Denge noktası

Her sonuç, sebepler dairesinde vuku bulmaktadır. Buna diğer bir ifadeyle; "her sebep kendi sonucunu doğurur" da demek mümkün. Fakat sebeplerin sonuçları oluşturduğu nispette, sonuçların da başka sebepleri tetiklediği kesinlikle yadsınmaz. Mesela SERMAYENİN tarihsel serencamı… Öyle ki bu serüvenin kolları, bugünkü tabloyu gözler önüne sermesi bakımından da önem arz ediyor. Nasıl mı? Adım adım gidelim isterseniz. İlk adımı da sermayenin, AKIŞKAN ve HAREKETLİ bir yapıya sahip olduğunu hatırlatmakla başlayalım. Hatta sermayenin akışkanlığını ve belli bir zaman sonra onu besleyen unsurlardan KOPMA ÖZELLİĞİ gösterdiğini de buna ekleyelim.

Anlayacağınız sermaye, kendini var eden kıstaslarla devamlı bir BÜYÜME İSTEĞİ içerisindedir. Zaten aksi bir durumda, hacimsel bir küçülme yaşayacağı bariz şüphe kaldırmaz. Bu ise sermayenin geri dönüşümü için, tüketimi sağlama ve farklı pazarlar oluşturmasıyla yakından ilişkilisini bir nevi perçinliyor. Ne nar ki tarihte alım gücü düşük Hindistan'ın, Britanya'dan tekstil ürünü almak için afyon üretmesi ve ürettiği afyonu Çin'e satarak tekstil ödemesi yapması, sebepler ve sonuçlar dairesinde bahsettiklerimizin tipik bir örneğini teşkil etmekte…

Bunları neden mi anlattım? Çünkü hegemonik savaşın, kültürel ve ideolojik metottan ziyade, EKONOMİK ve politik bir boyutu da mevcuttur. Ekonomik hegemonyaya sahip unsurların, maddi gücüyle ötekilere baskın hale geldiği kadar, kendisine boyun eğmelerini sağladığı da malumunuz. Siyasal hegemonya ise araştırmacılara göre; askeri-ekonomik-siyasi gücün bileşimiyle ortaya çıktığı belirtilir. Ancak askeri güç kullanmadan sürdürülen bu hegemonyada, şayet bu gücün kullanması durumunda sarsılmaya başlayacağı da öne sürülmüyor değil.

Belki de bu nedenle Arrighi; "her hegemonya döneminin, aynı zamanda bir sermaye birikim modeline denk düştüğünü" söylemektedir. O cihetle "sermaye hareketi, günümüz hegemonya savaşının belirleyici konumudur" demek kesinlikle hata sayılmaz. Buradan gidersek, 1750'lerde ekonomik büyüme gösteren Britanya'nın, o dönem en belirgin güç olduğu muhakkaktır. Ama 1800'lü yılların sonlarında rüzgar tersine dönüyor ve Birleşik Krallık hegemonyası can çekişiyordu. Yerine ise yine yükselen ekonomileriyle Almanya, Japonya ve ABD talipti ki, 2. Dünya Savaşı da bu REKABETİN BİR YANSIMASINDAN ibaretti.

Neticede savaşı kazanan ABD, rakiplerine nazaran kapasitesini her alanda en üst seviyelere taşımayı başardı. Fakat ABD, Birleşik Krallıkta tecrübe edilen siyaset, sermaye ve ideolojik kıstasları göz önüne alarak çok başka bir HEGOMONİK METOT belirledi. Zira ABD'nin aynı yöntemle bir dünya hegemonyası kurması imkansızdı. Onun için derinlerde yine KENDİNE BAĞIMLI kıldığı bir güç ortaya çıkararak, dünya kontrolünü sağma yolunu seçti. Bunun sonucunu Sovyetler; sebeplerini ise ABD için komünizm, Sovyetler için de emperyalizm tehlikesi oluşturdu.

Şimdilerde ise ABD küresel hakimiyetinin sonuna gelindiği ve Doğu-Batı dengesinin sarsıldığı çokça konuşuluyor kamuoyunda. Çünkü SERMAYE Batı'dan uzaklaşıyor, TEKNOLOJİ, SAVUNMA ve İNSAN KAYNAĞI açısından, Doğu'nun bir sıçrama gerçekleştirdiği ünlü ekonomistlerce de dillendiriliyor. Keza ABD hegemonyasının çözüldüğü yerlerde, yeni güç ve aktörlerin yükseldiğine şahitlik ediyoruz. Kısacası yeni bir dünya kuruluyor ve kurulacak bu düzende ise dünyadaki "işbölümü" ile "karşılıklı bağımlılıklar" bakımından, kartlar yeniden dağıtılacağa benziyor.

Bu perspektifte Türkiye'nin son "Asya Açılımı" stratejisini, aynı saiklerle okumak mümkündür. Yoksa Batı'nın duraklamasından faydalanmamak, değişen kabulleri ve Doğu'nun yükselişini değerlendirmemek hata olur. Fakat Türkiye'nin Asya'da yükselen güçlerle ortaklıklar kurması kadar, batı ile olan öyküsü de göz ardı edilemez. İşte bu noktada "Türkiye ekseni" söylemi oldukça dikkat çekici… Kaldı ki Türkiye'nin eksende olması; Doğu üzerinden Batı'yla ilişkileri sağlıklı kılmak ve Asya ile Avrupa arasındaki birleştirici konumuna karşılık gelmektedir. Tıpkı terazinin DENGE NOKTASI gibi…

Vesselam…