İsa ile Son Peygamber Hazretleri'nin Yüce vasıflarını inkara cür'et eylediğinizi hakkiyle bilen Yüce Zata (döndürüleceksinizdir.) öldükten sonra tekrar hayata erdirilerek mahşere sevk edileceksinizdir. (Artık) O da O Yüce Yaratıcı Hazretleri de (size) dünyadalarken (neler yapar olduklarınızı haber verecektir) ne kadar küfür ve isyan içinde yaşamış olduğunuzu, dünya varlığı için ne kadar düşkünlük gösterip kulluk vazifenizi terkeylemiş bulunduğunuzu size ihtar ederek hepinizi de hak etmiş olduğunuz cezaya kavuşturacaktır. Ne büyük bir ilahî tehdit!..

9. Ey iman etmiş olanlar! Cuma günü namaz için çağrıldığı zaman hemen Allah'ın zikrine gidin ve alış verişi bırakın, bu, eğer bilir kimseler oldu iseniz sizin için çok hayırlıdır.

9. Bu mübarek ayetler, mü'minlerin Cuma ezanı okununca ticaretlerini ve diğer işlerini bırakıp mabetlere gitmelerini emrediyor. Namazı kıldıktan sonra, dağılıp yine ticaretle veya diğer meşrû şeyler ile meşgul olmalarının cevazını gösteriyor. Hutbeyi dinlemekte mükellef olanların cuma günü hutbe ve namaz tamam olmadan bir ticaret veya bir eğlence maksadıyla mabetlerden çıkıp gitmelerinin caiz olmadığını ve bolluk ve bereketin Allah-ü Teala'dan niyaz edilmesini emr ve tavsiye buyurmaktadır.

Şöyle ki: (Ey îman etmiş olanlar)Ey cemaat-i Müslimîn!. (cuma günü) Cum'aya mahsus (namaz için çağrıldığı) ezan okunduğu (zaman hemen Allah'ın zikrine) hutbeyi dinlemek, cuma namazını kılmak için mabetlere (gidin) tam bir hürmet ve sükûnetle yürüyerek o kutsal vazifeyi yapmaya azmedin, gevşeklik, tembellik göstermeyin (ve alış verişi bırakın) dünyevî muameleleri geçici olarak bırakıp manen pek faideli olan bir dinî vazifeyi yerine getirmeğe çalışın. (Bu) namaz ve niyaz için mabetlere gidip te ticaret vesaireyi bırakmak, Ey Müslümanlar!. (Eğer bilir kimseler oldu iseniz, sizin için çok hayırlıdır.)

Bu cumaya ait vazifenin kadrini takdîr edebilen bir Müslüman, elbette ki: Bu vazifenin îfasını, her türlü fani menfaatlere tercih eder, bu sayede nice sevaplar, uhrevî mükafatlara aday bulunmuş olur. Bunların yanında dünyevî faidelerin ne ehemmiyeti olabilir.

10. Sonra namaz kılınmış olunca da artık yeryüzünde dağılın ve Allah'ın lütfundan -nasîb- arayın ve Allah'ı çokça zikredin, ta ki: Kurtuluşa erebilesiniz.

10. (Sonra namaz kılınmış olunca da artık) Ey Müslümanlar!, (yer yüzünde dağılın) Meşgul olduğunuz ticaret vesaire sahasına yine gidiniz, siz bu hususta serbestsiniz (ve Allah'ın lütfundan) nasibinizi, kısmetinizi (arayın) size rızık veren, mesleklerinizde muvaffakiyetlere kavuşturan, ancak Allah-ü Teala'dır. Allah başarı nasip etmedikçe hiçbir kimse çalışma ve gayretinin bir meyvesine kavuşamaz.

Evet.. Müslümanlık, meşrû şekilde ticaretle vesaire ile meşguliyeti mübah kılmış ve teşvikte bulunmuştur. Elverir ki: Dinî vazifeleri terke sebebiyet verilmesin, bütün bütün dünya işler ile meşgul olup da kalpler, zikr ve fikirden mahrûm bırakılmasın. Binaenaleyh ey Müslümanlar!. Uyanık olun (Ve Allah'ı çokça zikredin) yalnız cuma namazını kılmakla yetinmeyin, sair namazlara da, devam edin, tevhîd ve tesbîh ile kalplerinizi aydınlatmaya çalışın, her hususta muvaffakiyeti Cenab-ı Hak'tan niyaz eyleyin. (ta ki, kurtuluşa erebilesiniz.) Dünyada da, ahirette de muvaffakiyetlere, başarı ve kurtuluşa nail olasınız.

11. Ve bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman onun tarafına yönelip seni ayakta bırakmış oldular. De ki: Allah'ın yanındaki, eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır ve Allah, rızk verenlerin en hayırlısıdır.

11. (Ve) Bir kısım mü'minler (bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman onun) o ticaretin (tarafına yönelip) gittiler, Ey Peygamberin iftiharı!. (seni) Hutbe okurken (ayakta bırakmış oldular) cemaatin böyle bir hareketi ise Elbette ki, uygun değildir, Hutbeyi dinleyip namazı kılmadan cemaatin dağılmaları caiz olamaz. Ey Yüce Peygamber!. Onlara (deki: Allah'ın yanındaki) sevap ve mükafat, feyz ve bereket elbette ki: (eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır.) Çünkü: Bunlardaki hayır geçicidir, çabucak yok olucudur, Allah katındaki hayır ise ebedîdir, mutluluk vesîlesidir.

(Ve Allah, rızk verenlerin hayırlısıdır.) Bütün rızıkları asıl takdîr etmiş olan ve ihsan buyuran ancak o Kerem Sahibi Yaratıcıdır, bir takım çalışmaya gayretin, mesleklerin birer rızık vesîlesi olması ise bir ilahî takdîr neticesidir. Yoksa Allah-ü Teala'dan başka haddi zatında bir rızık veren mevcut değildir. Binaenaleyh alış verişi geçici olarak terk etmiş olmakla rızktan mahrûmiyet lazım gelmez, Kerem Sahibi Yaratıcı Hazretleri yine rızıklandırır. Herhalde rızık elde etmeyi o Yüce Mabuttan niyaz etmelidir.

Rivayete göre bir cuma günü Resûl-i Ekrem Efendimiz, hutbe okurken bir kafilenin Medine-i Münevvere'ye geldiği işitildi. "Dihyetül' Kelbî" bir kafile ile Şam tarafından gelmiş, yiyilecek şeyleri getirmişti. Medine-i Münevvere'de ise bir kıtlık ve pahalılık yüz göstermiş bulunuyordu. Bu kafilenin geldiğini haber veren bir davul sesini duyan cemaat, hemen Hz. Peygamberin huzurundan çıkarak kafilenin yanına koşmuşlar, bir şeyler almak istemişler, bu ayrılışlarında dînen bir mahzur bulunmadığını zannetmişlerdi.

Peygamber Mescidinde ise oniki zat kalmış idi ki: Hz. Ebûbekr ile Hz. Ömer ve Hz. Cabir İbn-i Abdullah bu kalan zatlardan idi. İşte bu hadise üzerine bu ayet-i kerîme nazil olmuş, daha hutbe ve namaz sona ermeden dağılmanın caiz olmadığına işaret buyurulmuştur.

Cuma namazının ilk kılınışı: Peygamberimiz Aleyhisselatü vesselam Hazretleri Hicret-i Seniyeleri esnasında Medine-i Münevvere yakınında bulunan "Selîm İbn-i Avf" yurdunda "Ranuna" denilen va'di içersinde "Beni Selîm" mescidinde ilk cuma hutbesi okumuş, ilk cuma namazını kıldırmıştır.

Cuma namazını eda etmenin şartları şunlardır:

1. Cuma namazını en üst düzeydeki devlet yöneticisinin veya onun tayin ettiği zatın kıldırması.

2. İbn-i Arn'dır, yani cuma namazı kılınacak bir mabede herhangi bir müslüman erkeğin gidip o namaza katılmaktan engellenmemesi.

3. Cuma namazı vaktinin devamıdır, o vakit çıktıktan sonra artık cuma namazı kılınamaz, öğle namazı da kılınmamış ise yalnız o namaz kaza edilir.

4. Cemaat bulunmalıdır. Şöyle ki: İmamdan başka cemaat adını alabilecek en az üç Müslüman bulunursa o cuma namazı sahîh olur. İki kişi veya kırk kişi bulunmasına kail olan müçtehitlerde vardır.

5. Cum'anın farz olan iki rekatından evvel hutbenin okunmasıdır. Bu hutbenin iki kısma ayrılması ve bu iki hutbenin de uzatılmaması sünnettir.

6. Cuma namazının bir beldede veya bir belde hükmünde bulunan bir yerde eda edilmesidir. Köylerde de cuma namazının kılınması, izin verilmiş olduğu için sahîhdir ve lazımdır. Bir yabancı memleketinde de bir mani yok ise orada ki Müslümanların toplanarak içlerinden münasip görecekleri bir zat, hutbe okuyarak cuma namazını kıldırabilir.

Cuma namazı ile mükellef olmanın şartları şunlardır:

1. Bülûğ çağına ermiş erkek olmaktır. Kadınlara farz değildir.

2. Hür olup köle bulunmamalıdır.

3. Mukîm olup şer'an Misafir sayılacak bir vaziyette bulunmamalıdır.

4. Sağlıklı bulunup namaza çıktığı takdirde hastalığının artmasından, uzamasından korkulacak bir halde bulunmamalıdır.

5. Gözleri ve ayakları selamette olup ama ve kötürüm bulunmamalıdır.

Cuma namazının vakti, rekatları ve sünnetleri:

Cuma namazının vakti tam öğle vaktidir. Cuma namazının farz olan rekatları ikidir, imam bunlarda seslice kıraatte bulunur ve bunları hutbeden sonra kıldırır. Hutbeden evvel ise tek olarak dört rekat namaz kılınır ki, bu, sünnettir. Tam öğle namazının dört rekat sünneti gibi kılınır ki, bu da öğlenin ilk dört rekatı gibi sünnettir. Bunu müteakip de yine tek olarak dört rekat namaz kılınır ki, buna "zühri Ahîr" adı verilmiştir. Bu da öğlenin dört rekat sünneti gibi kılınır, daha iyi olan budur. bazı müçtehitlere göre bir beldede birden çok mabetlerde cuma namazı kılınırsa ilk evvel kılınan sahîh olur. Sonrakiler sahîh olmaz. İşte böyle bir ihtilaftan kurtulmak için; "vaktine yetişip henüz üzerimden sakit olmayan son öğle namazını" kılmaya niyet ederek bu namazı kılar.

Bu bir ihtiyat gereğidir. Cuma namazı sahîh olmuş ise bu dört rekat, kazaya kalmış bir öğle namazı, yerine geçer, kazaya kalmamış ise nafile namazı olarak sevaba vesîle bulunur. Bu dört rekattan sonra da vaktin sünneti niyetî ile iki rekat daha kılınır ki, bu da tam sabah namazının iki rekat sünneti gibidir.

Cuma gününün önemi, şer'î değeri:

Cuma günü, Müslümanlarca pek mübarek bir gündür. Bir hadis-i Şerif şu mealdedir: "Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün, cuma günüdür. Âdem Aleyhisselam o gün yaratılmıştır, o gün cennete konulmuştur ve o gün cennetten çıkarılmıştır. Kıyamet de ancak bir cuma gününde kopacaktır." Özellikle: (Bugün sizin için dininizi tamamladım) mealindeki ayet-i kerîmesi cuma gününde nazil olmuş, İslam dinine ait hükümlerin ve Yüce şeylerin cuma gününden itibaren en mükemmel bir şekilde ortaya çıkmış, bütün dinlerin sonuncusu olan İslamiyet; Son derece mükemmelliğe ermiş, müslümanların haklarında ilahî nîmet tecellî ederek İslam dini, sarsılmaz bir şekilde yerleşmiştir. Nitekim bir hadis-i şerif de şu mealdedir.

"Şüphe yok ki" cuma günü diğer günlerin ulusu ve faziletçe en büyüğüdür." Cuma günü, müslümanlarca bir bayram hükmünde olduğundan bu günde müslümanların her vakitten fazla taharet ve temizliğe riayet etmeleri gerekir. Bundan dolayıdır ki: Müslümanların cuma günlerinde ya tan yerinin ağarmasından sonra veya cuma namazına yakın yıkanmaları, güzel koku kullanmaları, temiz elbiseler giymeleri bir sünnettir, İslam'ın edeplerinden sayılmaktadır. Bu mübarek cuma gününde Müslümanlar, birer ilahî mabette toplanarak hutbeleri dinler, aydınlanırlar, namazlarını birlikte kılarak Cenab-ı Hak'ka birlikte dua ve niyazda bulunurlar, aralarında İslam kardeşliği, içtimai bağlılık, bu vesîle ile tecellî etmiş olur. Bu namazı edadan sonra ya başka ibadetlerle meşgul olurlar veya dostlarını, yakınlarını ziyarete giderler, veyahut yine ticaretleri ile vesair işler ile meşgul olmaya başlarlar.

Hz. Peygamber zamanında cuma ezanı yalnız hatibin minbere çıktığı zaman okunan ezandan ibaret idi, daha sonra cemaat-i müslîmin çoğaldığı için Hz. Osman Radiyallahü Anh'ın halifeliği zamanından itibaren cuma namazından evvel de mabetlerin dışında namaz vaktinin girdiğini gösteren bir ezan daha okunmaya başlanılmıştır ki: Buna "dış ezanı" denilir. Bunun kabulü ve bunun işitilmesi üzerine mabetlere gidilmesinin gereği hakkında ümmetin icma vardır.

Velhasıl: Cuma gibi mübarek vakitlerin kadrini bilmeli, hayatı boş yere zayi etmemeli, güzel ibaretler ile meşrû hareketler ve muamelelerle meşgul olmaya devam ederek İslam'ın yüceliklerini göstermelidir. Münafıklar ve bozgunculardan başkası, bu yüksek vazifeleri elbette ki, takdîr eder, îfasına gayrette bulunur. Başarı Allah'tandır.